Tanrı insanı yarattı, insan da sanat yapıtını. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
VE YOLLARIN TOZUNDA ERİDİ GÖZYAŞLARI Elindeki simitten ufak bir parça koparıp uzattı: –Al, dedi, gözün kalmasın. Omuz silkti çocuk, gözlerini uzatılan simit parçasından kaçırarak: –İstemem, diye konuştu. Babam bana her zaman alıyor. Karşısındaki diretmedi: –Sen bilirsin, deyip arkadaşına sunduğu simidi bir defada ağzına tıkıştırdı. Diğeri yutkunarak baktı ona. Az sonra: –Senin simit katı, dedi. Babam bana hep taze alır. –Ne katısı? Elle bakalım… Çocuk kutsal bir şeye dokunuyormuş gibi çekinerek uzandı, simidi sıktı. –Tazeymiş, diye mırıldandı yavaşça. Diğeri memnun, yemesine devam ediyordu. Işıl ışıl parlayan gözlerle tepeden bakıyordu arkadaşına. Aniden hatırlayarak oturduğu çitten atladı. Ayaklarını pat pat yere vurdu. –Nasıl? diye sordu. Ayakkabılarımı beğendin mi? –Beğendim, çok güzel. –Aynı iskarpin gibi, öyle değil mi? –Aynı ama iskarpin değil işte. Alt tarafı lastik… –Lastik mastik… Sen görünüşüne baksana… İskarpinden ne farkı var? Küçümseyerek arkadaşının ayakkabılarına baktı: –Seninkiler lastik bile değil; altı üstü naylon işte… Sağlam olsa neyse, her tarafı yırtılmış. Kıskançlığından öyle diyorsun. –Ne kıskanacakmışım? Bunları mı kıskanacağım yani? Ben babama bir söyleyeyim, hemen alır. –Alsın da görelim! –Hem de iskarpin cinsinden… –Alsın da görelim dedik, fazla konuşma! –Göreceksin bak. Diğeri gülümsedi. Cevap vermeye tenezzül etmiyordu. Eğilip yeni ayakkabılarının tozunu elleriyle sildi. Sonra simidini yemeye devam etti. Şimdi ağır ağır, tadını çıkara çıkara, arkadaşının gözlerinin içine baka baka yiyordu. Karşısındaki mağlûp olmuş bir kıskançlıkla gözlerini kaçırdı. Eğilip bir taş aldı, karşı bahçedeki bir ağaca nişanlayıp attı. Vuramadı. Neden sonra arkadaşına dönerek titrek bir sesle sordu. –Azıcık giyeyim mi? –Olmaz, babam kızar sonra. Ama o kadar istiyorsan elleyebilirsin. Çocuk birkaç saniyelik tereddütten sonra elini uzattı, yeni lastik pabuçları şöyle bir elledi. “Pırıl pırıl!” diye geçirdi içinden. “Aynı cilâlanmış gibi, aynı iskarpin gibi.” Gözleri kendi ayakkabılarına kaydı bir an: Naylon ayakkabılar… İki senedir onları giyiyordu. Soldakinin arkası yırtılmış. İkide bir çıkıyordu ayağından. –Ne oldu? diye sordu öbürü. Yırtık ayakkabılarınla benimkileri mi karşılaştırıyorsun? Çocuk söylenenleri hiç duymadı. Ağır ağır doğruldu.“Gidip söyleyeceğim babama.” diye düşündü. “Bugün çarşamba, Pazarköy’ün pazarı. Binsin minibüse, pazara gidip ayakkabı alsın bana. Murat’a almışlar. Hem de iskarpin gibi. Bana da öyle alsın. Bir de kocaman simit alsın.” Aniden dönerek koşmaya başladı. Arkadaşı ardından bağırıyordu: –Nereye lan Hüseyin? Henüz on beş adım gitmişti ki sol ayakkabısı çıktı. Ayakkabıyı giymek üzere geri döndü. Murat olanları görmüş, uzaktan kahkahalarla gülüyordu. Ona ters ters bakarak: –Ne gülüyorsun lan? diye bağırdı. Murat hâlâ gülüyor, güldükçe neşeleniyordu. Çocuk, kahkahaların ruhunda yarattığı aceleyle ayakkabıyı eline aldı. Giymeden, yalınayak koşmaya başladı. Evin önüne vardığında durdu, biraz soluklandı. "Almaz." diye düşündü bir ara. "Ayakkabılar daha yeni, der de almaz. Ne zaman bunlar temelli eskiyecek, giyilmez duruma gelecek ancak o zaman alır. Alsaydı, alıverseydi ne olurdu sanki! Taş çatlasa on lirası giderdi. Ama onun karşılığında oğlu istediği gibi koşar, dağ bayır demeden gezerdi. İkide bir çıkmaz, kutu gibi sarardı ayaklarını. Alsaydı bir... Ne iyi olurdu o zaman. –Eskimeden almaz, diye mırıldandı somurtkan bir sesle. Ne yapabilirdi? Muhakkak eskimesi mi lâzımdı bu ayakkabının? Beyninde şimşek gibi çakan bir fikirle: –Dur sen, diye mırıldandı; şimdi buldum işte. Aniden geri dönüp dama doğru seğirtti. Az sonra elinde bir keserle çıktı damdan. Sağına soluna bakındı; etrafta kimsenin olmadığına kanaat getirince öbür ayakkabısını da çıkarıp bir taşın üzerine yerleştirdi. Sonra kaldırdı keseri, vurdu. Vurdukça neşeleniyor: –Geber, pis naylon! diye mırıldanıyordu. Ayakkabıların giyilecek tarafı kalmadığına emin olunca alıp eve koştu. Kapıyı açıp eve girmesiyle kaybolması bir oldu. –Anaa, o anaa! diye bağırarak oturma odasına girdi. İçerde kimsecikler yoktu. Tam odadan çıkacakken yan taraftaki küçük mutfaktan annesinin sesi duyuldu: –Ne var lan, ne bağırıyorsun? Mutfaktayım işte! Çocuğun sabırsız ve cırtlak sesi mutfağa girerken yine çınladı: –Babam orda mı? Kapıyı açmış, babasını görmüştü. Yere bağdaş kurarak oturmuş, önündeki sofradan yemek yiyordu. Çocuk sevinçle: –Hah, dedi, buradaymış! Sedirde patates soyan anası: –Otur, sen de ye, dedi. Çocuk babasının yanına kadar gelip ayakkabıları uzatarak: –Bunlar eskidi baba, dedi. Yenisini al. Babası burnunun ucuna kadar sokulan ayakkabılara, sonra da çocuğa ters ters bakarak: –Çek şunları, diye homurdandı. Yemeğin içine düşüreceksin. Çocuk irkildi. Yaptığı hatanın farkına varmıştı. Azca gerileyerek heyecanlı bir sesle devam etti: –Murat’a babası yepyeni bir ayakkabı almış. Bana da al be baba! Ama iskarpin cinsinden isterim. Murat’ınki lastik. Babası oralı olmadı. Çocuğa hiç bakmadan yoğurt dolu çanaktan bir kaşık yedikten sonra: –Ayakkabıların yeni, dedi. Daha bir sene idare edersin. Çocuk arzunun kırbaçladığı bir aceleyle atıldı: –Eskidi be baba; baksana, paramparça oldular. Giyilecek hâlleri kalmadı. Annesi tiz bir haykırışla sedirden kalkarak çocuğun elinden ayakkabıları aldı: –Ne bunlar lan, kim parçaladı bu ayakkabıları? Kadın bir naylon yığınını andıran ayakkabıları kocasına gösteriyor: –Herif herif, diyordu. Baksana şu ayakkabılara... Ne hâle getirmişler? Babası önce ayakkabılara sonra çocuğa baktı. Karşısında korkudan tir tir titreyen çocuğun sesi soluğu kesilmişti. –Kim yaptı bunu? Ağlamaklı bir sesle: –Eskidi, diye mırıldandı çocuk. Kendi kendine eskidi. Ben bir şey yapmadım. Babası her şeyi anlamıştı. Azca uzanıp çocuğu kazağından kavradı, kendisinden yana çekti. Ufacık kulağını iri parmakları arasında birkaç saniye ovaladıktan sonra bağırdı: --Ulan hayvan herif, kuş kadar beyninle babanı mı aldatacaksın? Yepyeni ayakkabıları nasıl kesersin? Bu evde hazine mi var? Çocuğun hıçkırıkları arasından: –Eskidi be baba, lâfı zorla çıktı. Sonra odayı küçücük ve tazecik bir yanakta şaklayan bir tokat sesi sardı. –Yıkıl karşımdan! Çocuk geldiği hızla odadan çıktı. Yalınayak fırladı bahçeye. Dağa çıkan yolda koşmaya başladı. Ve yolların tozunda eridi gözyaşları. (Son) erturanelmas.megabb.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Erturan Elmas, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |