Ayakkabım Daha Parlıyor Artık…
Ayakta duracak hâlin olmasa da hayatta duracak nedenlerin varsa, “Korkma düşmezsin” demiş Mevlana. İnsan sevildikçe, kıymeti bilindikçe düşmüyor, yıkılmıyor gerçekten…
Bir zamanlar patronduk; bir imza ile kapılar açılırdı. Sonra bir gün anlıyorsun ki insan ekmeğe muhtaç da kalabiliyormuş. Ev gidiyor, mal gidiyor… Ama geriye dönüp bakınca, evi ev yapanın eşya değil; eşin, çocukların, anan, baban, kardeşlerin ve omuz başında duran üç-beş candan dost olduğunu anlıyorsun.
Geçenlerde iş arkadaşımla öğle yemeğinden sonra yürüyüş yaparken cami avlusunda bir ayakkabı boyacısı gördük. “Gel, ayakkabılarımızı boyatalım; hem parlar hem de garibana üç-beş kuruş faydamız olur” dedim.
Ne sandığı mobilyacı işi bir sandıktı, ne üstü başı düzgündü. Bildiğin gıda sandığı… Üstünde yıpranmış bir hayat, elinde ise ekmek mücadelesi. “Arap’a benziyor” dedim. “Hayır, Suriye Türkmen’iyim” diye cevapladı. Dilimizi güzel konuşuyordu. “Burada en çok o işime yaradı” dedi.
Ayakkabılarımızı aldı, dikkatlice süzdü. Üzerindeki etikete uzun uzun baktı. Sonra başını kaldırıp “Siz zenginsiniz” dedi. “Yok yok, biz memuruz” dedim, bir de özel sektör memuru olduğumuzu vurgulayarak…
“Yok, ayakkabılar çok pahalı” dedi. Kendi ayağındaki yırtık terliğe bakınca ne demek istediğini daha iyi anladım. Bize verdiği terlikler bile kendi giydiğinden daha iyiydi.
Boyama ücretini fazlasıyla verip “eline sağlık” diyerek ayrıldık. Yolda arkadaşımla zengin olup olmadığımız konusunda tartıştık. O gün kendimi ilk kez gerçekten zengin hissettim.
Evet, evim kiraydı. Ama sağlıklı bir ailem vardı. İşim vardı. Ayakkabım da fena değildi hani…
Ve artık her sabah boyalı ayakkabılarımı giyerken, o boyacının bana verdiği o görünmez dersi hatırlıyorum. Şükür dersi… Hayata tutunduğum, sahip olduklarımı yeniden gördüğüm o anı…
Ayakkabılarım daha sık parlıyor bundan sonra. Çünkü her parlaklıkta, bana “zenginliğin önce kalpte başlar” diyen bir ses var.







