Dengeli bir rejimde yemeğin yeri çok önemli. -Fran Lebowitz |
|
||||||||||
|
ERZURUM BENİ ÇAĞIRIYOR. Çok heyecanlıydım. Yıllar sonra ömrümün en güzel yıllarının geçtiği Erzurum’a gidiyordum. Yol boyunca hayatım bir film gibi canlandı zihnimde. Heyecandan tir, tir titriyordum. Aradan çok uzun yıllar geçmişti. Daha önce de bu yolda çok otobüs yolculuğu yapmıştım; ama bu kez durum çok farklıydı. Bir taraftan hasretin vuslata dönüşeceği anın hayaliyle heyecanlanıyor, öte yandan aradan geçen yılların birçok güzellikleri de alıp götürmüş olabileceğinden tedirginlik duyuyordum. Mutluluğu ve hüznü bir arada yaşıyordum. Yol uzadıkça uzuyor bir türlü bitmek bilmiyordu. Uyuya bilsem belki zaman çabuk geçecekti ama duyduğum heyecan göz kapaklarımın kapanmasına mani oluyordu. Otobüsün penceresinden sürekli dışarıyı seyrediyordum ama sanki hiçbir şey ilgimi çekmiyordu. Bakıp ta görmediğini hissettim. Tamamen düşüncelerime yoğunlaşmıştım. Otobüs Kızıldağ eteklerinde bir dağ lokantasında mola verdi. O kadar kaptırmıştım ki kendimi geçmişime ve hayallerime, omzuma dokunan bir elle irkildim. Muavin: - Ağabey mola yerine geldik. Dedi. Kendimi iyice şartlandırmıştım. Lavaş ekmeğe lor dürecek karnımı öyle doyuracak, Dabakhane çeşmesinden kana, kana su içerek susuzluğumu öyle giderecektim. Hiçbir şey yemedim, içmedim. Bir ara bir bardak çay içmek istedim ama ondanda vazgeçtim. Her şeyimi Erzurum’a göre programlamıştım adeta. Kısa bir moladan sonra otobüs tekrar yola koyuldu. Yollar sanki hiç değişmemişti. Virajları, köprüleri, hatta kayaları ağaçları tek, tek hatırladım. Her ayrıntı da bir anı gizliydi. Ilıca da bir yolcu indi otobüsten. Kim bilir belki o da yılların hasretini bitirmeye gelmişti. Onun yerine koydum kendimi. Kalbim daha hızlı çarpıyordu. Kalp atışlarım duyuluyor mu diye bir ara yanımda oturan yolcunun yüzüne baktım çekinerek. Allahtan o uyuyordu. Erzurum Ilıca’ya doğru gelişmiş büyümüş. Yeni bir şehir kurulmuş sanki. Kış kapıda mevsim Sonbahar onun için şehrin üzerinde yoğun bir sis var. Dışarıda dondurucu bir soğuk vardı. Kar yoktu ama yerler beton gibi donmuştu. 23 saatlik bir yolculuktan sonra Erzurum’ a ayakbastım. Taksiye binmedim. Elimde küçük ve hafif bir valiz vardı. Uzun süre kalamayacağım için fazla bir şey almamıştım yanıma. Böyle bir seyahat planlamamıştım önceden. Bir sabah uyandığımda; hemen, hemen her gece gördüğüm bir rüyanın etkisi ile alelacele yola koyuldum. Ailemizden kimse kalmamıştı Erzurum’da. Geçim gailesi dünya telaşı herkes bir yerlere göç etmişti. Kardeşim gibi sevdiğim arkadaşlarım dostlarım ve Erzurum’un manevi havası vardı beni oraya çekip götüren. Gençliğim ve delikanlılığımın en güzel anıları vardı. Hayallerimin ve sık, sık gördüğüm bir rüyanın peşine düşüp gelmiştim. O yüzden onca işimi gücümü ailemi bırakıp aniden niçin böyle bir seyahate çıktığımı sorgulama ihtiyacı da duymamıştım. Oteldeki odamda kaloriferler yanıyor oda sımsıcaktı. Farkında değildim ama yol hayli yormuştu. Yolculuk esnasında da uyuyamamıştım. Bu yüzden bitkin bir haldeydim. Duşumu alıp yatağımın üzerine uzandım ve derin bir uykuya dalmışım. Oysa bir an önce giyinip kendimi Erzurum’un caddelerine, sokaklarına atmak ve anılarımla yüzleşmek istiyordum. Sabah ezanı okunuyordu. Ezan sesi ile uyandım. Yine aynı rüyayı görmüş kan ter içinde kalmıştım. Çabucak abdest alıp giyindikten sonra Lalapaşa Camiinin yolunu tuttum. Erzurum’a geldiğim için artık o rüyayı görmeyeceğimi düşünüyordum. Rüyamda sürekli beni Erzurum’a çağırıyorlar. Acele etmemi söylüyorlardı. Rüyamda bu çağrı üzerine yalın ayak başı açık yollara düşüyor ama bir türlü gidemiyordum. Bu arada kan ter içinde kalmış olarak müthiş yorgun bir şekilde uyanıyordum. Aynı rüyayı yine gördüğüm için camiye giderken bir taraftan da sürekli gördüğüm bu rüyayı düşünüyordum. “Sen hayırlara tebdil et yarabbi” diyerek camiye doğru yürüyordum. Gün ağarınca Adrurrahman Gazi Hazretlerini, Ebu İshak hazretlerini, Habip Baba Türbesini ve diğer Allah dostlarının kabirlerini ziyaret edecektim. Hava baya soğuktu yolda üşüdüğümü hissettim. Hazırlıksızdım kalın giysiler ve palto almamıştım yanıma. Mağazalar açılınca giyecek bir şeyler alayım diye düşündüm. Mimar Sinan’ın nadide eserlerinden olan Lalapaşa Caminin kapısından içeri adımımı attım. Etrafa şöyle bir göz gezdirdim. Hemen, hemen her şey aynı duruyordu mihrap, minber, vaaz kürsüsü, avizeler her şey. Gönlümü bir huzur kapladı. Yanıp tutuştuğum vuslatın kapısı aralanmıştı sanki. Cemaate şöyle bir baktım hiç tanıdık sima yoktu içlerinde. Tanıdık kimseyi göremeyince biraz hüzünlendim. Aradan 20 küsur sene geçti, ne bekliyordun diye kafamı hafifçe sağa sola salladım. Adeta geç kalmışlığın pişmanlığını yaşıyordum. Cemaatle sabah namazını kıldıktan sonra camiden çıktım. Hava aydınlanmıştı. Caminin yanındaki çay ocağına gittim. Kendimi yabancı gibi hissediyordum. Henüz tanıdık kimseye rastlamamıştım. Otobüste gelirken aklımdan geçen; bir şeylerin değişmiş olabileceği ihtimalinin hüznünü yaşamaya başlamıştım. Bu duygulardan kurtulmak ve özlediğim Erzurum’u bir an önce doya, doya yaşamak için bir parça simitle yudumladığım mis gibi çayı hızlı bir şekilde içerek oradan ayrıldım. Cumhuriyet caddesinden Taşmağazalara doğru yürümeye başladım. Dükkânlar henüz açılmamıştı ama yolda az da olsa insanlarla karşılaşıyor ve selamlaşıyordum. Selamlaşıyordum ama henüz bir tanıdığa rastlamamıştım. Tanımadığım bu insanlarla selamlaşmam bana yıllar önce Erzurum’dan göç ederek yerleştiğim Akdeniz sahilindeki o zamanın küçük fakat cennet gibi güzel bir ilçesinde yaşadığım, içimi burkan bir olayı anımsattı. O anki duygularımı hatırlayıp gülümsedim. Ailem ve çocuklarımla birlikte göç ettiğim bu şirin ilçedeki ilk günlerimdi. Yine böyle bir sabah erken vakitte evden çıkmış çarşıya gidiyordum. Caddeler tenha ve sessiz. Yürüdüğüm kaldırımda karşıdan yaşlı bir adam geliyordu. Karşı karşıya geldiğimizde alışık olduğumuz minval üzere yaşlı adama: ”Selamünaleyküm” diyerek selam verdim. Adam hiç beklemediği bir şey duymuş gibi şaşırmış bir halde bana: “Sen beni tanıyor musun?” Diye karşılık vermiş ve yürüyüp gitmişti. Onun bu tavrı beni hayretler içinde bırakmıştı. Daha büyük bir şaşkınlık içindeydim. “Allah, Allah ben nereye gelmişim yahu.. Allah’ın selamını vermek için illa tanımak mı gerekiyor?” Diyerek şaşkınlığımı, biraz da sanki pişmanlığımı daha ilk günlerde yaşamaya başlamıştım. Ulu Cami’nin karşısına gelmiştim. Karşı kaldırımdan Ulu Cami’yi ve yanındaki Çifte Minareleri bir süre uzaktan izledim. Hemen sol tarafında kaleye giden sokağın başında Ebu İshak Hazretlerinin türbesi vardı. O zatı ziyaret edecektim. Bir an kafamdaki düşüncelerimden sıyrıldım ve “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek türbenin kapısından içeri girdim. İçeride aksakallı bir dede vardı o da dua ediyordu Hazretin ruhuna. Ben de bildiğim sureleri okuyup mahrumun ruhuna hediye ettim. Bu ara da onunda hikâyesin de konu edildiği Ketenci Zade hakkında yazılmış bir şiiri hatırladım. Ketenci zade Mehmet Rüştü Efendi adında bir zatın yaşadığı bir hadiseyi manzum olarak anlatan bir şiir. O şiiri hatırlamaya çalışıyordum. Erzurumlu Ketenci zade Mehmet Efendi, Hızır aleyhisselamı çok görmek isterdi. Her daim bu aşk ile yanıp tutuşuyordu, Dua ederek, bir gün görmeyi umuyordu. İçindeki bu arzu, gün geçtikçe büyüyor, Ketenci zade bunu hocasına soruyor. ………………………………………….. ………………………………………….. Rivayete göre, Hızır Aleyhüsselam, İlyas Aleyhüsselam ve iskender-i Zülkarneyn, birlikte (Ab-u Hayat) aramaya çıkmışlar. Ve bir müddet sonra “Karanlıklar ülkesine dalmışlar”. Hızır ve İlyas Ab-u hayat suyunun kaynağını bulup içmişler. Fakat iskender’e söylememişler. Hızır’ın suyu benem Ab-ı Hayat Bendedir Kevserden İçen gelsin. Kadru berat bendedir. Hızır ve İlyas’ın sağ olduğuna ve yaşadığına inanılmaktadır. Hızır karada, İlyas da denizde, yardıma muhtaç olanların imdadına yetişirler. Anadolu da ’ da halk geleneklerinde yaşamış olan Hıdır Ellez ‘in insanların arasına karışarak mucizevi yardımlarda bulunduğuna her zaman inanılır. “ Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” veya “Hızır gibi yetişti” gibi söylemler hala kullanılmaktadır. Hıdrellez gecesi Hızırın uğradığı yerlere ve dokunduğu şeylere feyiz ve bereket vereceği inancıyla, sadaka verme, oruç tutma ve kurban kesme gibi adetler de uygulanır. Hıdrellez gecesi bereket vereceği inancıyla yiyecek kaplarının, ambarların ve para keselerinin ağızları açık bırakılır. Ev, bağ-bahçe, araba isteyen kimseler, Hıdrellez gecesi herhangi bir yere istediklerinin küçük bir modelini yaparlar ya da resmini çizerlerse Hızır’ın kendilerine yardım edeceğine, dileklerinin yerine getirileceğine inanırlar. Hıdrellezde baht açma törenleri de oldukça yaygın olarak uygulanan geleneklerdendir. Bahtlarının açılması için kızlar bu geceden gül dallarına kırmızı bezler bağlayıp, gül dibine yüzükler atarlar. Bunları düşünürkenki durgunluğum ve ruh halim yüzüme vurmuş olacak ki, ihtiyarın dikkatini çekmiş. - Hayır mı bey biden bire çok durgunlaştın. Rahatsız mı san? Diye sordu. İhtiyarın sesi ile irkilerek hayal âleminden sıyrıldım. Biraz kekeleyerek: - Yok, dede yok bir şeyim iyiyim. Diye cevap verdim. Birkaç saniye sessiz kaldık. Hatırlamaya çalıştığım bu şiirin gerçek hikâyesini bilmek istiyordum. Aradan çok uzun yıllar geçmiş. O günleri yaşamış insanlar şimdi aramızda değiller ama kulaktan kulağa anlatılmış olma ihtimali var. Şu dedeye bir sorayım diye aklımdan geçirdim ve sordum. - Dede, Ketenci zade’yi duydun mu hiç. Onu anlatan bir şiir okumuştum da… Daha soruyu tamamlayamamıştım ki; yaşlı adam tebessüm ederek anlatmaya başladı. “Ketenci Zade Mehmet Rüştü Efendi gençlik yıllarında Hz.Hızır’ı görmek ve onunla tanışmak için yanıp tutuşmaktadır. Bu dileğini hocasına anlatır ve ondan yardım ister. Hocası da her seferinde oğlum daha çok gençsin elbet görürsün sabret diye cevap verir. Ama onun içindeki bu sevda hiç eksilmez. Bu isteğini hocasına her fırsatta tekrarlar ve ondan yardım etmesini yol göstermesini talep eder. Nihayet bir gün hocası Mehmet efendiye “ Bek evladım Kırk gün hiç aksatmadan sabah namazlarını Ulu Cami de cemaatle birlikte kılacaksın. Kırk gün sonra inşallah görürsün Hızır alehisselamı der. Mehmet Efendi bu cevaba çok sevinir ve sabah namazlarını her gün cemaatle Ulu Cami de kılmaya başlar. Müezzinlik yapar caminin temizliğine filan yardım eder Otuz Dokuz gün böyle devam eder. Kırkıncı gün geç kalır bir de uyanır ki namaz vakti geçmek üzere. Acele edip abdest alır ve camiye koşar. Cemaat namazı kılmış dua etmektedir. Büyük bir pişmanlıkla arka tarafta tek başına sabah namazını kılar ve cemaatle birlikte dışarı çıkar. Tarifi mümkün olmayacak şekilde üzgün ve pişmandır. Yaşlı bir pirifâni yanına gelir ve sorar: - Evladım hayır mı neden böyle üzgünsün? Mehmet Efendi olanları anlatır. Yaşlı adam da onu teselli için: - Üzülme elbet görürsün. Şu karşıdaki türbede kimin mezarı var bilir misin? Ketenci Zade: - Ebu İshak Hazretlerinin. Diye cevap verir - Hadi gidip ona bir Fatiha okuyalım. Kendisi benim asker arkadaşımdı. Çok muhterem bir zattır. Der ve birlikte yürür türbeye girerler. Ketenci Zade olanlardan bi haber. Hızır alehisselamı göremeyecek olmanın üzüntüsü ve pişmanlığını yaşamaktadır. Bir ara yaşlı adamın söylediği “ O benim asker arkadaşımdı.” Sözü kafasında şimşek gibi çakar. İhtiyara doğru döner fakat yanında kimseyi göremez. Sokağa fırlar bir aşağı bir yukarı ortalarda kimseler yok. “O günden beri belki bir daha görebilirim diye her sabah namazından sonra Ebu İshak Hazretleri’ni ziyarete devam etti.” Derler. Türbeden önce ben çıktım. Bir müddet bekledim. İhtiyarın çıkmadığını görünce tekrar içeri girdim. Türbede kimse yoktu. Tüylerim diken, diken oldu. Sanki Ketenci Zade’nin yaşadıklarını bu kez ben yaşıyordum. Sarhoş gibi, nereye gittiğimi bilmeden bir süre yürüdüm. Bir anda Rüstem Paşa Çarşısı’nın Taş Hanın önünde buldum kendimi. Erzurum’a gelirken arkadaşlarımın verdikleri Oltu taşı tespih v.s. siparişler aklına geldi. Onları almak için Taş Handan içeri girdim. Hala sarhoş gibiydim. Zihnim bulanık anlamsızca dükkânların vitrinlerine bakıyordum. “AĞABEY, ŞU KARŞI DÜKKÂNDAKİ ARKADAŞI TANIYOR MUSUN?” 18 -19 yaşlarında bir genç, beni dükkânına davet etti. İçeri girdim. Çayımızı yudumlarken bir süre sohbet ettik. Sonra, arkadaşların siparişlerini almak için listeyi bu genç esnafa verdim. Delikanlı bir kaç parça malı kendi vitrininden ayırdı. İşte o an olan oldu. Sanki zaman makinesi çalıştı. Benim için ikinci şok dalgası geldi. O yiğit temiz yüzlü delikanlı: - Ağabey, şu karşı dükkândaki arkadaşı tanıyor musun? - Evet, şahsen tanıyorum. - Geçenlerde ağabeyi vefat etti. Altı yetim çocuk onun bakımına muhtaç. Son günlerde işleri de iyi değil. Belki ekmek parası dahi yok. - İstersen senin geriye kalan siparişleri de ondan alalım. Dedi. Bu teklif karşısında bütün hücrelerimin titrediğini ve çok şiddetli bir depreme maruz kalmış gibi sarsıldığımı hissettim. Gencecik delikanlının üstün ahlâkı ve asil davranışı karısında eridiğimi, yok olduğumu hatırlıyorum. O birkaç dakika bana Bir asır gibi geldi. Tabi ki, bu beklenmeyen davete uyarak diğer siparişleri de işaret edilen dükkândan aldık. Hani kurgu bilim filmleri vardır. Zaman tünelinden geçirerek kimi zaman 100 yıl geçmişe, kimi zamanda geleceğe götürürler insanı. İşte böyle bir zaman tünelinden geçerek,100 yıl 150 yıl öncesine uzanan bir yolculuğun başında gibiydim. “1071 de Sultan Alparslan’la birlikte Malazgirt’te Cuma namazı kılıp, Bizanslılara karşı kılıç sallamak. Söğüt’te Osman Gazi’nin otağında bulunup, koskoca bir imparatorluğun doğuşuna şahit olmak. Şeyh Edebalı’dan feyiz, Taptuk Emre’den ders almak. Yunus Emre’den sevgi ve hoşgörü, Mevlana Hazretleri’nin gönül pınarından su içip, Hacı Bektaşi Veli’nin tasavvuf sofrasında karın doyurmak. Ve silah arkadaşı olup Ulubatlı Hasan’a Fatih Sultan Mehmet Han’la İstanbul’u fethetmek. Sonra sade bir vatandaş olarak Anadolu’dan Ahi Evren Ocağı’nda peştamal kuşanıp demir dövmek, ipek ölçmek, şeker tartmak. Kısacası Ahi olmak, esnaf olmak. Ama İslam ahlakı ile mücehhez “ Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.”Hadis-i şerifine yürekten bağlı insan olmak. Müşterisini aldatan değil, hileli mal satan, eksik ölçen, noksan tartan değil. Kendi malını satmak için komşusunun malını karalayan, kötüleyen değil. Hele, hele komşusunun dükkânının içinden müşteriyi çalıp kendi malını satmayı hüner sayan biri olmamak. Sabah dükkânını açıp, siftah ettikten sonra kendisine gelen ikinci müşteriyi “ Ben siftah ettim. Komşum henüz siftah etmedi. Ondan alış-veriş yapınız.” Diyebilen, imanlı ve ihlâslı bir tüccar olmak. “ Böyle bir zaman tünelinden geçerek, rüyada değil, gerçek hayatta; asırlar öncesine giderek geçmişi yaşıyordum sanki. Birkaç yabancı lisan bilen uyanık tezgâhtarların, simsarların, komisyoncuların; neredeyse birbirilerinin dükkânının içerisinden müşterilerini çalan hanutçuların cirit atığı bir turistik ilçeden gelmiştim buraya. Şok üstüne şok yaşıyordum. Hiç konuşmadan bir süre oturdum. Bir çay daha istedim. Çayımı içtikten sonra dükkândan ayrılıp Taş Hanın içerisinde dolaşmaya başladım. O tarihi yapının dışındaki koşuşan, konuşan insanları, gelip geçen otomobilleri görünce tekrar bu güne döndüğümü anladım. Bir süre Taş Han’ın kapısının önünde bekledim ve düşündüm. Duygularım karmaşık. Sanki bir tercih yapmak zorunda hissediyordum kendimi. Kapının bu tarafında geçmişim, diğer tarafında geleceğim vardı. “Tercihimi gelecekten yana kullanmalıyım. Geçmişin güzelliklerini geleceğe taşımak, yaşamak ve yaşatmak için.” Diye mırıldandım. O tarihi yapıdan ayrılarak bu güne yürüdüm. Celal Odabaş
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Celal Odabaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |