"Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın." -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Ve neden yalnızlık diye bir şey sözkonusudur? Bu iki soru beni epey ilgilendiriyor. İnsan ana rahminden başka bir kimseyle birlikte çıksa bile yalnız doğar. Ve savaş alanında, her tarafında O'nunla aynı kaderi paylaşan insanlarla birlikte ölse bile yalnız ölür. Peki neden yalnızdır insan? Neden kucak kucağa yaşadığı canlılardan dışlar kendisini? Daha doğrusu, O'nu yalnızlığa, yani bir çeşit dışlanmışlığa sevk eden şey nedir? Bu soruya birçok cevap bulabiliriz: Yaşananların çeşitliliği, insanların karakteristik özellikleri, çevresel etmenler, ve en önemlisi de insanların bireysel varlıklar olmaları. Ve bu cevaplar asla yeterli olmayacaklardır. İnsanın yalnızlığını bir lanet olarak görmüştüm hep ve karıncalara imrenmiştim. Hala da imrenmeye devam ediyorum onlara. Zira onlar toplumsal yaratıklar olduklarından yalnız değildirler. Bireysellikten uzak olduklarından ilerlemeleri doğrudandır. Aralarındaki iletişimi antenleriyle, birbirlerinden hiçbir şey saklamaksızın gerçekleştirirler. Oysa insanlar bireysel yaratıklardır. Ama, insanın yalnız olduğu düşüncesine, madalyonun tek bir yüzüne bakarsak kapılırız. Eğer madalyonun diğer yüzüne zahmet edip de bakan olursa, insanın aslında hiç de yalnız olmadığını görecektir. Nedir insanın yalnızlığını dolduran şey? Yakıiiyet hissidir. Yakiniyet hissini insana en doğrudan ne hissettirebilir? Ve nedir bu yakiniyet hissine rağmen bilinmez kalan şey? Başka bir deyişle, insana en yakın ve bir o kadar da uzak ve bilinmez şey nedir? Bu soruların cevabı olarak tek şey geçerlidir. İnsanın kendi benliği, yani ruhu. işte, madalyonun diğer tarafına bakarak göreceğimiz şey, insanın, kendi benliğiyle dopdolu olduğu, bunun için de asla yalnız sayılamayacağı gerçeğidir. Bu keşiften sonra, insanın doğasında var olan, bilinmezliği bilinir yapmaya dair güçlü tutku kemirmeye başlar içimizi. İşte insan bu güçlü tutkuyu doyurmak için gelmiştir dünyaya. Daha da doğrusu, bu amaç, insanın dünyaya gelmesi için geçerli bir gerekçedir. İnsan kendisindeki bilinmezi bilinir yaparak ne kazanır? Neden bu kadar zor bir işe girişmeye gerek duyar? Bu iş ilk bakışta tatmin edici görünmeyebilir. Eski ve kirli bir kının içindeki süslü bir kılıç gibidir bu iş. Görünüşte gereksiz ve kazançsızdır. Kazançsız ve gereksiz olduğu için de zor bir iştir. Ancak bu işe bulaştığımızda, sözkonusu eylemin, yani Benliğimizdeki bilinmezi bilinir yapmanın bize sağladığı huzurun, yaşamak için belirlediğimiz amaçların toplamının bize sağladığı huzurdan daha fazla olduğunu görürüz. Ve daha da önemlisi, belirlediğimiz amaçlara ulaşmak için bu işin gerekli olduğunu fark ederiz. Herhangi bir insanın hedefleyebileceği, herhangi bir hedefi ele alalım: Belli bir iş sahibi olmayı hemen hemen hepimiz hedefleriz mesela. Peki neden böyle bir şey hedefleriz? Hayatımızı yaşanılabilir kılmak için paraya ihtiyaç duyarız ve parayı kazanmak için de bir işe ihtiyacımız vardır. Ya da, yaşantımızdaki boşlukları doldurmak için bir iş bulmamızın gerektiğini düşünürüz. Daha birçok nedenden dolayı işe ihtiyacımız vardır ve bu nedenlerin herbiri geçerlidir. Peki bulmak istediğimiz iş nasıl olmalıdır? Yani bir iş hedeflerken, bu işin nasıl bir iş olacağını da düşünür müyüz? Birçoğumuz düşünür. Evet, ama neye göre düşünürüz? Yani aradığımız işin ölçütlerini neye göre belirleriz? Bu ölçütleri kabataslak sıralıyorum: Kapasitemizin yeterlilik derecesi, iş yapıldığında kazanılan para, işi yaparken hissettiğimiz duygular, işin boyutu... Ve daha birçok ölçüt var. Peki bu ölçütleri neye göre belirleriz? Elbette kendi yaşam koşullarımıza göre. İnsanın yaşam koşullarını belirleyen yegane şey, o insanın kendisidir. Kendi yaşam koşullarımızı keşfetmek, düşünüldüğü kadar kolay değildir. Birçoğumuz, Hatta rahatlıkla diyebilirim ki hiçbirimiz sınırlarımızı bilmeyiz. Bazen, yapamayacağımız, hatta yapmak istemeyeceğimiz bir şeyin üzerine abanırken, rahatlıkla yapabileceğimiz, daha da önemlisi yapmak isteyeceğimiz şeye arkamızı döneriz. Bazen de, kendi ellerimizle kendi çevremize bir duvar örer, ve kendi ellerimizle ördüğümüz bu duvarı asla aşamayacağımıza inanırız. ... Yaşam koşullarımızı belirlemede, tarafsızlıktan uzak bu tür takıntı diyebileceğimiz düşünceler varken, nasıl bir iş bulmayı ve bu işte çalışırken mutlu olmayı düşünebiliriz? Bana kalırsa, insan önce kendisini yoklamalı. Yani keşfetmeli. Daha doğrusu keşfetmeye çalışmalı. Bunu söylerken, önce kendimizi keşfedelim sonra iş arayalım demeye çalışmıyorum. Çok komik bir şey olur bu. Çünkü insanın kendisini keşfetmesi ciddi ve uzun bir süreçtir. Ben, Bu sürecin başlıbaşına bir amaç olduğunu söylüyorum. Ve iş ya da her hangi bir şeyi bu amaçta kullandığımız bir araç olarak niteliyorum. Bu amaca ulaşmayı önemsememin asıl sebebinin, yalnızlığımı yenmeye olan istek olduğunu da açıkça belirtiyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Eylem Yurtsever, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |