Servet mutfakta bir yandan omlet yaparken, bir yandan da salonda bulunan televizyonun sesini iyice açmış haberleri dinliyordu. Çok dikkatli dinlediği söylenemezdi ama arada sırada ilgisini çeken şeyler duyduğunda hareketsiz durup anlamaya çalıştığı oluyordu. Çamaşır suyu bulaşmış pembe tişörtü, beyaz şortu, kahverengi çorap ve sarı banyo terlikleriyle yeterince sınırları zorlayan Servet’in, bu dikkat kesildiği anlar estetik kaygıya sahip bir insanı dehşete düşürebilirdi. Servet baharatlığa uzanıp, karabiber sandığı kimyonu aldı ve az evvel çırptığı yumurtanın içine boca etti. Tereyağını tavada erittikten sonra, peynirleri kavurmaya başladı. Bu sırada televizyonda meclisteki grup konuşmalarından bölümler verilmeye başlanmıştı. İlk olarak Başbakan Davutoğlu’nun konuşmasından bölümler aktarılmaya başlandı. Servet çirkin terliklerinin çıkardığı, çirkin sesler eşliğinde tezgâhtaki yumurta kabuklarını alıp mutfak balkonuna çıktı. Balkonun manzarası boş bir araziye bakıyordu, hemen ileride bir inşaatın temelleri atılmış vaziyette aylardır bekliyordu. Esneme hareketleri yapıp, manasızca etrafı süzdü, uzaktan bir ses işitir gibi oldu, kulak kesildi ve sonra tekrar esnedi, yumurta kabuklarını kenardaki çöp sepetine attı. Tekrar içeri girerken çirkin terlikleri yine o çirkin sesleri çıkarıyordu. Servet, çırptığı yumurtayı güzelce tavaya döktü. Televizyondan gelen ses bu kez CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na aitti. Servet bir müddet hareketsiz kalıp, salondaki ekrandan gelen sesi anlamaya çalıştı. Kılıçdaroğlu: “Karadenizliler yiğit adamlardır, bir şey söyledi mi arkasında dururlar” diyordu. Servet tahta kaşıkla tavayı karıştırarak hareketsizliğine son verdi. Omlet hazır sayılırdı, ocağın altını söndürdü. Diklemesine dörde böldüğü salatalıkları, portakal suyunu ve poşetteki ekmeği alıp salona gitti ve televizyonun karşısında yere serdiği gazetelerin üzerine koydu. Tekrar mutfağa döndü, omlete baktı, kafasını tavaya yaklaştırıp, gözlerini kapatıp, ımm ımm diyerek omleti büyük bir şevkle kokladı. “Ağzıma layık doğrusu” demeyi de ihmal etmedi. Gerçi koklarken öyle ımm ımm diye sesler çıkarmasını gerektirecek bir koku almamıştı, hatta koku bile almamıştı. Ama işte o da yemek yapan adam ritüelini gerçekleştirmeye can atıyordu. Ocağın yanındaki çekmeceden bir adet çatal ve hemen tezgâhın üzerinde duran tuzluğu aldı. Ellerini rahatlatmak için tuzluğu cebine koydu ve tavayı alıp içeri geçti. Tavayı sofranın ortasına yerleştirdi, çatalı içine bıraktı. Tam oturmaya hazırlandığı sırada kapı çaldı. Dizleri bükülmüş, yarı oturur, yarı ayakta bir vaziyete üç beş saniye bekledi. “Kim bu şimdi ya” diyerek gönülsüzce kapıya yöneldi. Kapıya gidiş süresi uzun sürmedi ama kapı üç kez ısrarla çaldı. Servet minik mırıltılar şeklinde duyulan küfürler eşliğinde elini kapının koluna attı. Kapıyı açtığındaysa karşısında hiç beklemediği birini gördü. Servet’e kapıyı açmadan önce kapıdakinin kim olduğunu haber veren bir güç olsaydı, o kapıyı açmadan önce muhakkak üzerindeki çirkin kıyafet kombinasyonu “daha az çirkin” hale getirecek bir şeyler yapardı. Kapıyı açıp karşısında apartmanın en güzel kızını bulan Servet, kızın karşısında ne bulduğunu düşünmek bile istemiyordu. Servet şapşal bir gülümseme ile “ buyurun” dedi. Kız, “Merhaba, ben Demet, üst kat komşunuzum” dedi. Servet içinden, “biliyorum canikom, biliyorum, üst kat komşumuzsun, apartmanımızın gülüsün, çiçeğisin” diyordu. Kız devam etti: “ya kusura bakmayın, yemek yapıyorduk, sonradan fark ettik ki tuz kalmamış evde, markette biliyorsunuz epey uzak, üşendik gitmeye, sizden rica edelim dedik.” Servet, Bruce Wilis’in gülüşünü taklit etmek için sol gözünü kısıp, dudağındaki gülüşü de sola kaydırdı. Bu haliyle daha ziyade Çoşkun Sabah’a benzemişti ama farkında değildi. Kız, mahcup bir edayla, “şey yani varsa biraz tuz isteyecektim” dedi. Servet istem dışı üzerini yokladı ve yine istem dışı bir hareketle şortunun cebindeki tuzluğu fark etti ve yine istem dışı ani bir hareketle cebinden tuzluğu çıkarıp kıza uzattı. Kız da bu ani hareket karşısında nutku tutulmuş bir vaziyette tuzluğu aldı. Servet, “Allah’ım ne kadar saçma bir şey oldu öyle” diye içinden geçirdi. Kız, şaşkınlığını gizlemekte zorlandı, karşısında cebinden tuzluk çıkaran bir adam duruyordu. Şaşkınlığı yüzünden okunuyordu, uzun süren sessizliği tedirgin bir tebessümle “teşekkür ederim” diyerek bozdu. Servet, kapı aralığından kız merdivenlerden üst kata çıkana kadar baktı. Tuhaf duygular yaşıyordu, nasıl bir durumun içinde olduğunu pek kavrayamıyordu. Kız acaba ne düşünüyordu, olayları nasıl algılamıştı ve tuzluk ne ara cebine girmişti? “Neyse” diyerek elini savuşturdu ve kapıyı örttü. Salona girdiğinde ev arkadaşı Rüstem’i gördü. Sofraya oturmuş, omleti yiyordu. Servet büyük bir şaşkınlıkla, “Sen ne zaman geldin, okulda değil misin oğlum sen?” diye sorudu. Rüstem, bir yandan omlete ekmeğini daldırıp bir yandan da cevap verdi: “Geldiğimde mutfakta balkondaydın, merhaba dedim ama duymadın galiba, içeri oda da uyumuşum biraz, bu arada kimyonlu omlete de bayılırım ama buna biber de koyacaksın azıcık, daha iyi olur.” Servet, cıyaklayan terliklerini öttüre öttüre sofraya doğru yürüdü, omlete ve daha sonra Rüstem’e baktı. Nazarını Rüstem’e yoğunlaştıran Servet, “ne kimyonu la?” dedi.