Umutlarım her zaman gerçekleşmiyor, ama yine de her zaman umuyorum. -Ovid |
|
||||||||||
|
Bu başka, bu başka diye bir ses çınlıyor kulaklarımda. Kafamın arka tarafından sol kulağıma doğru şiddetlenerek yayılan bir ses. Sonra ölü bir sessizlik oluyor. Gözlerimi kısıp bekliyorum devam etmesini, sanki cellat baltasının altında ölümü bekleyen suçlu gibi. Ama bir türlü yeniden tekrarlanmıyor. Sonra ikinci bir ses yanıt veriyor. Hayır, hayır. Gittikçe yavaşlıyorken sesler, ben Morfey’in koynundayım. Tan, tan diye sesler çıkarıyor. Bu pencere ve yağmur yağıyor. Düşünüyorum. Nerde duydum yağmurun bu tan tan sesini. Her taraf aydınlık gözlerimi açıyorum, deminki hayal beni terk etmiyor. Evet yerde ezilmiş bir yatak ve pencerede iki kişi ama sadece bir anlık görüntü bu. Hatırlıyorum tan tan sesleri düşümdeki bu anıdan geliyor. Oda garip bir biçimde gizemli gelmeye başladı. Hatta bacakları eskimiş tahta masa bile bu durumdayken olabildiğine gizemli. Mesela içinde hala soğumuş bir miktar kahve kalmış bu cam bardak. Kim bilir ne zamandan kalma. Kimler dokunmuştur ki, ya da nasıl olmuş da buraya düşmüş. Onun, ya onun eli değmiş midir bu bardağa? Geçenlerde tüm bu düşünceler sabrımı taşırdığında bir arkadaşıma anlattım. Anlattım da denemez ama bir tür monolog gibi bişeydi. Ben konuştum o sustu, o sustu ben susmam gerektiğini anladım. Sonra da bön bön bakışlardan korunmak için kaçacak delik arıyordum. Ne dediğimi hatırlamıyorum. Bir süre sessizlik oldu. Şu beni mahveden türden. Yağmuru özlüyorum sessizlik olunca. En azından Tan Tan diye atonal bir müzik var. Şu kahredici sessizlik yok. Sessizlik arkadaşımın tok sesiyle def oldu gitti. Öyle minnet duyarak bakmıştım ki, zavallı sözlerinin beni etkilediğini düşünerek daha cana yakınlıkla hep böyle olduğunu kafama takmamam gerektiğini ve başka bir şeyler zırvaladı. Söylediği sözlerin değil seslerin anlam taşıdığını anlata bilseydim herhalde şok geçirirdi. Herhalde hiçbir zaman anlayamayacağım şey duygularımın nasıl olup ta bu kadar köreldiğidir. Resmen sahte duygularla yaşıyor gibiyim. Şimdi diyeceksiniz ki, insanların çoğu bu sahte duygularla yaşıyor, evet ola bilir. Ama en azından öyle bir kişi veya yer vardır ki, orda insanlar maskeli duygular balosu yerine, Rio karnavalındaki gibidirler. Sorun bu yer veya kişinin benim için olmayışıdır. Mesela klasik bir muhabbette birisi sizin hakkınızda kötü bir söz söylerse ne yaparsınız? Çoğu kişi küser, incinir, kırılır, orayı terk eder. Peki ben ne yapıyorum? Sadece onurlu bir insan ne yapardı sorusunun cevabını bulmaya çalışıyorum. Burada onurlu, yalaka, aşağılık gibi sıfatların hangisinin olduğu önemli değildir. Tamamen rasgele seçilmiş bir biçimde gelişiyor. Bir el uyandırıyor beni. Gözlerim yarım açık. Kokudan anlıyorum bu o değil. Bu ona benzeyen bir kimse değil. Ama yumuşakça okşuyor saçlarımı. Zihnim gene bulanık, kim olduğunu algılamıyorum. Birkaç soru soruyor gölge ve ayrılıyor. Yanıtlıyorum, ama cevaplarım alakasız. Kendi cümlelerimi anlamıyorum. Yapabileceğim bir şey var mı? Bir yerde dur demek, bir yerde bu sessizlik ve gölge oyununu bitirmeğe cesaretim var mı? Kendime yalan söylüyorum ve yalan söylediğimi bildiğimden gülümsüyorum. Bir gün kendi kurduğum bu oyunu bitire bilirim. Evet bu tiyatro oyununda yönetmen benim. İstediğim zaman parmağımı bile kımıldatmadan, tanrısal bir şekilde oyunu bitire bilirim. Ama bir gerçeğin farkındayım. Bu oyun artık kontrolümde değil. Artık doğaçlama gelişiyor tüm sahneler. Eskiden diyalog diye yazdığım sahnelerde tek bir oyuncu tüm diyaloğu monoton bir sesle okuyor. Ve o oyuncu hem benim hem de değilim. Belki de.. Belki de… diye fısıldıyor içimden bir ses. Nasıl olsa bu sesler o korkunç sessizlikten daha iyi diye evet belki de ne? Diye soruyorum. Belki de diyalog zannettiğin şey, görmek istediklerinin ve senin karşılıklı konuşmalarınız. Ama ya kendini kendinle konuşan gördüysen? Öteki sadece bir düş. Ve düşümde kendimi görmüyorum, o sadece bir gölge. Öyleyse ya sen yalancısın, ya da düşündeki insan yalancı. Kendine yalancı demen daha doğru olur diye çınlıyor bir ses. Düşündeki insanı yalancı düşlediğini ve seni devamlı aldattığını kim yutar? Ya ben böyle istiyorsam? Diye bağırıyorum Yine o korkunç sessizlik. Aynı tekdüzelikte, aynı rahatsız edici şekilde devam eden sessizlik. Sadece bu konuyu konuşmak istemiyorum. Ama bakın oyun hala benim kontrolümde diye sesleniyorum. Seslerin bir daha asla ortaya çıkmayacaklarından korkuyorum. Sonra içimi daha kötü bir korku sarıyor. Ya onlar bu korkumdan haberdar olsalar ne olacak. Ama sesler artıyor. Tanıdık değil ama içimi ferahlatıyorlar. Gözlerim açık, karnım aç, üstümde mavi gökyüzü. Artık sabah oluyor.. Bu artık oyun değil.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Elşen Hudiyev, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |