"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar |
|
||||||||||
|
Fakat maalesef bu tercümelerin pek çoğunda Goethe’nin derinliğini, insanın kalbine nüfuz eden cümleleri bulmak mümkün değildi. Romanın ilk bölümünde Homer’in etkisinde kalan Goethe, ölüm fikrinin ağır bastığı ikinci bölümde ise Ossian’ın etkisine girmiş. Ossian’ın lirik şiirlerini tercüme etme çok zor bir iş. Ancak, Goethe bunun üstesinden gelip; bu güzel eserin, hakkını vererek, derinliğini okuyucusuna duyurarak Türkçeye en güzel şekilde Senail Özkan kazandırmış diyebilirim. Özkan’ın tercümesinde; “…Ey ölülerin ruhları, bu tepenin kayalıklarından, fırtınalı dağın tepesinden bahsedin! Konuşun, bu bana ürperti vermez! İstirahat için nereye gittiniz? Dağın hangi çukurunda bulayım sizi? Hafif bir ses bile duymuyorum rüzgârda, tepelerdeki kasırgadan esen bir cevap yok.” Ryno’nun insanı kuşatan sözleri ne kadar güzel: “Şırıltıları ne hoş, ey nehir, fakat duyduğum ses çok daha tatlı. Bu Alpin’in sesi, ölüler ağlıyor. Yaşlılıktan başı eğilmiş, ağlayan gözleri kıpkırmızı kesilmiş. Alpin, ey muhteşem ozan, bu sessiz tepede niçin ağlıyorsun, uzak kıyılardaki bir dalga gibi ağıt yakıyorsun?” Alpin’in Ryno’ya hayatın özünü aksettiren cümleleri bizleri derinden etkiliyor: “Şimdi evin daracık; yerin karanlık! Sen ki eskiden ne kadar büyüktün, heyhat, şimdi kabrin üç adım! Yegâne hatıran, başları yosun tutmuş dört taştan ibaret; yaprakları dökülmüş bir ağaç ve rüzgârda fısıltı çıkaran uzun otlardır, heybetli Morar’ın kabrini avcının dikkatine sunan. Sana ağlayacak bir annen yok; aşk gözyaşları akıtacak bir kız da yok.” Evet, tercüme demek sadece dil bilmekle mümkün değil! Mütercim, tercüme ettiği dilin köklerine, kültürüne, töresinin nerelerden kökleştiğine, o milletin hassasiyetlerine, kuşbakışı da olsa vâkıf olmak zorundadır. Sonra kelimelerde bir asalet bulunmalıdır. Senail Özkan’ın tercümesi bu açılardan değerlendirildiğinde kesinlikle okuyucuyu etkisi altına alan güzel bir Türkçe’ye sahip. Hiçbir uyduruk kelime lisanını bozmamış, modası geçmiş Osmanlıca kelimeler de cümlelerinde yer almamış. Bu dil hem sanat hem de ilim bakımından bugünkü neslin gelecek kuşaklara bırakacakları bir hediyedir. Senail Özkan’ın “Genç Werther’in Istırapları”nın başlangıcındaki ifadelerini buraya alırsam, meraklı okuyucular, diğer tercümelerdeki ifadelerle karşılaştırıp tercümenin kıymetini anlayabilirler: Örneğin: “Zavallı Werther’in hikâyesine dair ne bulabildimse hepsini titizlikle topladım ve işte burada sunuyorum. Bu yüzden bana teşekkür edeceğinizi biliyorum. Onun zekâ ve karakterine karşı hayranlığınızı, sevginizi, mukadderatından dolayı da gözyaşlarınızı esirgemezsiniz. Ey onun gibi aynı azabı duyan asil ruh, sen de onun ıstıraplarıyla teselli bul ve eğer kaderin cilvesiyle veyahut kendi kabahatin yüzünden daha yakınını bulamazsan, bu küçük kitap senin dostun olsun.” Görüyorsunuz ne kadar güzel, duru ve net ifadelerle anlattığını. Büyük bir dâhinin romanı ortaya çıkarken elbette ki yazarın hayatından çok şey alır. “Genç Werther’in Istırapları”nı anlayabilmemiz için delikanlı Goethe’nin hayatını, başkalarıyla kurduğu münasebetleri, kültür seviyesini, toplumdaki durumunu bilmek gerekir. Öyleyse kahramanın ilk gençlik yıllarına da bakmak gerekir. Okuduğum bu kitap da işte tam olarak iki bölümden oluşuyor. Okuyucu önce eseri okuyor, ardından “Genç Werther’in Istıraplarına Epilog” bölümüne geçiyor. İkinci bölüm de ise niçin yazdığını Senail Özkan şöyle dile getiriyor: “Okuyucu doğrudan doğruya romanı okumaya başlasın ve romanın atmosferine girsin diye mukaddime yahut giriş yapmak yerine, epilog yani sonsöz yazmayı tercih ettim.” Seviyeli bir aşk her insandan ortaya çıkmaz. Onun yüceliklerini okuyucu fark ediyor; epiloğu okuduktan sonra kitabı yeniden okumak ihtiyacını duyuyor insan. Eserin yayınlanmasından elli yıl sonra, nasıl ortaya çıktığına dair bir soruya Goethe şu cevabı verir: “Yaşadım, sevdim ve çok acı çektim! Hepsi bu.” Bu cümle Goethe’nin ne kadar samimi olduğunu gösterir. Zaten büyük edebi harikaların temelinde her zaman bir samimiyet vardır. Bir dehanın gözleri keskindir; kendisine lazım olan malzemeyi sepetine istif eder, yeri gelince kendi üslubuyla yoğurup öyle ortaya koyar. Senail Özkan’ın belirttiği gibi Mevlânâ’nın şu sözü de Goethe’yi bize hatırlatır: “Hamdım, piştim, yandım.” Senail Özkan’ın yapmış olduğu bu kıymetli tercümeyi bilhassa edebi çalışmalar yapan gençlerin istifade etmesini umuyorum. Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |