Değişim dışında hiçbir şey sürekli değildir. -Heraklitos |
|
||||||||||
|
Umut, Her sabah sekiz gibi (pazarları hariç) yayınevine gider (Galatasaray yokuşunun hemen sonunda, sinemanın yanındaydı bu yayınevi) gerekli işlerini görür, bu işler; rafları düzeltmek, iki sokak ilerdeki lokantadan dört kişilik yemek siparişi vermek, gelen müşterileri; söyledikleri yazar ya da kitap isimlerinin (hiç sekteye uğramadan) bulunduğu rafa yöneltmek gibi pek de müsbet olmayan işlerdi. Saat altı gibi yayınevinden çıkar, caddenin sonundaki kahvede oturur(Fransız kahvesini andıran bir yerdi burası), köpüğü bardaktan taşan bir kapuçina içer, birkaç mecmua karıştırır, haberleri okumaz, kahvede çalışan kızın bacaklarını öpmek isterdi. (Kim öpebilirdi bu bacakları? Kendi öpemediğine göre, demek harikulade biriydi. İhtimal onu öpen insan da, kimsenin onu görmediğini düşündüğü bir anda burnunu karıştırmış olamaz mıydı? Belki bu kız da, öpenin bu halini görmediği için ona katlanıyordu. Bunlar ihtimallerdi.)Kahveden yediye doğru kalkar, sinemaya giderdi. Sinema, bazı günler tiyatroya dönüşürdü. Sonra evine gider, loş ışık altında gece geç saatlere kadar kitap okurdu. Umut’un günleri biteviye sürüyordu. Fakat o bu durumun farkında değildi. Çünkü Umut, herkesi kendi gibi yaşadığını düşünüyordu. Herkes onun kadar sıkılır, herkes onun kadar sevinirdi. Daha fazlasını ya da eksiğini hiç düşünmedi. Umut, zamanla yayınevinin salt kitap yayınlamak için kurulmadığına tanık olacaktı. Yayınevi aynı zamanda, topluma merdümgiriz üretiyordu. Firma bu işi alenen yapmıyordu, çünkü yasalara göre merdümgiriz üretmek suçtu. Fakat firma, bunun topluma zarar verdiğini düşünmüyordu. Çünkü; bu merdümgirizler, öyle düşük bir firmadan değil, ülkenin en iyi yayınevinden çıkıyordu, yani diğer merdümgirizlerden elbet de bir farkı, bir alâmetifarikası mevcuttu. Umut bu durumu fark ettiğinde pek sesini çıkaramadı. Çünkü kurum bu işi otuz seneyi aşkın bir süredir ifa ediyordu. Üstelik işlerinde muvaffaktılar, yani şu ana kadar en ufak bir beis teşkil eden durumla karşılaşmamışlardı. Umut’un muhalif duruşu, açıkçası pek umurlarında olmazdı. Fakat Umut, bu gidişata bir dur demesi gerektiğini düşündü. Geceleri geç saatlere kadar yayınevinde kalmaya başlamıştı, işi olmasa bile bir iş buluyordu kendine. Rafların tozunu alır, tuvaleti temizler, muhasebe hesaplarına yardımda bulunurdu. Umut’un bu uğraşı sonuç vermişti. Elifi elifine sekiz gün sonra Umut, üzerinde “Merdümgiriz Üretim Merkezi” yazılı kapının önünde duruyordu. İçeri girmeden önce bir göz attı, içeride; iki tane merdümgiriz gördü, yaşları on beş ya da on altıydı. İçini, korkuyla karışık nefret kapladı. Birden en olmadık anda içeri girecek – bı-ra-kın onları! Diyecekti, bunu yapamayacağını biliyordu, ama o bu duruma "gereksiz" teşhisini koydu. Odadakiler, çocuklara birşeyler söylüyorlardı. Daha çok soru sorar gibi bir halleri vardı. Çocukların cevaplarından sonra ellerindeki kâğıtlara bir şeyler yazdılar ve çocukları da yanlarına alıp, kapıya doğru yöneldiler. Onlar odadan çıkacaklarken, Umut kendini ileride duran dolabın içine attı. Kalbi hızla çarpıyordu. Nerden bulaştım bu işlere diye düşündü. Sonra bu düşüncenin utancını yaşadı. Çünkü o bu insanları kurtaracak belki de tek kişiydi. Ayak sesleri uzaklaştığı vakit, Umut da dolaptan çıktı. Başına düşen evrakları sessizce yere bıraktı ve kapıya seğirtti. İçeride kimse yoktu. Odaya girdiği vakit, gözüne ilk ilişen; sağ taraftaki masada, Dostoyevski’nin Suç Ve Ceza romanı oldu. Bu romanı beğenmezdi Umut. Ona göre ceza da bir suçtu. Odada gözüne çarpan diğer şey ise; bir raf olmuştu. Alfabetik sıraya göre sıralanmış dosyalar vardı bu rafta. Hemen üzerinde “A” olan dosyayı aldı ve karıştırmaya başladı. İçinde birtakım isimler vardı. İsimlerin karşısında, kişilerin doğum tarihleri ve üstünde "Çıkış" yazan diğer bir tarih vardı. Sonra idrak edebildi. Bu bir listeydi. Merdümgirizlerin listesi. Ne kadar çokmuş dedi içinden. Birkaç mahut isim vardı, fakat tanıdığından emin olamadı. Hemen üzerinde “B” yazan diğer dosyayı karıştırdı. Sonra diğerini, sonra diğerini... Biraz vakit geçmişti ki Umut, birden dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti. Elinde tuttuğu dosyayı, sol tarafındaki masaya yavaşça bıraktı, hareketsiz bir biçimde dosyaya baktı. Dosyada; “Umut Yok – 18.05.1963 – – “ yazıyordu...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © cem beşer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |