..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Entelektüel > Evren Özen




24 Eylül 2009
Hatanın Kalbi  
HATASI: IŞIĞI ANLAMASIYDI

Evren Özen


Acı; zamanla diner mi yoksa iliklerinize işlenip, sizin bir organınız mı olur? Kolunuz, bacağınız, ayaklarınız gibi... Size ilişik, sizden mi olur ya da siz mi onun olursunuz? Herkesin içinde herkesten ve her şeyden biraz vardı. En azından Goethe bunu onaylıyordu: “Ben, kendi hesabıma, ne yaptım tüm yaşamım boyunca? Gördüklerimi, duyduklarımı, gözlediklerimi derledim ve kendime malettim!... Yaptıklarım, çeşitli yaratıkların binlercesinden besinini alarak oluştu: Akıllılardan ve delilerden, aydınlardan ve aptallardan yararlandım. Çok zaman başkalarının ettiklerini biçtim. Benim yapıtım, Goethe imzasını taşıyan ortak bir çalışmanın ürünüdür.”


:BDGJ:
Ahlak nerede? Büyükçe bir parmak size doğru yolu gösterecektir. Gösterilen yönde biraz ilerleyin. Sağ tarafda buruk bir acı ve ona tebessüm ederek bakan zaman, size selam vereceklerdir. Ufkunuzu alabildiğince geniş tutun. Düşünmek istemediğiniz şeyleri dahi düşünün. Yaşayacağınız yaşantıyı birisi kulağınıza usulca fısıldasa, geleceğiniz sizin midir artık? Bilmek, sahip olmayı gerektirir mi? Her zaman değil...

Koltuğunuzdasınız. Elinizi koltuktan aşağıya sarkıtın ve yerdeki kitabı almaya çalışın. Kitaba dokununca yalnızlığın, arka kapıdan kimseye gözükmeden çıktığına şaşırıyorsunuz. Görmemezlikten gelip başka bir yalnızlık sizi vurmadan derin nefes almak istiyorsunuz. Ama olmuyor. Okurken, yalnızlıktan sıyrılıp başka bir yalnızlığa kavuşuyorsunuz. Ve dua eder gibi, şu cümlenin altını çiziyorsunuz: “Doğada hiçbir şey tek başına ve yalnız değildir. Doğada her sey; önündeki, ardındaki, üstündeki, altındaki, sağındaki, solundaki şeylerle bağlantılıdır.” Goethe

Altını özenle çizdiğiniz satırların yazarı, “1749”da doğdu. Gözlerinizi kapatın. Kalabalığa ellerinizi uzatın , sizi tutacak olan yalnızlıktır. Yine aynı yalnızlık...

“Schiller”den; 10 yıl önce doğup, 27 yıl kadar sonra öldü. Goethe mi fazla yaşadı, Schiller mi bu dünyadan yeteri kadar nasiplenmedi, bilinmez. Ama dostlukları, kendi yalnızlıklarını unutturdu. Veya erteledi. Ancak aynı yalnızlık pusuydu.

21 yaşında, “hukuk” yüksek öğrenimini tamamladı. Zaman avuçlarında ufalanıyor, zihin serpiliyordu. Yaşam, “özgür toprağı üzerinde, özgür bir adam olmak isteyen” FAUST’a göz kırpıyordu. 24 yaşında ilk dokunuşu yapacaktı. Nişanlandı. Fakat talih bedeninin arka kapısından usulca çıkmıştı. Aynı yıl; biriktirdiği umutlarından, geleceğinden ve nişanlısından ayrıldı. Sancılıydı. Bu sancıdan en çok edebiyat ve felsefe tarihi kazançlı çıkacaktı.

Daha sonra 28 yaşında kız kardeşini uğurladı. Sancı kılıfı oldu. Acı; zamanla diner mi yoksa iliklerinize işlenip, sizin bir organınız mı olur? Kolunuz, bacağınız, ayaklarınız gibi... Size ilişik, sizden mi olur ya da siz mi onun olursunuz? Herkesin içinde herkesten ve her şeyden biraz vardı. En azından Goethe bunu onaylıyordu:
“Ben, kendi hesabıma, ne yaptım tüm yaşamım boyunca? Gördüklerimi, duyduklarımı, gözlediklerimi derledim ve kendime malettim!... Yaptıklarım, çeşitli yaratıkların binlercesinden besinini alarak oluştu: Akıllılardan ve delilerden, aydınlardan ve aptallardan yararlandım.
Çok zaman başkalarının ettiklerini biçtim. Benim yapıtım, Goethe imzasını taşıyan ortak bir çalışmanın ürünüdür.”

35 yaşında bilime dokunuşunu; insan kafasının üst çenedeki ara kemiğini keşfederek yapıyordu. İçindeki enerji “keşif” ve “icat” arasında salınım yaparken, 37 yaşında eline fırçasını alıyordu. Ve hayata fırçasını atarak, “Tischbein”, ünlü yağlı boya tablosunu yapıyordu. İnsanı yeniden keşfediyordu. Keşif, icattan önce mi geliyordu?

Goethe, doğayı görüyordu, doğayı yaşıyordu. Doğada acı çekiyor, doğada biçimleniyordu. Goethe, doğayı duyuyordu. Ve diyordu ki: “İnsan en çok anladığı şeyleri duyar.”

Almanya’nın bereketli tarlaları, acunun çeşitli musluklarından alıyordu suyunu. Büyük şair “Schiller”le tanışıyordu Goethe 39 yaşında.

Ardından 41 yaşındaki Goethe, 20 seneye yakın kendini “renk”lere ve ışık”a verecekti. Entellektüel birikimin ayak izi belirginleşmekteydi. Karanlıkta kalmadan “ışık”ı “anlayabilir miydiniz? İşin tuhafı karanlıkta fazla kalırsanız da, anlayamazdınız aydınlığı...

Ayaklarınızı uzatın. Günün yorgunluğunu unutun. Her şeyi unutun. Soru sormayı abartın ve kendinize sorun: Renkleri bölebilir misiniz?

Newton’a katılıyorsanız: “Evet”. Elinize “cam prizma”yı alın. Derin bir nefes de alın. Ve doğaya müdahale edin. Hazırlanın. Beyaz ışığın nüvesine dokunacaksınız. Cennetten çıkma, dalga boyları farklı 7 renk, sizi saygıyla selamlayacaklardır. Doğaya saygınız katmerlenecektir. Doğa da, insanla yaşamayı öğrenmiştir. Artık 7 renk önünüzde, sizi izlemektedir. Optik şahlanmıştır.

Şimdi elinizdeki “cam prizma”yı, kimseye göstermeden, pencereden sokağa atın. Sizden daha büyük kudrete, sakın müdahale etmek için çırpınmayın. Üzülürsünüz. Muhtemelen çok üzülürsünüz. Beyazı anlayın. Hezeyana düşün, sinirlenin, olanın arkasındaki olana odaklanın ama beyazı ihmal etmeyin. Beyazla barışın. Müdahele ederek, beyazı yıpratmayın. Masayı masa, katıyı katı, beyazı beyaz ve “ışık”ı ışık olarak, oturduğunuz yerden alkışlayın. Işığı anlayın. Aydınlağa karışın. Aydınlığı isteyin. Işığı tekrar anlayın. Eşinizi, dostunuzu, annenizi anladığınız gibi anlayın. Bir kez daha soralım şimdi: Renkleri bölebilir misiniz?

Goethe için: Hayır. Kimbilir: Goethe’nin renk teorisi, “Newton”un optik teorisinin ne önünde ne arkasındaydı. Belki başka bir yerdeydi. Belki de hatası; ışığı anlamasıydı...

Ve bu arada 1789’da; Goethe 40 yaşındayken Fransa’daki devrim sesleri, Almanya’daki aydınların kafasında yankılanmaktadır. Goethe de bu aydınların önde gelenlerindendir. Aynı yıl oğlu doğar. Mutlu mudur? Meçhul.

Yalnız mısınız?

Bugün temasta olduğunuz ne varsa düşünün. Biriktirdiğiniz geçmişi, göz ucuyla sıvazlayın. Sıvazlarken kendinizi zedelettirmeyin geçmişe. Gördüğünüz, dokunduğunuz, düşündüğünüz ne kadar çok şey var, değil mi? Sizi etkileyen ve sizin etkilediğiniz. Geçmiş ve gelecek gibi. Geçmiş için eller bağlı. Kollar bitkin. Ya gelecek, tamamiyle olmasa dahi, etkinizi verebileceğiniz tek istikamet... Gözlerinizi kapatın. Düşünce seslerinizi biraz kısın ve Goethe’ye kulak verin şimdi:

“Doğada hiçbir şey tek başına ve yalnız değildir. Doğada her şey; önündeki, ardındaki, üstündeki, altındaki, sağındaki, solundaki şeylerle bağlantılıdır.” demişti. Ve tekrar hatırınızda. Haksız mı? Sivrisinekleri ve zakkumları tekrar düşünün. Onlar için Goethe haklı olabilir ancak insan için öyle miydi?

42 yaşında ünlü Weimer tiyatrosunun yönetimine geçer. Zihin, bedeninin ayrı bir parçasıdır. Ve işlerliğini, devamlı kanıtlamaktadır.

En yakın arkadaşlarınız arasında Schiller bulunsaydı, daha mutlu ya da mutsuz olmazdınız belki ama dünya için öyle olmadı. Edebiyat topraklarının verimi arttı. Goethe, entellektüel olarak, dünya düşün tarlalarına ayakkabılarını çıkarıp, Schiller’le birlikte girecekti. Toprak, mutluydu. Dağlarda umut tütüyordu...

Renklere geri döndü. Üç bölümlük "Zur Farbenlehre" Renkler Teorisi’ni yayımladı. Renklerden hangisi sizi hüzünlendirir? Hangisi daha fazla çalışma azminizi arttırır? 61 Yaşına girdiğinde, “renk nedir?” artık biliyordu. Newton’u iyice anmış oldu. Teorisi de tamamlandı. Renklerin karakterini inceledi ve onları anladı. Anladığı için sevdi. Anlamakdan daha fazlasıydı...

66 yaşında, “devlet bakanı” da oldu. Ama mutlu olmak için yeterli miydi?
Son yıllarında, acı; ellerinde,kollarında,hislerinde ve kimliğindeydi. Acı, heryerdeydi. Yaratttığı kahramanlar kendisiydi artık. “Faust” gibi yalnızdı. Yalnızlıktan nefret ettiği halde. Dünyadaki halini, elindeki kıskaçta olan kalemiyle haykıyordu sanki: “ Benim için cennette yalnız olmaktan daha büyük bir ceza olmaz.” Ama ceza verilmişti şimdiden. Cennet dahi beklenmemişti...

67 yaşında eşini kaybetti. Çöktü. Ancak 74 yaşında, 19 yaşında genç bir kıza “Ulrike von Levetzow”a aşık oldu. Ve bu olaydan sonra dünya edebiyat tarihi onu alkışladı. Bu acının, verimli ürünü “The Marienbad” adlı ağıtı yazdıi Ölmeden 2 sene kadar evvel, oğlu Roma’da, dünyada kendisini bırakarak, yaşama veda etti. Hüzün içine işlemişti. Fakat yorgun kalbi dayanamadı, 22 Mart 1832’de 83 yaşında durdu...

Almanlar saygıyla; Alman edebiyatının iki büyük ismi olan Schiller ve Goethe'ye atfen, Weimar şehrinde, "The Goethe House" ve "The Schiller House" adlı müzeler açmıştır. Bunun yanı sıra, şehirdeki Ulusal Tiyatro'nun girişine her iki edebiyat devinin heykelleri dikilmiştir.
Türkiye ise, dünyaya sığmayan bu büyüklüğe sessiz kalamadı. Biyografi niteliğinde, Türkiye’de, 155’in üzerinde eser yayımlandı. Gecikmeyi sevmediğimiz halde gecikmelere alışık olduğumuz için, ölümünde 42 yıl sonra ilk kez ülkemizde, Namık Kemal’in makalesinde Goethe’den söz edilmiştir.
1949 ve 1982 yılları Goethe yılı ilan edilmiştir ancak 1949’daki etkinlik muazzamdır.


Mak. Müh. EVREN ÖZEN

Kaynakça...

     Adıvar, A. A. 1969, Tarih Boyunca ilim ve Din, Remzi Kitabevi, İstanbul
     Aytaç, Gürsel 1983, Çağdaş Alman Edebiyatı, Kültür ve Turizm Bak. Y., Ankara
     Aytaç, Gürsel 2006, Goethe, Say Yayınları, Istanbul
     Ortaş, İbrahim 2008, “Köy enstitülerinin önemi ve fen okur yazarı olmak”, Adana
     Goethe, (Çev.1992), Seçme Mektuplar, Istanbul
     Hançerlioğlu, O. 1970, Düşünce Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul
     Şengör, A:M:C: 2003, Newton, Goethe ve sosyal bilimler, Pivolka, 2(3), 3.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Filler ve Değiller [Şiir]
Gün Bitti... [Şiir]
Dahil [Şiir]
Beraberlikten Kaynaklanıyordu Yalnızlık... [Öykü]
Canlı ve Cansızlık Dışında [Öykü]
Tükeniş [Öykü]
Düşüncem; Çevik Askerim... [Deneme]
Keşke... [Deneme]
Matematik Keşf midir Yoksa İcat mı? [Bilimsel]


Evren Özen kimdir?



Etkilendiği Yazarlar:
Jack London, Goethe, J.J. Rousseau, Diderot...


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Evren Özen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.