İnsan melek olsaydı dünya cennet olurdu. -Tevfik Fikret |
|
||||||||||
|
Çiselemeyle başlayan yağmur sağanağa dönüşmüştü. Cama vuran her damla aceleyle yere düşmek, gelen yeni damlalara yer açmak isterken, sabırsız diğer damlalar onlara yetişiyor, birbirine karışarak tekrar iri damlalar halinde yolculuklarına devam ediyorlardı. Saçakların altına sığınan kedi ve köpekler dışında, sokaklarda kimseler yoktu. Kadın mutfak penceresinin önünde yağmuru izliyor, düşen her damlayı gözleriyle takip ediyordu. Güzel şeyler düşünmediği belli, kötü düşünceleri ise taşıyamayacak kadar yorgun görünüyordu. Belki de hiçbir şey düşünmeden boş gözlerle bakıyordu. Kim bilir belki de sadece böyle anlarda beynini boşaltıp dinlendire biliyordu. Sonra vaktin hayli geçtiğini fark etti. Telaşa kapıldı. “Gelecek, yemek hazır olmadığı için gene benimle kavga edecek mendebur adam. Ev işleri, çocuklar, çamaşır, bulaşık derken gecikti yemek, ama anlamaz. O sadece kendini, boğazını düşünür. Kendinden ötesi umurunda olmaz ki!” diye geçirdi içinden. Acele ile tencereyi kısık ateşe koyup döke saça yağ koydu içine. O kızadursun orada, diyerek soğanları hızla doğramaya koyuldu. Aceleciliğin verdiği dikkatsizlikle parmağını kesti. Yıkamakla vakit kaybetmek istemeyerek, kanlı soğanları hızla doğrayıp tencereye attı. İçeriden çocukların ağlama sesleri geliyordu. Gidip onlara bakamazdı, yemeği vaktinde hazırlamalıydı. Yaptığı işe devam etti umursamaz bir telaşla. Büyük çocuğun sesi geliyordu; “anne, anne…” Üstüne alınmadı. “Ben istemedim” dedi. “Ben onların annesi, o adam karısı, bu evin kadını olmayı hiç istemedim. Hepsi bana zorla yaptırıldı.” Geçmişi hatırlamak, çocukların ağlama sesleri, soğanların acı kokusu dayanılmaz oldu. Çöktü oracığa. Yıllarca içine akıttığı gözyaşları dışarıya giden yolu buldu ve sonunda dökülmeye başladı. Hıçkırıkları çocukların sesini bastırdı. Parmağından kan sızıyor, ocaktan cızırtılar geliyor, yanık soğan kokusu bütün evi sarıyordu. Çalan telefonun sesiyle kendine geldi birden. Koşarak gitti odaya, çocukların ağlama sesleri içinde kaldırdı ahizeyi. Ağladığı belli olmasın diye ses tonunu değiştirdi. Telefondaki kocasıydı. “Akşama” dedi, “bizim Bilal gelecek, ona göre hazırla nevaleyi.” Kadın değiştirmeye çalıştığı ses tonundan vazgeçip kendi ağlayan sesiyle konuşmaya başladı. “Hani,” dedi, “söz vermiştin, gelmeyecekti bir daha.” Adam öfkelendi, “gelecek dedim o kadar! Yap hazırlığını be kadın! Attırma benim tepemi!” Kadın bir iki şey daha söylemek istedi fakat telefon yüzüne kapandı. Üzüntüsüne öfke de karışmıştı artık. Ağlayan küçük çocuğunu kucağına alarak, akan sümüğünü eteğinin ucuyla sildi. Büyüğü annesine sokuldu. Kadın başını okşayarak, “Baban yalan söyledi. Gelmeyecek artık demişti, söz vermişti. Onca ağlayıp dil döktüm, o sarhoş gelmesin dedim. Tamam dedi, ama akşam gelecek, içecekler. Sızıp kalacak bizimki gene, o pis adam bunu fırsat bilip sarkıntılık yapacak. Bıktım canımdan, vallahi bıktım!” Çocuk anlamayan boş gözlerle baktı. Mutfağa koşturup yanık soğanları tencereden boşaltarak, yerine yenilerini doğradı çaresizlikle. Tuzu biberi derken, çocuklar görmesin diye dolaba, kavanozların arkasına sakladığı kutu gözüne çarptı. Kömürlükten bozma köhnemiş evde fareler hiç eksik olmuyordu. Duvarlarındaki iri çatlaklardan girmiş olacaklar, kocasına kaç kez söylemişti kapa oraları diye de, adam oraları onarmak yerine fare zehri almıştı. Çocuklar bulup yer diye kullanmaya cesaret edememiş, kaldırmıştı dolaba. Aldı eline, evirip çevirip baktı, yazılarını okudu. “Zehir” dedi, “bildiğin zehir. Çok tehlikeli, değil fareleri adamı bile öldürür bu!” Belirsiz bir aydınlık geçti yüzünden. Karmakarışık duygular kapladı içini. Karasızlıkla elindeki paketi tezgâhın üzerine koyup yemeği yapmaya devam etti. Zil çalınca kapıya doğru seğirtti. Kocası ve Bilal kapı eşiğinde durmuş şaşkınlıkla onu süzüyordu. Giyinip süslenmiş, bitmesin diye sadece düğünlerde kullandığı kırmızı rujunu sürmüş, her zaman topladığı kumral saçlarını omuzlarına dökmüş, neşe ile bakıyordu onlara. “Burada mı bekleyeceksiniz? Hadi, giriverin içeriye.” Adamlar şaşkınlıkla ayakkabılarını çıkarıp içeri girdiler. Salona geldiklerinde gözlerine inanamadılar. Özenle kurulmuş sofra onları bekliyordu. Daha ceketlerini çıkarmadan, kadın yemekleri getirmişti bile. Her zaman bıkkınlıkla, öfkeyle, yalapşap yaptığı yemekleri ayaklarını sürüyerek getiren kadın, envai çeşit yemek yapmış, hizmette de kusur etmiyordu üstelik. Şaşkınlıklarını üstlerinden atmaları çok uzun sürmedi. Koyuldular yemeğe. Kadın erken davranmış, birer duble rakı koymuştu. “Dur hele, karnımızı doyuralım ilkin,” dedi kocası. Kadın; “Boş kalmaya gelmez! Hem yiyip hem içelim” diyerek bir duble de kendine koydu. Tam alışmışlardı ki olan bitene, yeniden ikisi de şaşkınlığa uğrayıverdi. Ağzına içki sürmeyen kadın onlarla içecekti. Bozmak istemediler ortamı, kadının havaya kalkan kadehine tokuşturdular kadehlerini. Arada önlerindeki yemekten ağızlarını buruşturarak bir iki kaşık alıyorlar, peşinden hemen rakı ve mezelerden alarak ağızlarının bozulan tadını gidermeye çalışıyorlardı. Bilal dayanamadı, “Yenge yemek bu sefer farklı olmuş, tuhaf bir tadı var. Acı geliyor” dedi. Kocası onayladı, “Mis gibi kuru fasulye yenmez olmuş, içine ne kattıysan?” Kadın bir kahkaha patlattı. “Ayol, siz rakıyı katışıksız, su niyetine içen adamlar, acı biberi, baharatı fazla kaçmış diye fasulyeyi mi yiyemezsiniz?” dedi. Adamlar coştu, kabardı, birbiriyle yarışırcasına yemeye koyuldular fasulyeye. Kadın hiç olmadığı kadar neşeliydi, öyle sahte bir neşe değildi üstelik. En sahicisinden bir mutluluk o akşam gelip oturmuştu yüreğine. Kaldırdı bardağını, “Haydi, şerefe!” Adamlar da sevinçle kaldırdı bardaklarını. Kocası sordu, “E, neye içiyoruz?” “Mutluluğa” dedi kadın. “Mutluluğuma…”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Fatma Kara, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |