..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Çok söz hamal yüküdür." -Yunus Emre
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Başkaldırı > deniz tarsus




26 Ocak 2008
Kurtuluş Kaçıştı  
deniz tarsus
Güneşin orada olduğunu biliyordum. Asık suratlı, gri mizaçlı bulutların ardında... Bizim onu özlememizi bekliyordu sanki. Hava bile kendi soğukluğundan rahatsız olmuştu. Buğulanmış camlar, içerinin sıcak olduğunun en güzel kanıtı, benim de huzur kaynağımdı.


:AIHH:

KURTULUŞ KAÇIŞTI...

Güneşin orada olduğunu biliyordum. Asık suratlı, gri mizaçlı bulutların ardında... Bizim onu özlememizi bekliyordu sanki. Hava bile kendi soğukluğundan rahatsız olmuştu. Buğulanmış camlar, içerinin sıcak olduğunun en güzel kanıtı, benim de huzur kaynağımdı. Sobamızın üstünde hüzünlü ve tedirgin salınan portakal kabukları kurumuş, hepsi de buruşmuştu babannemin memeleri gibi... Bekliyorduk. Annem üzülmekten yorulmuştu besbelli. Sessizlik, kulaklarımıza munzur bir cin gibi nefesini üflemekteydi. Annem durmadan dinlenmeden yemek yapıyor; temiz çamaşırları yeniden yıkıyor, bal dök yala merdivenleri tekrardan siliyor ve makine hızında atkı, eldiven, bere, kazak, artık aklına ne eserse örüyordu. Gazetede çalışmadığı zamanlar yapıyordu üstüne üstlük tüm bu saydıklarımı. Şişlerden bir ara kıvılcım çıkacak zannetmedim değil hani. Beklemenin boş doluluğu, bizi oyalamaktan başka bir işe yaramıyordu.

80'ler... Babam kaçmaktan yorgun düşmüş, düşüncelerinin tazeliğini korumaya çalışmaktan sefil olmuş ve onlara tutunmaya çalışırken de elleri nasır tutmuştu. Babam: "Ülkem için varım, yok saysalar da..." demişti bir gün annemle yemek masasında konuşurlarken... Tabi daha o zamanlar babam adına tutuklama emri çıkartılmamış, o da hiç saklanmak zorunda kalmamıştı devletin ceset kokan nefesinden. Yorgun doğru... Babam baştan aşağıya "dürüst"tü. Ona beni ulaştıran en doğru kelime bu sanırım. Babam gitmek zorunda kaldı. Uzaklara... Bense anlayamadığım sebeplerden okula gidemiyordum. Dudakları dağlanmışçasına susmak, bir çocuk için en zorudur. Annem her gün tembihliyordu gazeteye gitmeden önce: "Aman diyeyim yavrum, sakın kimselere baban hakkında bir şey söyleme!" Bense doğruluyordum başımla. Elden ne gelir? "Eğer baban hakkında bir şey söylersen bitanem, babanı bir daha hiç göremeyiz, oldu mu güzel kuşum benim? En çok güvendiğimize dahi, onunla telefonlaştığımızı söylemek yok, amcana bile..." Kucağına oturtup, saçlarımı okşarken söyledikleri beynime kazınmıştı adeta. Baba hakkında konuşmak yasak... Elinden gelse onu unut diyecekti çaresizliğinden, bitane annem.

Annem öğleden sonraları işe gidiyordu . Zaten çok çalışmasına gerek yoktu, çünkü gazeteler de, insanlar da katliamlara gözlerini kapamışlar ve doğrular için ağızları çalışmaz olmuştu. Her renk yalana dolaşmış, her aşk uzağa kaçmış, her karar en doğruya dönüşmüştü. Silah ihtiyaç, kurşunlar da ağızdan dökülen sözler kadar doğal karşılanır olmuştu. Bir gün annem işe gittikten sonra, babamın yakın arkadaşı Hikmet Amca geldi eve. Ben annemin tembihlerine uyup önce "Kim o?" diye seslendim tabi. Gelenin Hikmet Amca olduğunu anlayınca, heyecanla açtım kapıyı. Çok severdim Hikmet Amca'yı... Her geldiğinde renk renk balonları cebinden çıkarırdı. Bilirdim gene getirdiğini, ancak ne var ki her defasında bilmiyormuş gibi yapıp, balonlara şaşırmak hoşuma giderdi. Kendimi ergenlik adayı olarak gören ben, getirdiği pastayı mutfakta hazırlayıp, yanında meşrubatıyla ikram ettim. Oturduk, konuştuk uzun uzun. Kaç yaşında olduğumu sordu. Onbir dedim gururla. Doğum günümü sordu sonra da muzip bakışlarıyla bilse de... Ben de cevapladım hemen ezberimden: 23 şubat... Az kalmıştı. Şunun şurasında üç güncük... Heyecan doluydu gözbebeklerim. Parka gitmeyi teklif etti bana. Sorumlulukların ağırlığını üstümden atıp, hemencecik özlem duyduğum o küçük kıza dönmüştüm.. Ben ve çocuk olmanın zorluğu... Okula gidememek canımı yakıyordu. Arkadaşlarımı özlemiştim, kaç zamandır göremiyordum onları. Annem neyime yeterdi ki oyunların yalnızlığında? Annem evden asla ama asla çıkmamamı söylemişti kaç defa... Papatya tenimden uçtu gitti sorumluluklar, sarı polenler gibi. Montumu geçirdim hemen üstüme, pabuçlarımı bağladım. Hazırdım. Hikmet Amca "Ayakkabıları ne de güzelmiş benim tatlı şerbetimin!" demeye kalmadan atıldım: "Evet ben de çok seviyorum, babam aldı." Söylediğim gibi kafama bir balyoz indi. Ne demiştim ben? Yasak kelimeyi kullanmıştım. Hikmet Amca aradığı kelimeyi bulmuştu. Beni tekerlek seçmiş, yerde yuvarlamış ve ihanetiyle hızlanıp babama ulaşmıştı işte. Bulmuştu istediğini: sonraları pişmanlığına dönüşecek babamın adı... Köstebek... O günden sonra fark ettim onun köstebeğe gerçekten ne kadar benzediğini. Yaralı ruhlar... İhanetle saplanan iğneler hala tenimde ... Kim babasına böylesine büyük bir zarar verebilir? Kırmızı, kedi işlemeli pabuçlarım... Canımdan çok sevdiğim, çünkü babamın binbir zorlukla elden ele yollattığı pabuçlar onlar.

Bizi sorguya aldılar sonrasında. Sorgu dediğimde: hiddetli, sonu gelmez acılar... Pişmanlığımın ağırlığı bir fil gibi dudağıma asılıydı şimdi. Ne tecavüzler, ne bitmez tükenmez tehditler, ne de hakaretler... İşkenceyi ayrıca söyleme gerğinde bulunmuyorum, çünkü her işkence tecavüzle noktalanıyordu zaten. Ayrıntılar gözlerime işledi. Sperm kokusu kaç geceler kusarak uyanmama sebepti... İniltiler artık öylesine normal geliyordu ki bana, sanki karşılıklı konuşmaların uzaktan gelen yankılarıydı onlar. Uyku zincire vurulmuştu, artık bana çok ırak olan çocukluğumun kek kokulu sevinçleri gibi. Hikmet Amca... Yüzüne tükürmüştüm çok sonraları, pişmanlığını dile getirmek için kıvranırken. Çabalar... Hepsi mundar olmuştu. Babamı asla göremedim sonrasında. Annemle tek öğrenebildiğimiz: babamın kaçışıydı, ailemizinse kanatları...

Yılların yılgınlığı elimde ince uzun kelimelerin hüznüne dönüştü sonu umutla biten.

"Sakın koparma kanatlarını,
Kaçış da bir kurtuluş...
Yakalanması gereken ruh,
Yaşanması gereken bir hayat olduktan sonra..."




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Son Adam
Candır Bizim Kazma Kürekle Kazdığımız


deniz tarsus kimdir?

İstiklal'in sıradan kalabalığının sıradan bir yolcusuyum. Ege göbeği yoktur bende ama içkiyi severim ve her insan gibi en çok ölümdür korkum. . . Genellikle, genellemelerden hoşlanmam.

Etkilendiği Yazarlar:
Kafka, Nazım Hikmet, Marguerite Duras, Tolstoy, Elif Şafak, Murathan Mungan, Saul Bellow, Pınar Kür, Dostoyevski,


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © deniz tarsus, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.