..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Aşk eski bir masaldır ama her zaman yepyenidir. -Heine
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Aşk ve Romantizm > ayşe başak




16 Ekim 2009
Çırak  
ayşe başak
Yasin Usta şekerleme faslını geçip derin uykuya kavuşmak üzere. Çırak, elini hafifçe omzuna koyuyor. Yavaşça sıkıyor. Usta, aralıyor göz kapaklarını azıcık daha uyusa, kafasını eğmiş olduğu sol omzu ıslanacak ağzından akan sularla. Sersemliyor önce, mavi gözlerini kocaman açıp hiddetle soruyor:


:AIDF:
ÇIRAK


Yasin Usta’nın berber dükkânı kapı girişinden karşı duvara iki buçuk adım. Enlemesine ise ilkinden sonra yarım adım atacak mesafe bile kalmaz. Kapı girişinin sol kanadı boydan boya ayna. Aynaların önünde iki sandalye… Sağ kanatta ki duvar tabandan tavana fotoğraflarla süslü. Yasin Usta ailesi ile İzmir’de, feribotta, Bursa’da, Bursa’da bir İskendercide, İstanbul’da, İstanbul’da Galata Köprü’sünün altında balık ekmek yerken, üstünde balık tutarken, Edirne’de, İpsala’da… Yasin Usta ve ailesinin kıyafetleri değişiyor, kilolarda oynamalar oluyor, kimi zaman yanlarına yeni dostlar katılıyor, bazen bir eksik iki fazla fotoğrafı çekenin estetiğine bağlı olarak görüntüler de değişiyor ama mekânlar hep aynı. Her yıl Türkiye ziyaret ediliyor, İzmir’de büyük halanın yazlığında kalınıyor ve geri dönülüyor. Dönüşün ardından Yasin Usta, fotoğrafları getiriyor. Sağ alt köşelerine tarih ve yer isimlerini büyük bir titizlikle yazıyor. Belirlediği yerlere asıyor. Ve her yıl çoğaldıkları için yenilerine yer bulmakta güçlük çekerek o yılın hatıralarını iliştiriyor duvarına. Kapının karşısında ki duvarda raflar. Raflarda ustura setleri, sabunlar, makaslar, fırçalar, kan taşları, kolonya şişeleri…

Rafların önünde bir tabure… Tabureye tünemiş gibi oturan çırak. Çırak yan gözle kapının üstüne asılı duvar saatine bakıyor. Daha akşam ezanına çok var. Yasin Usta, dükkânın önünde nisan güneşinin tatlı dokunuşları ile şekerleme yapmakta. Çırak kalkıyor yerinden bir kedi sessizliği ile aynanın önünde ki sandalyeye oturuyor. Göz ucuyla ustayı kontrol ediyor. Arka cebinden çıkardığı tarakla saçlarını yeniden tarıyor. Yerinden kalkmasına gerek olmadan duvarda ki rafa uzanıyor, hatırlı müşteriler için saklanan lavanta şişesini alıyor. İnce uzun parmaklarının arasından pantolonuna akıyor lavanta esansı. Avuçlarını birbirine sürüyor ardından parmaklarını saçlarının arasında gezdirip, yanaklarada küçük dokunuşlarla bitiriyor süslenmesini. Ayağa kalkıp beyaz gömleğini beline sokuyor, siyah deri kemerini önce gevşetiyor sonra yeniden sıkıyor. Ayakkabılarına bakıyor. Küçük bir toz zerresi bile görünmüyor. İki buçuk adımlık dükkânda volta atmaya başlıyor. Adımları yavaş ancak düşünceler adımlardan hızlı. Düşündükçe heyecanlanıyor, heyecanlandıkça yanakları al al oluyor. Yeniden saate bakıyor. Derin bir nefes alıp Yasin Usta’ya sokuluyor.

“ Usta, çıkayım mı ben ?”

“…”

“Usta…”

Yasin Usta şekerleme faslını geçip derin uykuya kavuşmak üzere. Çırak, elini hafifçe omzuna koyuyor. Yavaşça sıkıyor. Usta, aralıyor göz kapaklarını azıcık daha uyusa, kafasını eğmiş olduğu sol omzu ıslanacak ağzından akan sularla. Sersemliyor önce, mavi gözlerini kocaman açıp hiddetle soruyor:

“ Ne oluyor bre ?”

“ Ustam be gelen giden de yok. E vakit de ilerledi. Gideyim mi ben?”

Yasin Usta, çırağının beyaz gömleğini süzüyor ilk önce, al al olmuş yanaklarına, özenle taranmış saçlarına bakıyor. Burnuna gelen hafif lavanta kokusu onu da yumuşatıyor.

“ Git. Ama sabaha sen açarsın dükkânı.”

Çırak dünden razı… Bir adımda uzanıyor kapının ardında duran siyah ceketine. İyi akşamlar dileyip, kaldırımın yanında olan papakisine çevik bir hareketle zıplıyor, gürültüyle uzaklaşıyor sokaktan. Yasin Usta bakıyor, yolu çoktan yarılamış çırağının ardından “hergele piyasaya gidiyor” diye söyleniyor. Dudaklarında bir türkü yavaş yavaş geriniyor sandalyesinde; “ocak başında kaldım,ince fikire daldım,her kapı kakılışça berber geliyor sandım…”


Mahallelerin kesiştiği küçük alana yaklaştıkça nefesi daralıyor çırağın. Köşede durup iniyor motordan. Sabahtan beri içemediği sigarasından iştahla bir iki nefes alıyor. Duman ciğerlerine ulaştığında cesaretini de topladığını düşünüyor. Yeniden biniyor papakiye. Bu defa yavaş yavaş sürüyor. Gözleri bir köpeğin ki kadar dikkatli etrafı kolaçan ediyor. Kalbi duracak gibi oluyor, boğazı kuruyor. Kırmızı hırkasıyla Macide orada işte! Yanında kızlar salına salına geziniyor meydan boyunca. Macide ve arkadaşlarının yanından aheste ama kendinden emin geçiyor, dayanamıyor kafasını çevirip yeniden bakıyor. Macide, minik yüzünü daha da ufak gösteren kırpmalarını nefesiyle hareket ettirerek belli belirsiz gülümsüyor çırağa.

“Bugün başarmalıyım bunu” diye kendi kendine cesaret aşılıyor çırak. Biraz daha gittikten sonra duruyor yeniden. İnmiyor bu kez. Motorun üzerinde kıpırtısız bekliyor, az sonra yanından geçecek olan Macide’yi. Kızlar küçük kahkahalar atarak geliyorlar çırağın yanına. Tam gideceklerken duruyor Macide. Elinde bir çekirdek külahı uzatıyor çırağa. Kızarıyor oğlan ne diyeceğini bilemeden ama teklifi de reddetmeyip bir tutam bol tuzlu çekirdekten alıyor. Zor duyulan sesle teşekkür edebiliyor. Kıkırdıyor Macide. Çekirdek külahını sağ elinden sola alıp, boşta kalan esmer elini uzatıyor. “Ben Macide” diyor. O bunu söylerken, Meriç Nehri türkü söyleyerek yanından geçiyor sanıyor çırak. Önce içini çekiyor çırak sonra konuşuyor. “Benim adım Ahmet …”

Ahmet ve Macide piyasa meydanında sık sık karşılaşıyorlar. Havadan sudan başlayan sohbetler, birbiri arkasına gelen tanıma soruları ve cevapları ile devam ediyor. Bu böyle uzun süre devam ediyor. Bir temmuz günü akşam ezanı henüz okunmadan tutuyor Ahmet Macide’nin küçük avucunu. Macide hiç karşı gelmiyor. Koy veriyor elini Ahmet’in parmaklarına…






Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kaptan Memo

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Aşk Duygusal Felç Halidir [Deneme]


ayşe başak kimdir?

Yazmak. . Beş duyu gibi. . . O eksikse, ben eksiğim. . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © ayşe başak , 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.