Yedi iklim dört köşeyi dolandım / Meğer dünya her tarafta bir imiş. -Dadaloğlu |
|
||||||||||
|
KÜSTÜRDÜK Her gün doğup batan,görevini kusursuz yerine getiren ,ışınlarını en cömert haliyle herkese yayan , şu alışık olduğumuz, ama kıymetini bir türlü bilemediğimiz güneş ,hayatımda çok farklı yerlerde artık.‘Güneşi gördüm ‘filminden sonra anlamaya başladım onun bize ne demek istediğini. Güneş bazen evlatları iki farklı cephede savaşan bir babanın üzerinde batarken ,bazen de çocuklarına inanılmaz bağlı bir annenin kalbinde bütün parlaklığıyla doğuverir birden. Güneş, dağların ardından izler ara sıra olup bitenleri gözü yaşlı. Halbuki ,o hiç kimseyi ayırt etmediği halde ,nasıl olurda dinlenmek için kıvrıldığı tepelerde beni rahatsız ederler diye düşünür şaşkınlıkla. Her sabah kalktığında dağılmış bulur ortalığı. Yüzünden tebessümü düşen herkese teselli için yaklaşmak ister; ama sonra aklına gelir güneş olduğu ve uzaklaşmaya başlar apansız. Öyle soğutur ki içini bu olaylar, sıcak kanlılığından eser kalmaz işte o an. Kim bilir belki de o yüzden hiç ısınmıyor savaş kokan mekanlar Gündüze veda ederken gecenin kulağına sessizce’ dikkat et’ der güneş. Sesini kısarak başlar söze ve der ki‘gündüz ve sen kardeşsiniz. Ama insanlar sizi düşman zannedip , bilmezler aranızdaki dostluğu. Malesef bilmezler ,ben geldikten sonra, gündüzün senin gözlerine bakarak’hadi sen dinlen ,nöbet benim artık deyip ,sana bütün içtenliğiyle tebessüm ettiğini ‘. Güneş devam ederken konuşmasına ,acıyan gözlerle bizi göstererek ,ellerini gecenin omzuna koyup devam eder ibret verici sözlerine ve der ki ’eğer gündüzle birbirinize sahip çıkmazsanız bu insanlar gibi olursunuz , aranızdaki anlaşmazlık sizi alacakaranlık yapar. Ne sen gecesindir, ne de o gündüzdür artık. Benliğinizi yitirisiniz. Sonra kaybettiğiniz kardeşlerinize hazırladığınız mezarların yanında, yok olan değerlerinize de yer açmaya başlarsınız. Sevgiyi gömersiniz önce, ardından barışı verirsiniz kara toprağa , yürekleri yakan ağıtlarınız başlar , tek tük kalan umutlarınızla yola çıkarsınız. Bir süre sonra onları da çaldırırsınız. Ama tutarsanız hep birbirinizin elinden ,her düştüğünüzde kaldırırsınız yanınızdakini. Korkmayın sakın; çünkü korkularınızla yaşarsanız, korktuklarınızın ömrünü uzatırsınız ‘. Güneş bu sözlerle bitirirken konuşmasını karların altındaki berfini hatırlar birden. Kollarının uzanamadığı tek canlıdır o. Saklı kaldığı beyazlığın içinde güzelliğini neden göstermediğini sonradan anlar bu eşsiz çiçeğin. Bazen savaş kokan bu yerlerde doğmak istemediğini defalarca söylese de güneş , sırf berfini görme ihtimaline karşı her gün bir umutla güne başlar. Fakat ne zaman görse hep solgundur berfin. Sonra ışığıyla onu soldurduğunu anlar ve katlanır onsuzluğa. Kış onun için ızdıraptır artık. Toprağa bakar sonra. Eski neşesi olmayan dostuna sorar neden böyle keyifsiz olduğunu. Oldukça yaşlandığı belli olan eski dost, güçlükle açtığı göz kapaklarıyla arkadaşı güneşin yüzüne bakarken yorgundur. Ama başlar anlatmaya ’beni asıl yaşlandıran insanlar der, paylaşamadılar beni bir türlü . Her gün rüzgarla taradığım ,yağmurla yıkadığım , saçlarım dediğim ağaçlarımı bombalarıyla yakıp , sesini duymaktan çok hoşlandığım ve her gün sohbet ettiğim kuşlarımı tabancalarıyla vurup, kokusunu duyduğumda beni gençleştirdiğine inandığım çiçeklerimi elleriyle koparan insanlar beni yalnızlığa mahkum ettikleri için bu kadar yaşlandım. Ne gariptir ki, artık hiçbir şeyim olmamasına rağmen, yine beni paylaşamıyorlar. Paylaşamadıkları gibi, düşman gördükleri, kendi yaratılışıyla bir olan arkadaşlarını öldürüp ,sonra her gün canımın acıdığını bildikleri halde “ yok et” diyerek onları içimde saklamaya beni mecbur etmelerinin yanı sıra, suçlarına beni ortak etmekten çekinmiyorlar. İşin ilginci benden gelip bana döneceklerine inanan bu insanlar, benden geldikleri gibi bana dönmüyor. Cömertçe onların besin ihtiyacını sağlayan ,evlerini başımın üstünde taşıyan,yere sıkı bassınlar diye sırtımı aşındıran bana hiç benzemiyorlar. İşte ben bu yüzden keyifsizim, yaşlıyım ve çok yorgunum. Güneş üzülür bu duruma ama diyecek söz bulamaz artık. Haklısın der. Tekrar insanlara döner ,bir ara berfine bakar ,ardından eski dostu toprağa gözü kayar. Sonra da her gece silah sesleriyle irkildiği dağların arkasında bir türlü uyuyamadığı evine birkaç saatliğine geri döner. Dargındır bize güneş. Çünkü kıymetini bilmediğimiz topraklarda amaçsızca yaşayıp , soluduğumuz havayı sorumsuzca kirletip ,güneşi bile kendimize küstürmeyi başarabildiğimize göre, kazandıklarımız kaybettiklerimizin yanında hiç kalıyor. Sorulması gereken asıl soru şu aslında”Güneşi gördüğümüze mi sevinelim ,yoksa güneşin bizi görmek istemediğine mi üzülelim?”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nagihan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |