Aşık olmayan âdem / Benzer yemişsiz ağaca. -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
Orta halli bir ailenin tek çocuğu olarak doğmuştu. Babası bir doktor annesi ise ev hanımıydı. Tek çocuk olmanın sağladığı tüm avantajları yaşamıştı. En iyi okullarda okumuş, en pahalı kıyafetleri giymiş ve ilginin en alasını görmüştü. Üniversite eğitimini babasının isteğiyle Fransa ‘da tamamlamış ve mimar olmuştu. Daha birkaç gün önce dönmüştü ülkesine. Uçakta gelirken hayaller kurmuştu dönüşüne dair. Evindeki bayram havasını hayal etmişti. Annesinin gözyaşlarıyla karışık mutluluğunu, babasının gururlu bakışlarını hayal ederken gözleri dolmuş ve diğer yolculara fark ettirmeden ağlamıştı. Babası söz vermişti; diplomasını alıp eve döndüğü gün son model bir araba alacaktı. Acaba ne marka almıştı arabasını? Hayallerinin sınırı yoktu. Mutluluğa dair kurduğu tüm hayaller gerçekleşmişti şimdiye kadar. Ve uçaktan iner inmez yine kurduğu hayaller gerçek olacaktı. Eve geldiğinde onu karşılayanlar arasında annesi yoktu. Meraklı gözlerle etrafı araştırıyor alacağı cevaptan korktuğu için kimseye soramıyordu. Babasıyla beraber oturma odasına geçtiler. Babası yaşlanmış gibi görünüyordu ve bu görüntü kötü bir şeylerin yaşandığının sinyallerini veriyordu. Babası tedirgin ses tonuyla anlatmaya başlamış acı gerçekleri su yüzüne çıkartıyor, genç delikanlı ise duydukları karşısında dehşete kapılıyordu. Babası sözünü bitiremeden hıçkırıklara boğulmuş, kendi kontrol edemez halde ağlıyordu. Genç delikanlıya cebinden çıkardığı bir mektubu uzattı titreyen elleriyle. Delikanlı babasının anlattıklarının ezici ağırlığının yanında birde bu mektubu okumak zorundaydı. Evden koşarak adımlarla çıktı ve çocukluğundan beri en çok sevdiği yere; vapur iskelesine gitti. Zarfı açmak istemiyor fakat içinde yazılanları merak ediyordu. Üzerinde Canım Oğluma yazan bu zarfı açtığında altüst olmuş hayatının daha da çıkmaza gireceğini tahmin edebiliyordu. Ve tüm cesaretini toplayarak mektubu açtı; ‘’ Canım Oğlum! Bu satırları okuduğuna göre her şeyi öğrendin. Baban, yani senin bildiğin baban sana ne anlattıysa hepsi doğru. Bana kızdın biliyorum hatta benden nefret ediyorsun. Sana mantıklı bir açıklama yapamam ama biliyor musun oğlum, aşkın mantığı yoktur. Evet ben kocamı aldatarak en büyük günahı işledim. Ama tanrı bana bu günahın karşılığı olarak seni; dünyanın en büyük hediyesini verdi. Bu benim en büyük tesellim. Mutlu bir yuvam vardı fakat bana daha büyük mutluluklar yaşatan gerçek babana karşı koyamadım. Sevdim; sadece sevdim oğlum, kocamdan öncede sevmiştim, kocamla beraberken de sevdim. Yüreğimde başka birinin sevgisini taşıyarak evlendim kocamla ve o sevgiyi yüreğimden atamadım. Bir yüreğe iki sevda sığdıramadım oğlum ve birini tercih etmek zorunda kaldım. Yirmi beş yıl gecikmelide olsa ben gerçek sevdama gidiyorum. Yaşlanmış bedenim toprağa uzanacaksa bu onun yani gerçek babanın kollarında olmalı. Sana yanımıza gel, bizimle yaşa diyemem. Senden tek isteğim benden nefret etme ve sende annen gibi her şeyi göze alarak sev. Seni seviyorum; annen.’’ Elinde annesinin yazdığı mektupla vapur iskelesinde bir heykel misali donup kalmıştı delikanlı. Vücuduna komut veremeyecek kadar karışmış belleği sadece mektupta yazılanları hatırlayabiliyordu. Annesi, hayatta en güvendiği en sevdiği en kutsal varlıktı onun için. Meleklerin neye benzediğini sorsalar annesini tarif etmeye başlayabilirdi. Fakat şuan elindeki kâğıt parçasında yazılanlar annesinin düşündüğünün tam tersi bir insan olduğunu anlatıyordu. Ne düşüneceğini, neye inanacağını bilemiyordu. Annesi bunu yapmış olamazdı; babasını aldatmış, yıllarca babasının yanında başka bir erkeğin aşkıyla yatmış, babasıyla sevişirken başka bir erkeği hayal etmiş olamazdı. İşin en kötü tarafı yirmi yaşının tazeliğinde bir piç olduğunu öğrenmesine neden olmuş olamazdı. Kimdi gerçek babası, neredeydi, şuana kadar neden ortaya çıkmamıştı, annesi bu gerçeği saklamayı nasıl başarmıştı. Sorular, sorular, sorular. İskeleye yanaşan vapurun düdüğüyle kendine gelmişti. Aklındaki sorular bir sonuca varmıştı bir anda. Kabullenemezdi bu gerçeği, annesinin yaptığını kabullenemezdi. Vapur yavaş yavaş hareket ederken bir anlık bir çeviklikle atladı. Hava çelik bir ustura gibi soğuktu ve zemherinin en acımasız günlerinden bir yaşanıyordu. Buna rağmen delikanlı güverteye çıkarak bir koltuğa oturdu. Dalgalı denize bakan gözleri adeta derinliklerde bir çıkar yol arıyordu. Ağır ağır ilerleyen vapurdan boğaz bir başka güzel görünüyordu. Ama bu güzellik delikanlıyı hiç etkilemiyor, aklındaki kötü düşünceleri dağıtmaya yetmiyordu. Zihninin içinde gerçekten çok kötü düşünceler vardı ve bu düşünceleri uygulaması an meselesiydi. Yavaşça doğruldu oturduğu koltuktan ve güverte korkuluklarına doğru ağır ağır ilerlemeye başladı. Annesinin sıcak sinesine kavuşamamıştı ve denizin soğuk sinesine doğru ilerliyordu. Kararlıydı intihara; az sonra yaşadığı tüm acılar bitecekti. Bir günah tohumu olarak yaşamak istemiyordu. Korkuluklara tutundu ve denizin derinliklerine doğru uzun uzun baktı. Güverte kapısının arkasındaki dolabın kapağının hafifçe aralandığını fark etti ve o yöne dikkatle bakmaya başladı. Bu görüntü onun bir an içinde olsa intihar fikrinden uzaklaştırmıştı. Ağır adımlarla dolaba doğru ilerlemeye başladığında dolabı içinde bir çift gözün korku dolu bakışlarla kendini izlediğini fark etti. Dolabın kapağını açtığında gördüğü manzara karşısında derin bir ürperti yaşadı. Minicik elleriyle üşümüş ayaklarını ovuşturan bir çocuk ürkek gözlerle biletçiyi kolluyordu. Bakışları adeta dolabın kapısını örtmesini ister gibiydi. Üstü başı yırtılmış, sefil durumdaki bu çocuk delikanlıyı intihar fikrinden tamamen uzaklaştırmıştı. Kimi kimsesi gidecek bir yeri yoktu anlaşılan. Yoksa neden bu vapurun güvertesinde saklanacaktı ki. Belki kendi gibi bir günah meyvesiydi. Sokaklara terkedilmiş bir günah meyvesi. Şefkatle tuttu çocuğun elinden delikanlı ve yavaşça dışarı çıkardı.korkmaması gerektiğini, ona yardım edeceğini söyledi. Yavaşça oturdular koltuklardan birine. Güvertede sadece ikisi vardı ve birde soğuk esen bir rüzgâr. Kırılmasından korktuğu bir çiçeğe dokunur gibi okşadı çocuğun başını. Merakla sorular sormaya başladı ve aldığı cevaplar karşısında hüzünlenmesi gerekirken gülümsüyordu. Çocuk annesi tarafından sokağa terkedilmişti ve babasını hiç tanımamıştı. Gündüz sokaklarda dolaşıyor, tezgahlardan çaldığı yiyeceklerle karnını doyuruyor, akşamları ise son vapura binip bir köşede saklanarak soğuktan korunuyordu. Beş yaşının tazeliğinde sokaklara terkedilmiş ve sefalete itilmiş olarak yaşamaya çalışıyordu. İntihar kelimesinin anlamını bilmese de kendini denize atmayı hiç düşünmüyor sadece günü yaşamaya ve rahata kavuşma hayallerinin gerçekleşeceği anı düşünüyordu. Yaşam kutsiyetinin farkına varmış içi rahatlamıştı. Kuzguncuk iskelesine yanaşan akşam vapurundan inen iki terkedilmiş yolcu el ele tutuşarak köşe başındaki çörekçiye doğru yol almaya başladı. Biri aç karnını diğeri ise aç yüreğini doyuracaktı. Açlık hisleri belki hiç tükenmeyecekti ama yaşamdan asla kopmayacaklardı. Dışarıda kar yağıyordu ve soğuğa rağmen yürekleri sımsıcaktı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © KURTSEYT, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |