Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir. -Tolstoy |
|
||||||||||
|
Son elli yılın en sıcak yaz mevsimi, insanların sokağa çıkmasına yeterli gelmiyordu. İş bitiminden alışveriş yerlerinin kapanmasına dek geçen sürede birkaç saatliğine canlanan şehir, aradabir duyulan motor sesleri de olmasa, ziyaretçisiz bir açık hava müzesi sessizliğindeydi. Eski ve büyük üniversitenin binlerce öğrencisi bile yer yarılmış da içine girmiş gibiydi. Sıcak ülkelere özgü akşam canlılığından eser yoktu. İnsanları belirleyen günlük koşullar değil, binlerce yıllık alışkanlıklarıydı burada da. Ne denli sıcak olursa olsun sokaklardaki ölü havayı yokedemiyordu. Kuzey güney tanımlamasına uymalıydı herhalde. İnsanın içi bir mevsimlik sıcakla ısınmıyordu anlaşılan. İki ayı aşkın bir süredir kaldığı ucuz otelden sonra, göçmen bürosunun birkaç gün önce verdiği üniversite yurdundaki odasında pencere önünde oturmuş dışarıyı seyrediyordu Selma. Aşağıdaki küçük barda sigara dumanı soluklayıp, her cinsten yarı sarhoş erkeklerle uğraşmaktansa odasında kalmayı yeğlemişti. Aslında çıkıp bir süre dolaşmayı düşünmüş ancak cesaret edememişti tek başına. Pencereden dışarıyı seyrediyor, düşünüyordu. Ne yapıyordu bu odada? Ne işi vardı bu şehirde, bu ülkede? Doğduğu ülkeyi bile doğru dürüst bilmezken ne arıyordu bu kuzey ülkesinde? Önce Danimarka, daha sonra İsveç. Değişen birşey yok. Aylar önce polis korkusuyla, şimdiyse içine sinen bilinçaltı korkuyla sokağa çıkamıyordu. Doğduğu, büyüdüğü ülkede başkasının, yabancı bir ülkede kendi kimliğiyle dolaşsa da, kafasını gittiği yere götürüyordu hep. Saklandığı bir buçuk yıl boyunca birçok şeyi yeniden düşünmüş, hesaplaşmaya çalışmıştı; yaptıkları, belki daha çok yapmadıklarıyla. Eski ilişkilerinden uzaklaştıkça daha yürekli düşünüyordu. Ancak aynı oranda da korkuyordu düşüncelerinden. Kendine açıklamakta bile zorluk çekiyordu çoğu zaman. Uzun sürmüş olsa da belli bir karara varmıştı: Yeni bir yaşam kuracak, yeni bir Selma, daha doğrusu gerçekten Selma olacaktı. Birkaç yüz metre ilerde ağaçların arasındaki trafik lambalarını izliyordu. Lambaların tüm yönlere kırmızı yandığı farkediliyordu. Bozulmuş demek. Neyse ki kırmızı yanıyor. İki tarafa da yeşil yansaydı ne olurdu acaba? Geldiği şehirde, düzensizliğin verdiği ihtiyatla pek bir sorun olmazdı herhalde yine de. Ancak herşeyin düzen üstüne kurulduğu bu ülkede mutlaka kötü bir kazaya yolaçardı. Öğleden sonra dil kursundan çıkıp otobüsle gelirken bozuk değildi lambalar. Herşeyin kusursuz işlediği bu ülkede, bozulan bir trafik lambasıyla, kimi korkarak, kimi başkalarının korkularını yenmesine yardımcı olarak üniversiteye gittiği kentin sokaklarındaki sürekli bozulan lambalar arasında bir bağlantı oluştu kafasında. Birden yoğun bir yakınlık hissetti lambaya. Aylardır kendini çevreleyen gerilimli duygudan sıyrıldı sanki. Yüzünde bir gülümseme belirdi. Gözlerinden süzülen birkaç damla, pencere önüne koyduğu kollarını ıslattı. Tuzlu, ılık ıslaklık gözlerinden taştıkça gülümsemesi arttı. Giderek sesli, hıçkırık ve gülme karışımı birşeye dönüştü. Ağlaması (ya da gülmesi) geçince banyoya gidip yüzünü yıkadı. Islak elleriyle dökülen kızıl saçını toplayıp arkadan bağladı. Aynada kendine baktı. Dalgalı saçından birkaç tel, özellikle yazları beliren çilli yüzüne düşmüştü. Gözlerindeki gülümsemeyi farketti. Yüzündeki damlacıkları kurulamadan açık pencereye döndü. İçeri sızan hafif esinti ıslak yüzünü serinletti. Neredeyse geceyarısı olacaktı ancak batan güneşin geride bıraktığı turuncu parlaklık gökyüzünün bir bölümünde geceye direniyordu. Geri kalanıysa karanlığa dönüşmeye başlıyordu. Lambalar kırmızıydı halen. Sabah onarırlardı artık. Acıkmıştı. Odadan çıkarak tüm koridoru boydan boya geçip ortak kullanılan mutfağa gitti. Açık pencereye karşın akşamdan bırakılan bulaşığın keskin kokusu çıkmamıştı. Ortak kullanılan buzdolabından, kahvaltılık birşeyler ve bir türlü alışamadığı tatlı ekmekten iki dilim çıkardı. Ekmekleri hazırlayıp geniş bir tabakta masaya bıraktı. Çıkardıklarını kendisine ait kutuya yerleştirip buzdolabına koydu. Bir bardak su alıp oturdu. Ekmekten bir parça ısırdı. Bardağı tabağa koyup eline aldı ve çıktı. Hem kokudan rahatsız olmuştu hem de lambayı merak ediyordu. Koridora çıkınca birkaç oda ilerde bekleyen birini gördü. Bir an duraklar gibi oldu. Ne bekliyordu bu adam koridorun ortasında? Loş ışıkta nereye baktığını anlamak olanaksızdı. Hem nereye bakarsa baksın, ne bekliyor olabilirdi orada? Birşey görmemiş gibi yürüdü. Birkaç adım sonra, adamın alçak sesle kapı önündeki biriyle konuştuğunu farketti. Birinin Polonyalı ötekinin İranlı sığınmacı olduğunu anladığı adamlara »hej' dedi yanlarından geçerken belli belirsiz. İkisi birden »hej' diye karşılık verdi selamına. Ancak konuşmayı sürdürmediler. Selma odasına girerken, geri dönüp bakmadığı halde ikisinin de kendisini izlediğini biliyordu. Kapıyı kapatıp kilidi çevirdi. Yeniden pencereye gitti. Aradabir suyu yudumlayarak dilimleri yedi. Lambalar kırmızıydı. Ekmeği bitirince yeniden kapıya gidip dışarıyı dinledi. Dışarıda birinin bekleyip beklemediği bilmek istiyor, kapıyı açıp bakmaya çekiniyordu. Kimse olmadığına kendini inandırıp yeniden pencereye döndü. Lambalarda bir değişiklik yoktu. Birkaç yıl öncesini düşünmeye başladı. Üniversitede, sokakta ya da görevli gittiği birçok yerde oldukça yürekli davranırdı. Arkadaşları arasında olsun, başkalarıyla olsun çekinmezdi birşeyden. Ancak yine de birçok şeyi babasından saklar, annesinin yardımıyla, eve geç geldiğini babasına belli etmemeye çalışırdı. Yoksa kıyamet kopar, günlerce huzursuzluk olurdu. Ne yapması gerektiğini bilemezdi. Bir yandan, bir sürü konuda kendi başına karar verirken aileye ilişkin işlerde, aile dışındaki yaşamına hiç uymayan başka bir insan gibi davranmasını kendine yediremiyordu. Çoğu zaman karşılaşabileceği ya da karşılaştığı birçok tatsız olayı cesaretle göğüslerken, evde akıllı uslu kızı oynamak durumda olması zoruna gidiyordu. Yine de ne buna doğrudan karşı çıkabiliyor ne de arkadaşlarıyla, özellikle erkek arkadaşlarıyla bu konuyu konuşabiliyordu. Her ne olursa olsun, ev dışında düzeni değiştirmeyi göze alabilirken şu an aynı koridoru paylaştığı iki adamdan çekiniyordu. Her ne kadar daha önce aynı şeyleri düşünmüş olsa da şu an daha çaresiz hissetmekteydi kendini. Yalnızdı. Destek göreceği arkadaşları yoktu. Yavaşça kapıyı açtı. Belli etmemeye çalışarak, aldırış etmezmiş gibi koridora daldı. Elindeki tabak ve bardağı sıkıca tutuyordu. Başını kaldırmadan birkaç adım attı. Herhangi bir ses duyamadı. Biraz da bundan cesaret alarak başını kaldırıp biraz önce iki adamın beklediği odaya gözattı. Kimse yoktu. Kapının önünden geçerken belli belirsiz sesler duydu içerden. Biraz önce düşündükleri aklına geldi yeniden. Mutfakta elindekileri aceleyle yıkayıp kuruladı. Bu kez aynı tedirginliği yoktu odasına dönerken. Odaya girer girmez pencereye gitti; değişen birşey yoktu. Yatağına uzandı. Ayakkabılarını çıkarmaya üşenmişti. Yandaki battaniyeyi çekti beline kadar. Komodinin üzerinde duran kitabı aldı. Birkaç dakika okuduktan sonra bıraktı yerine. Kafası sokaktaki trafik ışığındaydı halen. Kendi kendine kızıyordu bir yandan. Gecenin bu saatinde üstüne görev edinmişti sanki izlemeyi. İzlemesiyle kesin bir kazayı önleyecekmiş gibi bir duygu vardı içinde. Ne denli saçma olduğunu bildiği halde bir an doğruldu yatakta. Sonra vazgeçti. Hazır doğrulmuşken soyunup ışığı kapattı. Yeniden yatağa uzanıp ılık yaz gecesine gözlerini kapadı. Uykusu gelmiyor ama inatla gözlerini açmamaya özen gösteriyordu. Ancak birkaç dakika dayanabildi kendi inadına. Yeniden doğruldu yatağında. Dışarıdaki sokak lambalarından odaya yayılan loş ışık, yaprakların titremelerini olduğundan büyük ve karışık gölgelerle duvara aktarıyordu. Üstüne birşey almadan kalkıp pencereye gitti. Gölgelerin bir bölümü Selma’nın vücudunda oynaşmaya başladı. Lambalar kırmızıydı yine. Ne kadar zaman geçtiğini tam kestiremiyordu. Ancak herhangi bir kaza olsaydı gürültüyü duyardı yattığı yerde. Araba geçmemesi kaza olmadığı için sevindiriciydi Selma için. Ancak Koca bir şehrin kocaman sokaklarının bu denli boş kalması ürkütücü geliyordu yine de. Yaşamın bir süre durmuş olduğu izlenimini veriyordu. Öte yandan buraya gelmeden önce her gece izlediği sessizliği anımsattığından bir an korkuya kapılıyordu. Birden soldaki sokaktan lambalara doğru süzülen bir ışık huzmesi farketti. Yüreği ağzına gelir gibi oldu. Ama neyse ki halen yeşil değil de kırmızı yanıyordu iki tarafa da. Araba belirdi ağaçların arasından. Lambalara yaklaşınca biraz yavaşladı. Ancak hızını tam kesmedi. Belli bir tempoyla devam ediyordu yoluna. Lambalara birkaç metre kala kırmızı ışık yeşile döndü. Geçip giden arabanın ardından ise yeniden kırmızı yanmaya başladı. Neden sonra farketti lambaların sürekli kırmızı yandığını, yaklaşan hareketli bir nesneye karşı duyarlı ve ayarlı olarak yeşile döndüğünü.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © Bekir Karadeniz, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |