Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. -Cervantes |
|
||||||||||
|
Geçen gün, bir arkadaşım durduk yerde bana "ölümü hiç düşündün mü" dedi.. Ölümü hiç düşündüm mü?.. O kadar soğukkanlılıkla ve beklenmedik bir anda söylediki, ölüm gibi yani. Durduk yerde ve aniden. Buz gibi bir etki yaptı bende. Soruyu sorduktan sonra sustu, bana bakmaya başladı. Ağzımdan çıkacak kelimeler bütünlüğünü ciddiye alıyordu herhalde.. Ama konuşamadım. Kelimeler boğazıma düğümlendi, düğümleri çözemedim. O, "ben düşündüm" dedi.. Ve devam etti ; "ne kadar kötü bir şey değil mi, öldüğünü düşünüp de arkana bakmak. Yaptığın onca hata, duyduğun pişmanlıklar.. Niye yaşadım sorusu ve daha niceleri. Arkadaşların, arkadaşlıkların, ailen, tanıdıkların ve kendin. Yaptıkların, yapmayı düşündüklerin, yapamadıkların, yaptırtmadıkları, yaptırtmadıkların. Kalbini kırdığın insanlar. Şekerini çaldığın bir bebek. Ağlattığın insanlar, uğruna ağladığıkların..." Devam ettikçe etti. O konuştukça ben kopuyordum. Ruhum bedenime bir kez daha isyan edip kaçmak istiyordu, zor tuttum. Bir ara susmuştu herhalde, ben de düşündüm o sırada, ama ona söylemedim. Kendime de.. Mezarlığın içinde yürürken bir yandan bütün bunlar aklımdan geçiyor, bir yandan da mezar taşlarının üstündeki yazıları okuyordum. "sen ölmedin, kalbimizde yaşıyorsun" sözü en popüler olanıydı. Benim mezar taşıma ne yazacaklardı acaba. "Kusursuz düşleri vardı, yaşıyamadığı.. Yaşaması dileğiyle..." Vay be, karizma olurdu ha! Tabi bu karizma olayı beni pek bağlamazdı artık. Sesler duydum mezarlığın iç taraflarından. İlerledim biraz, biraz daha.. Ölüler gördüm bir kaç tane.. Sıkılmışlar mezarlarından, temiz hava almaya çıkmışlar. Dört ölüydüler.. Kadın, erkek seçemedim. Muhabbet ediyorlardı. Yaklaştım yanlarına usulce. Beni gördüklerinde önce şaşırdılar, sonra bir tanesi "erken geldin" dedi. "Geçiyordum uğradım, gideceğim birazdan" dedim. Oturdum yanlarına, konuşmalarını dinlemeye çalıştım. Ses telleri bozulmuş toprağın altında, hırıltılı çıkıyordu sesleri. Ölümden bahsediyorlardı. Dört ölü bir araya gelince gelecekten, hayallerden, umutlardan bahsedecek halleri yoktu herhalde. En yaşlı olduğunu tahmin ettiğim bir iç çekti, ya da bana öyle geldi, ve başladı kouşmaya ; "Ölmek bir şiir gibidir üstadım.. Kafiyelidir. Bir çırpıda oluverir. Anlamazsın önce ne olduğunu. Yaşadığını düşünürsün halen. Eve gitmek istersin. Tek yapmak istediğin, televizyonun karşısına geçip ayaklarını uzatmaktır. Ayaklarını uzatırsın uzatmasına, ama televizyona karşı değil. Farkına vardığın zaman sevgilin gelir aklına ilk olarak. Üzülüyor mudur diye geçirirsin içinden, üzülmesini umut edersin. Gözyaşı dökmesini beklersin senin için. Bencilliğin seni ölümünde de terk etmemiştir. Bedenini özlersin. Sonra en sevdiğin yemeği, en sevdiğin müziği ve kadın tenini özlemeye başlarsın. Yüzün kızarır belki ama ahlak diye bir kelepçe yoktur artık senin için. Yavaş yavaş kokuları unutur, alışmaya başlarsın. "Ölmek değil de, alışması zordur. Rahat edemezsin ilk zamanlar mezarında. Ne sağa dönebilirsin, ne sola. Ne de yüzüstü yatabilirsin. Yatağında yattığın ve bütün bunları yaptığın zamanlar aklına gelir de, değerini bilmediğini hatırlarsın. Düşünceler rahat bırakmaz seni... Ve bir şansın daha olsaydı diye düşünürsün.. Bir şansın daha olsaydı.." Ölüm üstüne söylenecek bütün kelimeleri tükettiğini düşünmüştüm ki, bir diğer ölü başladı konuşmaya ; "Ölüm, yalnızın sığınağıdır. Kaçacak son deliktir. Seni bulamayacakları son yer. Köşe kapmacadaki son köşe. Geminin son durağı. Ufuk noktası gibi bir şeydir ölüm. Ne arkan bellidir, ne önün. Bakan seni göremez, sen kimseye bakamazsın. Rahatladığını düşünürsün de, aklın geri de kalır, üzülecek bir şeyler bulursun elbet. En olmadı, vizyona yeni çıkmış filmleri hayal edersin. Filmin karşısında yenilen patlamış mısırın patlama sesleri gelir kulaklarına, duyamazsın.. Duyamazsın, çünkü kulağın yoktur. "Sabahın olmaz artık. Gecen de.. Ne ay ışığında rakı ziyafeti verebilirsin, ne güneşin doğduğu dağa karşı kahvaltını yapabilirsin. Ne içip içip dağıtabilirsin gecenin bir vakti, ne de bir kızın peşine takılabilirsin. Ve bir şansın daha olsaydı diye düşünürsün.. Bir şansın daha olsaydı.." Ben de ölümümü düşünmeye başlamıştım. Bu özlü söz yarışmasında ben ne diyebilirdim acaba. Tam bu sırada diğer ölü arkadaş başladı olmayan içini dökmeye ; "Ölüm, doğum gibidir. Boyut değiştirirsin bir şekilde. Çizginin bir tarafından, diğer tarafına atlarsın. İtilirsin belki. Ama sonuç farklı olmaz. Alışkanlıkların vardır geride. Bırakmak zorunda kalırsın onları. Sadece alışkanlıklarını değil, herşeyini. Umudundan tutta, spor ayakkabına kadar herşeyi. Dönüp almak istersin, beceremezsin. Zor gelir yenilerini edinmek. Yeni hayaller zorlar adamı, iyi bilirim bunu. Doğum bir ağlamakla başlıyordu, ölüm de ağlamakla başlar.. Aklına geldikçe geride bıraktıkların, hüzünlenirsin teker teker. Yaşamın boyunca, her biri için bir kaç damla gözyaşı saklamışsındır, dökülür hepsi birer birer. Durduramazsın, ölmeni durduramadığın gibi. "Ölüm bir anlık değildir kardeşlerim. Öldükçe ölesi gelir insanın, inanın bana öyle. Doğdukça doğasınızın geldiği gibi. Ne zaman ki ölümün gerisine bakmayı bırakır, yüzünüzü önünüze dönersiniz, o zaman seversiniz ölümü bile. Ama yine de aklınızdan geçirmeden edemezsiniz. Ya bir şansım daha olsaydı diye düşünürsünüz.. Bir şansım daha olsaydı.." Benim kaç şansım vardı acaba. Diğer ölü konuşmasına başlayıncaya kadar bu soruyu düşündüm bilinçsiz. Kafamı toparlamaya başlıyordum ki, konuşmaya başladı dördüncü ölü arkadaş ; "Ölüm bir sanattır. Herkes için farklı ama herkes için özgün ve herkesin ölümü kendine güzeldir. Ölüm bir sanattır etik anlayışı dışarda bırakan. Eleştirisi yapılmayan bir sanat. Herkesin ölümü kendinedir, herkesin sanatı da kendine. Herkesin boyası farklı renktedir, herkes farklı bir müzik aleti kullanır ölürken. Ölen milyarlarca insan için, milyarlarca renk, milyarlarca müzik aleti demektir ölüm. "Gerinde bırakmazsın ölümünü.. Yanına alırsın, yalnız bırakmasın seni istersin. Boşluğa beraber düşmek istersin. Ve beraber anmak eski günleri. Ölüm yoldaştır ölen için. Sadık bir sırdaş, iyi bir dert ortağıdır. Ölüm, insanın kendisidir. Ve arkaya dönüp bakar da insan kendisiyle birlikte, ya bir şansım daha olsaydı, diye düşünür.. Bir şansım daha olsaydı.." Geçerken uğramıştım yanlarına. Gideceğim birazdan demiştim onlara, gittim de üstelik. Mezarlarını üstlerine örttükten sonra.. Acele etmiştim örterken, çünkü bir şansım daha yoktu yaşamak için, ve acele etmem gerekiyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Baran Yurdakul, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |