Kurguyla gerçek arasındaki ayrım, kurgunun mantıklı olmak zorunda olması. -Tom Clancy |
|
||||||||||
|
Sözü şerh edip renk katmaya geldiler. Daha iyi anlaşılsın diye sözler sayfa sayfa nakışladılar kitapları. Aşk hikâyelerinin duygusallığını, fabllerin öğreticiliğini, efsanelerin hayalperestliklerini ve siyerlerin kutsallıklarını kendi anladıkları şekilde resmettiler, daha iyi anlayalım diye okuduklarımızı. Geldiler… Ekser tabiatı resmettiler allı yeşilli. Nakkaş dediler kendilerine, İlahî nakşı gösterebilme azmiyle. İlahî nakış ile yarışmak değildi niyetleri hâşâ! Salt insanı resmeden musavvir ve şebîhlerin ışık ve gölge perspektifine hiç iltifat etmediler bu yüzden ve gerçeğine tıpa tıp benzemesin diye stilize ettiler En Büyük Nakkaş’ın İlahî eserini. Birbirini kapatmasın diye art arda dizdiler figürleri. Kişileri uzaklığa göre değil de önemlerine göre büyülttüler, uzaklığı asla boy nisbetiyle göstermediler. Geldiler… Topraktan seçtiler tek tek boyalarını ve parlak olsun diye yumurta sarısı ile yoğurdular. Yalnızca bir kez kullanabildiler bu yüzden her boyayı. Sonra saf pekmez ve üzüm suyu içirdiler boyalara, aşk sarhoşu âşıkları çizmek için ve kaderi keder diye yazdılar. Pamuktan yapılmıştı Hind kâğıtları, ipek idi hammaddesi parşömen bir sayfanın… Bir küçük mekân, âher kokulu sayfada ve bir büyük sahne en derin sözleri şerh eden… Ve neler anlatır bize minyatürler? Geldiler… Üç aylık beyaz kedinin ense tüyünden aldılar kılları ve güvercin kanadından çıkarılmış kalemlerine ibrişimlerle bağlayıp suya batırdılar fırçalarını. İpekyolu’nun cümle renklerini sakladılar fağfurî fincanlarda ve ta Uygurlara ait zamanların resimlerini çizdiler bıkmadan usanmadan. Minyatür güzelleri hep çekik gözlüdür o yüzden ve yiğitleri hep çekik kaşlı. Nigârist ân’ı çizerken Mâni, hep Uygur dilberlerini resmetmiş huri diye. Uygur çadırlarının bezeklikleri Maniheizm veya Budizm içinde yaşadı on yıllarca ve yüzyıllarca; Mani’nin ve Buda’nın kitapları resimlendi durmadan dinlenmeden Burkan-Sanem’lerin duvarlarına. Ganj’ın arınmışlığını Himalayalardan Çakyamuna fısıldadı İbrahim Edhem’e. Mevlânâ ve Aynuddevle çağında Moğol nakkaşlar getirdiler onu İran’a, Anadolu’ya ve İpekyolu’nun son durağı Bursa’da tanıdı Orhan Gazi’nin beyleri ceylan bakışlı yasak elmayı. Emaneti İstanbul’da devralan Fatih çağırdı nakkaşları sarayına, doğudan ve batıdan… Bir ahdimiz kaldı Kâlû-Belâ’dan. Geldiler… Fatih’in albümünü yaptılar. İtalya’dan Bellini, Bursa’dan Şelbizâde, Özbekistan’dan Baba Nakkaş… Türk yüzler, Türk giysiler ile nakşettiler insanları; Türk çiçekleri, İstanbul gülistanları döküldü sayfalara. Venedik’te tahsil eden Nakkaş Sinan Bey Fatih’i gül koklarken şebîh etti. Nakkaş Haydar bir denizciydi ve nâm-ı diğeri Nigarî, Hızır Hayreddin’i tasvir etti dillere destan. Nakşî Ahmed’in fırçasıyla ulaşır bize Şakâyık-ı Nûmâniye’de gülümseyen kudemâ. Ve Nakkaş Osman’dır hem Hünernâme’yi hem Surnâme’yi resimleyen. Bir Matrakçı Nasuh gezer sonra Mecmua-i Menâzil’de yurt yurt Osmanlı coğrafyasını ve şehirleri dolaşan ırmakları gümüş suyu ile çizer mührelenince su misali parlasın diye. Edirneli Abdülcelil Levnî idi Sadabâd lâlesinden çaldığı renkle boyayan, en muhteşem eğlencelerde en güzel mahbubların yüzünü ve bir Veli Can geldi sonra perî resmetmeye Hatayî demetler arasında. Nakkaştepe’nin Hasan’ıydı gösteren Cebrail’in kanadını Siyer-i Nebî’de ve insan başlı Burak’ı. Geldiler… Bütün bir tarihi renklerle anlattılar. En romantik anlatımlarda bile rahat ve yalın çizdiler resmi, ferah ve saf mekanları tabii hâliyle aksettirdiler. Çinilerin çiçeklerine bülbüller konmak istedi, bahçelerin meyveleri iştah kabarttı. Orta Asya’nın kırmız, la’l, moran, yeşim ve yakutlarının parlaklığı yansıdı bir bir kâğıtlara topraktan. Portakal, pembe, mor ve kahve rengi ile Osmanlı ihtişamı geldi sayfalara ve söz anlaşıldı hakikat. Şafakta dâr özleyen Hallâc, kuzu kulağı ve böğürtlenler arkasında Hüsrev ü Şirin, Gülgûn ve Şebdîz… Uluğ Bey’den çalınma zamanlarda Alamut kalesi, Uşun Kocaoğlu ölümlü bakışlarla bir köprü başında. Dallarına baykuşlar tünemiş baharlarda omuz omuza vermiş yorgun şahideler… Geldiler… Kilise duvarlarına boydan boya tablolar çizilirken bir kitap sayfasının yarısının yarısına derin kompozisyonlar istiflediler ve renklerin albenisini moda bir melodi gibi tüm dünyaya yaydılar; çok şey anlattılar. Uyanın, varlığın harabe sarayına gün doğuyor!.. Çizgiyi inceltmek uğruna gözlerini yitiren nakkaşın gönlünden sayfaya döktüğü renkler, resimler aşkına!..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |