Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karþýsýnda zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk |
![]() |
|
||||||||||
|
![]() Kitaplar hususunda þanslý bir insaným. Daha önce çalýþtýðým birçok firmanýn kitaplarla ilgili kurumlar olmasý benim için bir nimet. Öte taraftan özellikle kültürel kitaplarýn elime ulaþmasý hususunda farklý birçok seçeneðe sahip olmamýn bazen bir garebet mi, yoksa bir lütuf mu olduðunu da düþünmüyor deðilim… Her ne ise… Þimdi sizlere okumasýný yeni yaptýðým “Kozalak” romanýyla ilgili düþüncelerimi paylaþmak isterim. Öncelikle Sema Arslan’ýn, gazeteci kökenli bir meslektaþ bir yazar olduðunu paylaþmýþ olayým. Arslan’ýn günümüzde Ýletiþim Yayýnlarý çoðunlukta olmak üzere Doðan Kitap ve baþkaca yayýnlardan raflarda yerini almýþ çeþitli eserleri var. Ben henüz diðer kitaplarýný alýp da okumuþ deðilim. Ancak ilk romaný hakkýndaki görüþlerimi gönül gönüle paylaþacaðým. Bu roman elime daha önce çalýþtýðým bir matbaada mesai arkadaþlarým tarafýndan hediye olarak geldi. Körün istediði bir gözdü amma Allah verdi iki göz misali sað olsun eski çalýþma arkadaþlarým bir mevzu ile ilgili fikrimi almaya geldiklerinde yanlarýnda hediye olarak bir koli kitap da getirmiþler… Onlarý uðurladýktan sonra kolinin içindeki ve en üstteki -kapaðý da ilgimi çeken- bu romaný alýp okumaya baþladým. Þahsen kitabýn kurgusu ve dili hoþuma gitti. Etkileyici ve bir o kadar da sürükleyici kitabý severek, beðenerek okumasýný bitirdim. Ýletiþim Yayýnlarý’ndan 104 sayfalýk bu roman, sahici bir hikâye anlatýyor, bunu yaparken de okurunu sarsýp, rahatsýz ediyor. Yani sizi bir karanlýðýn dehlizine rahatlýkla çekebiliyor… Bir kitabý incelemeye çalýþan kiþilerin cevap aradýðý temel sorulardan biri, incelenen kitabýn hangi niyetle yazýldýðý olmalýdýr bana göre… Yani neden böyle bir kitap yazmaya koyulmuþtur acaba yazarýmýz? Onu bu kitabý yazmaya hangi kaygýlar sürüklemiþtir? Bu soruya esaslý cevaplar almak çoðu zaman mümkün olmuyor. Çünkü belli bir kaygý taþýmadan yazýlan çok fazla kitap var raflarda. Dahasý, bir derdi yokken varmýþ gibi yapan kitaplara da çok rastladým. Bu soruya alýnacak cevaplardan sonra ikinci bir soruyu sorma hakkýmýz olduðunu düþünüyorum. O da yazar, onu bu metni yazmaya sürükleyen sorunu hangi dinamiklerle ördüðüdür. Yani ne tür bir yazýnsal tercihe baþvurmuþtur? Örneðin, dil ve kurgunun nasýl bir rolü vardýr bu çabada? Kimi kitaplar daha ilk sayfada bu sorulara cevap verir. Kimi de sonuna kadar kendi üzerine kapanýr. Anlamýný ve derdini açýk etmekten kaçýnýr. Halk tabiriyle sýrf anlatmamak için “solucan dansý” yapar durur… Peki bu kitap öyle mi? Deðil… Bir ilk roman Sema Arslan’ýn “Kozalak” romaný iþte bu iki ayrýmýn tam alt kenar orta noktasýnda duruyor.. Bir yandan, konuþulmayan, dile getirilmeyen, özenle uzaklaþýlan bir alana girip derdini açýkça belli ediyor, diðer yandan bu görünür yarayý çok çeþitli biçimsel denemelerle örtük bir yapýyla ifade ediyor. Ama bu romanýn en temel özelliði, bana göre öyleymiþ gibi yapmamasýnda yatýyor. Zira sahici bir hikâye anlatýrken, okurunu sarsmak, rahatsýz etmek istediðini metinler arasýndaki disiplinden hemen anlýyorsunuz… Nitekim romanýn bir yerinde, hep içinden konuþan annenin þu sözlerini duyuyoruz: “Ýçim insan dolu benim, içim gerçeklerle, gerçek insan hikâyeleriyle dolu. Onlar gibi uydurukçuluk yapmýyorum; ses veriyorum.” Kýsa ama etkileyici bu kitap, bir okursever olarak beni peþi sýra sürükledi ve farklý þeyler düþünmemi de saðladý. Arslan, ucunda hiçbir ýþýk belirmeyen, içine girildiðinde bambaþka biri olarak çýkýlan metinlerinde bazen karanlýk dehlizlerde bazen de ýþýðýn en parlak halini güçlü kurgusuyla gözler önüne seriyor. Kozalak, yalnýz bir annenin aðýt halinde yankýlanan sesiyle açýlýyor. Bir memur ailesinde doðup baþka bir memura gelin giden bu anneyle baþlayan hikâyeye zamanla baþka figürler de ekleniyor. Devletin diliyle, âdeta ansiklopedi yutmuþ gibi konuþan, konuþtuðu sadece býyýklarýnýn titremesinden anlaþýlan memur baba, bir yalnýzlýk haliyle uyunan “memur babanýn memuru anne” ve genç kadýn arasýnda þekillenen hikâye, asýl hazýrlýðýný yaptýktan sonra Bomonti’nin ara sokaklarýnda mutsuz bir eve uzanýyor. Kudretsiz bir koca, karanlýk dehlizlere girip çýkmaya meyyal oðul Bedir, onun býçkýn arkadaþý Mýstýk, Paþa Dede’nin hikâyeleri ve hep konuþtuðunu sandýðý halde aslýnda sustuðunu bile ancak yýllar sonra anlayan anne figürü üzerinden hikayesini anlatýyor… Dalýndan kopmak isteyen, koptuktan sonra da açmaya niyetli bir kozalak gibi her kahraman bir diðeriyle ayakta duruyor ancak. Bir “kozalak” kurgusu Kitabýn ikinci bölümünde L. üzerinden Bedir’in, artýk baþka bir kimliðe bürünen Uður’un hikâyesini anlatýyor Sema Arslan. Bunu yaparken hem Uður’un hem de L.’nin öyküsüne odaklanýyor. Sevgilisini kaybeden L. ile Uður’un dayanýþmasý kadar, sevginin gücüne, aþkýn sýnýrsýzlýðýna çekiyor dikkatleri. Hiç þüphesiz, göz önünde olan, ama yokmuþ gibi davranýlan insan hikâyelerine odaklanýrken zaman zaman rahatsýz ediyor okurunu. Ama kývrak dili sayesinde bu durumu baþarýya dönüþtürmesini de iyi biliyor. Kitabýn son bölümünde Paþa Dede üzerinden anlatýlan hikâye hem metnin gizemli halini açýyor hem de açtýðý yerden yeni bir kapanmanýn iþaretini veriyor. Böylece ismiyle müsemma bir romana dönüþüyor Kozalak. Dalýndan koptuðu anda yeniden açýyor yapraklarý. Her yapraðýnda gizlediði sýrlarý birer birer patlattýktan sonra yeniden kapanýveriyor. Romanýn en çok da dilini sevdim. Gerçekten bu kitabýn diline özel bir yer ayýrmak gerek kanýmca. Anlatý boyunca görülen kývrak dil, sýkça beliren karanlýk atmosferi daðýtmakla kalmýyor, sustukça açýlan, kendi içinde uðunan eðlenceli bir üslubun oluþmasýný da saðlýyor. Acýyla baþ etmenin bir yöntemi olarak dilin gösterisi beliriyor arada bir. Dram yüklü hayatlarý anlatýrken bile gülümsetmeyi baþarabilen, yer yer þiirsel olduðu kadar esprili, hiçbir fazlalýk barýndýrmayan bu dil romanýn karanlýk tarafýný da aydýnlýða kavuþturuyor. Evet, birçok meslektaþýmýn piyasaya çýkarttýðý kitaplarý okuyan bir kardeþiniz olarak sonunda zaman kaybettiðimi düþündüðüm çok eser olmuþtur. Ancak bu kitap için ayný þeyleri söylemem büyük bir haksýzlýk olur.. Sema Arslan’ýn ilk okuduðum ve ilk romaný olduðunu öðrendiðim bu eser edebiyat alanýnda istendiðinde ortaya çok lezzetli atýþtýrmalýk eserlerin çýkabildiðine beni inandýrdý. Kendine has bir dili olan, bu sürükleyici ekmek arasý roman bence övgüyü hak ediyor… Kalýn saðlýcakla…
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
![]() | Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2023 | © Yûþa Irmak, 2023
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |