..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Hiçbir zaman karakterlerimin hüzünlü olduklarını düşünmedim. Tersine yaşam dolular. Trajediyi seçmediler, trajedi onları seçti. -Juliette Binoche
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Turgay DELİBALTA




5 Şubat 2009
Ürkek Bıldırcın  
Turgay DELİBALTA
Kürekçiler hasatsız denizi köpürttüler kürekleriyle, tez yürüyüşlü gemi gün batarken ulaştı Sirenlerin adasına, yüreğim kopacak gibiydi, kanatlanıp uçacak gibiydi. …………………………… “Melih Cevdet Anday”


:BJFJ:
Bu kadar soluk, bu kadar soysuz yaşamın her gün biraz daha örüldüğü, kent içinde hep sığınacak bir yer aradı. İnsan kümelerinin hemen bulvarlara açılan arka sokaklarında küme küme küçük iskemlelere oturup günlük sıkıntılarını atmaya çalıştığı yerlerde oturup günün yorgunluklarını atmaya çalışır. Bazen o küçük iskemleli yerler yetmez daha sakin ve yalnızlıklara açılabilecek kapıların bulunabileceği yerler, kapılar arayıp durdu.
Bu yerlerde oturanların bir kısmı öğrenci, bir kısmı kent kaçkını, bir kısmı ise başkentte iş takip etmek üzere gelmiş kentin geçici sakinleri. Bazen yürüttüğü işlemlerden sıkılan ya da çıkmaz sokaklara düşen yolların verdiği sıkıntılardan ırak seçilen yerlerden biri.
Bazen uğrayıp kafa çekmek üzere kentten kaçmak için kendinizi saklayabileceğiniz merdiven altı ya da hemen bulvarları iki kıyısın da yükselen gök delenler altında bodrum katlarda soluklanabilir ya da kendinizi bütün gözlerden saklayabilirsiniz. İşte böyle kendinizi saklayabileceğiniz yerlerden birinde. Hafta da birkaç kez gelip bir iki bira içip tam sözcüğün içini dolduracak şekilde bir başınıza politik tartışmalardan, çakır keyif kafalardan ırak kendi yalnızlığınıza kalabileceğiniz mekanlar vardır.
Hemen her hafta merdiven altında olan birahaneye gider orada kendine açılan tüm kapıları kapatır ve iç dünyasında savrulup giden dönülmezlerini hesaplar kendini kent içinde boğan her şeyden uzak tutar oralarda insanlar. Kendi sosyal kümesine ekonomik düzeyine bakmadan gelip oralarda kendini saklar, kendi olanlarından insanlar?
Kentin gürültülerinden kaçkın, ürkek bıldırcın gibi seke seke gelir. Irak yerlerin kokularını getirir gözlerinde. Tek tek gezdirir bütün masaları. En dipte en karanlık köşedeki masaya ilişir kalır. Bir soluk alır gibi, kendini oranın karanlığına bırakır, bazı akşamlar.
Bazı akşamlar; derin gecelerden, gündüzlerden gelip gölgesini yıkar o gecenin karanlığının üstüne. Bir iki kaçamak bakışla bakar çevresine, yer yer takılan gözlerini olduğu yerden koparıp alır. Alır ama ayak izlerini bırakır geride kalanların gözlerinde. Seke seke gezindiği köşe bucak oturduğu mekan da. Geldiği yerlerdeki; kelebeklerin kanatlarındaki renklere akıp gider, buğulu camdan dışarı akan gözleri.
Bir süre sonra, oturduğu sandalye erinçsiz ediyor. Bakınıyor yeniden çevresine, güneşe tutkun yeni kiraz tomurcukları gibi. Güneşin sıcaklığına geç kaldığını duyumsuyor. Geceye dönen yüzünde kentin, dumanları karartıyor günün son ışıklarını.
O bodrum katta sıra sıra birahaneler ve onlarca umut gelir buralarda yeşerir daha başını çıkarmadan toprağın içinden, kaybolup gider. Koca beton yığınlarının alt katlarında.
Hemen garsona bakıyor ve bir bira işaret ediyor.
Garson bütün kıvraklığı ile getiriyor tezden birasını. Onu bekletmeyi göze almıyor çünkü oraya gelenler arasında, dolu dolu bahşiş veren müşterisi olmuyor onun gibi. İşte gün boyu yaşanmışlıklarını bir yudum birası ile başlıyor sökmeye içinden. Hemen ardından çantasından birkaç kitap arasından seçtiği kitabını çıkarıyor ve oradakilere yüz çevirircesine dalıp gidiyor, kitabın tümceleri arasına.
Bir yandan kitap tümceleri arasında gezinirken bir yandan da, çok sesli müziğin dağılan ezgileri arasında geziniyor. Arada bir kitabından ayrılıp birasını yudumlarken yeniden çevrede oturanlarla göz göze geliyor. Aynı ürkeklik bir anda kaplıyor içini ve geri çok sesli müziğin ezgileri arasında bir yudum birasına bırakıyor kendini.
Hafta da birkaç kez tekrar ediyor aynı şeyleri. Çevresi ile ilgilenmiyor sadece kaçamak bakışlarla dolanıp yerinde kalıyor her geldiğinde. Bakınıp gezindiği masalardan birine geldi mi gözleri, kısa süre takılıp kalıyor.
Hep aynı masayı seçiyor. Oturduğu masanın yanında aynı davranışları olan biri oturuyor.
Bir kez onunla göz göze gelmişti arkasından, yağmur bulutları geliyormuş gibi kaçıp gitmişti.
Bir soluk, bir içim su gibi gelir oturur ve gider. Hep aynı masayı seçer aynı yöne döner yüzünü. Çevrede olan biten onu pek ilgilendirmez. Gelip gitmelerinde bir şeyler bırakıp gider çevresine. Garson dışında oranının sürekli gelenleri onun gelip gitmelerini, yalnızlığını merak içinde izlerler.
Bir yıl süreyle aynı şekilde gelip gider, ardında bütün kentin sessizliği, yalnızlığı. Bir ya da iki bira ile döner kent içinde ki kendi döngüsüne.
Yan masada oturanla her geldiğinde kısa aralıklarla göz göze gelir ve giderek uzayan sürelere yayılır göz göze gelmeleri, bir yıl süreyle sessiz ama uzun yıllara dayalı sözcüksüz söyleşmeler olur ikisi arasında.
Aynı yerde aynı masalarda bir birlerini konuk ettiler bir tek sözcük bile konuşmadan.
O akşamlardan birinde; yine aynı masalar boş ve ikisi de aynı soluğu almaya aynı yerlerde oturdular. Yine oturup garsona işaret etti. Garson birasını getirinceye dek; Koyu renkli ceylan gözlü kadın her zaman topladığı siyah, dolgun saçları arsından özenle tokalarını seçmeye başladı ve ustalıkla saçları arsından tokalarını seçip masanın üzerine aynı özenle yerleştirdi. Saçlarını okşar ve severcesine omuzlarından beline doğru bıraktı.
Yan tarafta oturanın hiç o güne kadar görmediği güzellikteki saçları beline doğru inen vücudundaki kıvrımlarda hiçi tatmadığı, duyumsamadığı istemelere götürdü.
Saçlarından çıkardığı tokalarını toplarken birini düşürünce yan masada oturan yerdeki tokayı alıp verdi.
Böylece kendini tanıttı. Aynı istemle uzun saçların çevrelediği o güzel yüz birkaç rengin bir anda esip gittiği fırtınalardan sonra kendini tanıttı. İçinden gelen coşuyu zorlukla bastırarak,
-Ben İpek.
Gözlerinin önüne dökülen kalın, siyah saçlarını arkaya iterek yeniden yüzündeki renk armonisi arasından çıkardığı rengine bürünerek;
-Hep yalnız oturuyorsun, seni bir yıla yakın bir zamandır okuyup yazarken görüyorum.
-Ben de seni okurken ve yalnız oturduğunu görüyorum. Sizi rahatsız etmeyeceksem sizinle oturabilir miyim ?
Uzun yılar paylaşmışlıklar varmış gibi aynı masaya oturdular.
O akşam uzun senelerin dostlukları, yaşanmışlıkları varmış gibi geriye ve geleceğe doğru yanmışlıklarını anlattılar. Her zaman bir iki saati aşmayan o mekan da ikisi de orası kapanıncaya dek söyleştiler. O söyleşme ikisi arasında bir dostluğun ve sevecenliğin başlangıcı oldu. O akşamdan sonra haftanın yarısında o mekanda birlikte oturup söyleştiler.
Artık orası ikisi içinde yalnızlıkların paylaşılacağı mekan olmaktan çıkmıştı.
Birbirlerine dostlarını tanıttılar. Geçmişe doğru ortak dostlarının olduğunu öğrendiler. Bu onların bir birlerine olan dostluklarını giderek pekiştirdi.
İki yıl süreyle aynı mekanda aynı masayı paylaştılar. Hiç tükenmeyen her gün biraz daha çoğalan sohbetler ve konuları paylaştılar.
Öyle ki bu söyleşmeler bazen uzun saatlere sığmadığı oldu. Her ikisi de bütün dostlarına ayırdığı zamanları birlerine verdiler.
Ancak; bir akşam uzun saçlı, çevresine yaşam pırıltıları dağıtan güzel yüzlü kadın gelmedi.
Yan masa eski döngüsüne döndü, uzun süre. Aynı masayı hep dolu buldu. İki, üç yıl her akşam oraya gidip uzun saatler, bekledi.
Birkaç mevsim konup göçtü oralardan, ama yaşama pırıltıları, gülücükleri dağıtan o güzel yüzden bir haber yok. Kentin geceye, gündüze dönen bütün ışıkları bitmez tükenmez bir sonsuzluk ve hızla gelip geçti. Güzel yüzlü kadın yanıp sönen ışıkların hiç birinde olmadı ve hiç bir iz bırakmamıştı.
O mekan artık eskisi kadar güzel ve yalnızlıkların paylaşıldığı yer olmaktan çıkmış kısa aralıklarla göz göze gelmelerin geride kalanı olmuştu. Bazen bulvarın yaşamı muştulayan sesinde onu taşıdı. Bazen kent içinden ürküp giden bulutlar arasında bir mevsim, konup göçen bıldırcınları anımsattı.
O gideli kent tek mevsim kaldı. Durmadan o kentte onu aradı. Bezen o koca kent bir avuç içi kadar küçülüyor ona ulaştığını düşünüyor, bazen kent sınırları sonsuzlaşıyor.
O kendine bir kapı yaptırmış demirden, çok ağır. Çok kolay açılır- kapanır istenince. Yaptırdığı kapıyı olanca ağırlığı ile kapatmış ve açmamıştı.
Onu kalın bir kemer gibi saran kale duvarları ile çevirdiği dünyasında, hiç solmayan güleri ve her mevsim açan renk renk kır çiçeklerinin kokularını, yaşam şarkıları, ezgileri fısıldayan dudakları arasından akıp giden çöl içerisinde kızgın soluklara ilk yaz canlılığını taşıyan, dağıtan sesinin oluğu bulvarlarda akıp giden yüzlerce sesin arasında ince ince esip gidiyor. İlk yaz bulutları gibi bir görünüp bir yok olan.
Turgay Delibalta




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplumcu kümesinde bulunan diğer yazıları...
Parlament Mavisi Portakal Dilimleri
Bu Aynanının Rengi Yok
Güneş Dağların Arkasına Çömelince
Çarşaf Duvar
Kırk Yıllık Kanatlarımı Kırıyorum
On Daire Bir Opel
Memur Kızı Menekşe

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Bana Bir Bakış Bul Anne [Şiir]
Kum Tanesiyim Sevgilim [Şiir]
Hanımeli Kokusunda [Şiir]


Turgay DELİBALTA kimdir?

Öykücü-Şair -Yazar

Etkilendiği Yazarlar:
Nazım Hikmet Ran-Yaşar Kemal- Ahmed Arif- Hasan Hüsyin-Puşkin


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Turgay DELİBALTA, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.