Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx |
|
||||||||||
|
Türkiye 68’liler Birliği Vakfı ve Adana Çukurova Belediyesi’nin birlikte düzenlediği Usta Gazeteci Ergin Konuksever’i anlatan “Son Süvari” Belgeseli’nin gösterimi, geçtiğimiz günlerde Adana Çukurova Belediyesi Orhan Kemal Kültür Merkezi’nde yapıldı. Belgesel, Türkiye’nin son 50-60 yıllık tarihinden kesitler veriyor. Gazeteci Ergin Konuksever’in kişiliği, yaptıkları, şahit olduğu olaylar ve Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Sinan Cemgil gibi gençler hakkında bilgiler veriyor. Son Süvari Belgeseli Dilşat Zulkadiroğlu’nun bir eseri. Bu Belgeseli, Mersinli Gazeteci dostum Sayın Ender Erdemil Bey bana yolladı. “İzlememi ve mutlaka beğeneceğimi” söyledi. Belgesel, 1 saat 3 dakika sürüyor. Çok sürükleyici ve akıcı bir film olarak hazırlanmış. Bir türlü bırakıp ara veremiyorsunuz. Ben, de adeta bir solukta izledim. Etkilenmedim desem yalan olur. Gazeteci Konuksever, adeta Türkiye’nin son 60 yılına şahitlik etmiş. Hemen hemen bütün siyasi olaylara şahit olmuş. O dönemin bütün kahramanlarını yakından tanımış. Liderlerle röportajlar yapmış. Deniz Gezmiş’i ve Mahir Çayan’ı yakından tanımış. Belgesel’de Deniz Gezmiş için, “Temiz yürekli, cesur ve mert bir gençti. Yurdunu seviyordu. Türkiye’nin böyle gençlere her zaman ihtiyacı var.” diyor. Mahir Çayan için “Bir gün, karşılaştık. “Bir isteğin var mı?” dedim. O da “akşamları üşüyorum. Bir battaniye veya kazak gönderebilirsen sevinirim” dedi. Ben de çıkarıp kazağımı verdim. Birkaç gün sonra gazetede öldürüldüğünü öğrendim. Resimde onu, üzerinde bulunan, benim verdiğim mavi renkli kazaktan tanıdım” diyor. Bunların dışında Adnan Menderes yönetimini ve o dönemde Vietnam Savaşı’na gönderilen askerlerimizi anlatıyor. Döneme şahitlik yapmış tanıkların görüşlerine başvuruluyor. Konuksever’i yakından tanıyan meslektaşları onu çeşitli yönleriyle anlatıyorlar. Ergin Konuksever, 1937 doğumlu. Liseyi İstanbul’da bitirmiş. Lise son sınıfta Vatan Gazetesi’nde gazeteciliğe başlamış. Sonra Yeni Sabah’a geçmiş. Bir süre sonra Hürriyet Gazetesi’ne geçmiş. Gazetecilik serüveni Günaydın Gazetesi’nde devam etmiş. Burada iken, Ortadoğu Savaşlarına Savaş Muhabiri olarak gitmiş. Arap Savaşlarında bulunmuş. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı’na yine gazeteci olarak katılmış. İran Irak Savaşlarına da gitmiş. Ergin Konuksever’in beni ilgilendiren en ilginç olayı Kıbrıs Barış Harekâtı’nda bulunması oldu. “Tarih 14 Ağustos 1974. Kıbrıs’a düzenlenen ikinci Barış Harekâtı’nın en hızlı anları... Serdarlı Bölgesi’nin kontrolü sağlanmaya çalışılıyor. Üsteğmen Ersel Kayan komutasındaki tank, küçük tepeceği ele geçiriyor. Tam o sırada 5 Rum askeri ile karşı karşıya kalınıyor. Tankın namlusunu askerlere çevirmesiyle birlikte Rum askerleri ellerini havaya kaldırarak teslim oluyor. Bu anı ise savaş muhabiri, Ergin Konuksever ölümsüzleştirdi. Bu kareler Kıbrıs Barış Harekatı’nın simgesi oldu.” Gazeteci Konuksever, burada savaşta vurulmuş. Rum askerlerine esir düşmüş. Kendisi, yaşadığı olayları adeta o anları tekrar yaşıyormuş gibi anlatıyor. Bir araca binmişler. Araçla yanlış yola girmişler. Biraz sonra Rum askerleri silah sıkmışlar. Aracı kevgire çevirmişler. Durdurmuşlar aracı. Bir Rum Askeri “Buraya gel” demiş. İnmiş. İner inmez kurşunu yemiş. Rum asker sormuş: “Sen kimsin?” “ Ben gazeteciyim.” Rum asker,”Aslında ben de bir gazeteciyim. Ama şu anda düşmanız” demiş. Esirlerden sadece kendini bir araca koyup, hastaneye götürmüşler… Birkaç hemşire başında duruyor. Yarasına durmadan vuruyorlar. Sonra bir Rum doktor geliyor. Doktor Andreas D. Demetriades. Hepsini oradan kovuyor. Yaralıya “Ben Hipokrat yemini etmiş bir doktorum. Bu nedenle korkma. Sana yardım edeceğim” diyor ve ameliyata alıyor. Yıllar sonra Doktor Demetriades ile dost oluyorlar. Dr Demetriades İstanbul’a Konuksever’i ziyaretine gidiyor. Gazeteci Konuksever de adı gibi büyük bir konukseverlikle karşılıyor onu. Gazeteci Konuksever, anılarını anlattığı bir yazısında birlikte esir düştüğü Adem Yavuz’un nasıl şehit düştüğünü anlatıyor: “Rum doktor beni ameliyat ettikten altı ya da yedi saat sonraydı. Bir de baktım Adem’i getirdiler sedye ile. Çok şaşırdım. Hastane kapısında ameliyata girmeden önce hem Cengiz’le hem de Adem’le vedalaşmıştım. “Size artık bir şey olmaz. Ama bana bir şey olursa çoluk çocuk size emanet. Durumu anlatırsınız. Sağ çıkıp çıkamayacağım belli değil ameliyattan.” demiştim. Adem’i yanımdaki yatağa yatırdılar. Bir hafta kendine gelemedi. Kendine gelir gelmez de “Bu hastaneden kaçalım” demeye başladı. “Nasıl kaçacağız, nereye kaçacağız bu yaralı halimizle?” diye sordum. “Abi bunlar bizi öldürecek.” diye yanıtladı. “Yok oğlum,” dedim “Burası hastane, bizi niye öldürsünler?” “Abi, beni hastanenin bahçesinde vurdular.” dedi. Meğerse beni bıraktıktan sonra giderken bahçede bir asker karnına makinalıyı dayamış Adem’in ve...” Hastanede yatarlarken Türk jetleri ateş ederek gelmiş, hastaneyi abluka altına almış. Kendileri üst katta kalıyormuş. Uçaklar gelip gidiyormuş. Allah’tan hastane jetlerin hedefi değilmiş. Az ilerde bulunan Rum mevzileri asıl hedefmiş. Böylelikle kurtulmuş. Tabii ailesine Konuksever’in ölüm haberi gitmiş. Aile yıkılmış. Çocukları o anı anlatıyor. Duydukları acıyı ve üzüntüyü dile getiriyor. Adem Yavuz’un durumu kötü olduğu için onu Türkiye’ye teslim etmişler. Kendisini de Limasol’a bir hapishaneye götürmüşler. Anlatıyor: “Bizim Selimiye Kışlası gibi bir yer. Dört köşe. Yarısı hastane, yarısı askeri garnizon ve hapishane. Beni üst katta bir odaya koydular. Üzerimde pijamalar. Odanın penceresinden aşağıya doğru bir baktım Ertürk Yöndem. Omzunda makinası, birkaç Türk gazeteci arkadaş daha. Onlara seslenmek istedim hemen üzerime çullandılar, kapıları filan kapattılar. Onlar da otobüse binip gittiler. Ben, onları röportaja geldi sanmıştım. Meğer benden beş gün sonra mı, altı gün sonra mı, on kişilik bir gazeteci grubu geldiklerinden iki saat sonra yakalanmış, onlar da tutuklu olarak Limasol’a getirilmişler. Mete Akyol falan hep beraber. Üç-dört gün daha orada kaldım. Yaram enfekte oldu. Öbür Türklerle aynı yerde değilim beni ayrı bir hücreye koymuşlardı. Ancak geçerken bana bir-iki laf atıyorlardı. Bir de ben taş üstünde kalmıştım. Eksik olmasınlar bir battaniye ile yastık getirdiler. Neyse bir gün “Seni Türkiye’ye götüreceğiz” dediler. Silah zoruyla traş oldum. Saç sakal uzamıştı. Böyle gideyim dedim. Olmaz dediler. Üzerimdeki pijama da kir pas içindeydi. Bir yerlerden bir pantolon bulup getirdiler. Hiç unutmam patlıcan moru bir pantolon. Üzerine de pembe bir gömlek. Sonra bizim sınıra geldik. Arkadaşlar orada beni karşıladılar. Adem’i benden önce göndermişlerdi. Türkiye’ye ulaştığımda Adana’da hastanede yatıyordu. Ama çok ağırdı durumu. Biraz konuştuk, bir-iki fotoğrafını çektim. Sonra O’nu Ankara’ya sevk ettiler. Ben tamamen iyileşip İstanbul’a geçtim. İstanbul’a eve geldiğimin sabahı radyodan Adem’in öldüğünü öğrendim.” Belgeselin son bölümünde Konuksever’in oğlu, Rauf Raif Denktaş’ın babasına hediye ettiği tabancayı gösteriyor. “Bu silahı Sayın Denktaş, babama hediye etmişti. Şimdi bize emanet. Onu ömrüm boyunca en güzel bir biçimde koruyacağım” diyor…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |