Kızıl Tudor saçlarına altın sarısı tacı iliştirilirken, incecik kırmızı dudaklarının arasından şu sözler döküldü; "Bu Tanrı'nın işi ve bizim gözümüze muhteşem görünüyor."
Kalbi korku dolu olsa da gözleri sevinçten güneş gibi parıldıyordu. Çünkü o artık İngiltere'nin yeni kraliçesi Elizabeth'ti. Izdırap dolu günlerini geçmişte bırakmanın rahatlığıyla gülümsüyor, kendine ve İngiltere'sine yeni bir dönem başlatıyordu. O artık tüm kalbi ve ruhuyla ülkesinin kraliçesiydi. Gözleri, onu görmek için çırpınarak sokaklara dökülmüş halkına sıcacık bir yuva olup onlara güven veriyordu. Sarayın büyük,ihtişamlı kapılarından geçerek tahtına doğru ilerledi. Tir tir titremesine rağmen gülümsemesi asla bozulmuyordu ve başı dimdik yürüyordu.Genlerindeki savaşçılık ruhu tüm bedenini kaplıyordu. Aynı zamanda zarif elleri, pembe yanakları, ipeksi saçları, hafif gülümsemesi ve ışık gibi parlayan gözleri tam bir asilzade olduğunu belli ediyordu.
Elizabeth İngiltere'nin en karanlık günlerinde birden bire doğmuş bir güneş gibiydi ve bazıları anlamasa da İngiltere'de altın çağın başladığının kanıtıydı. O dönemdeki düşünce yapısından çok uzakta bir bakış açısına sahipti. Özgürlükçü ve insanların kendi istedikleri yolda devam etmelerini isteyen, baskıcı olmayan bir kişiliğe sahipti. Bu yönü insanlara daha çok hak tanıyordu. Bununla birlikte ülkesinin geleceği ve çıkarları adına hayatını feda edebilecek kadar gözü karaydı. Böylelikle yıllardır özlenen barış, refah ve huzur ortamı İngiltere'de hayat bulmuştu. Elizabeth'in hüküm sürdüğü 45 yıl boyunca yaptıkları, Shakespeare dahil birçok sanatçıyı etkilemiş ve ilham kaynağı olmuştu. Ülkesine altın çağı yaşatan hem bir kadın hem de bir savaşçı olan kraliçe son nefesinde şu sözleri mırıldanıyordu; "Zamandan bir parça daha çalabilmek için sahip olduğum her şeyi verirdim."