Doğaüstü henüz anlayamadığımız doğal şeylerin adı. -Elbert Hubbard |
|
||||||||||
|
Zaman ilerliyor. Karanlık, güneşi bastırıverdi. Ve gece oldu. Ruhumda garip bir sızı, bir tedirginlik… Ben ki neyden tedirgin olmuştum? Hatırlamıyorum… Hiçbir yeri gezesim, göresim yok. Tanıdık birini görmek, konuşmak istemiyorum. Birinin; “bir derdin mi var?” sorusuna muhatap olmayı göze alamıyorum. Yüreğimde yoğurup dışarıya çıkmaya cüretkâr kelimeler dilime dolanıyor. Onları çözebilmek ve dışarıya çıkartabilmek için ağzımın içinde tutuyorum. “İnsan sevgisini susarak gösterebilir mi?” sorusunu cevaplamaya çalışıyorum. “Mümkün” diyorum. Hiçbir şeye artık şaşırmıyorum. Oysa kitaplarda, filmlerde, sevgi; emek, değer vermekti diye biliyordum. Peki büyük bir aşk için ben neyim? Hiç… Keşke! Ah keşke, az da olsa dilimde bir parça maviliği sunabilseydim sana… Peki sen? Derinlerde yaşadıklarını kendine saklamayı, görünüp, aniden kaybolmayı huy edinmiş sen… Acaba ben, kime, neyi anlatacağım ki? Beni bulmak, bana ulaşmak, bu kadar mı zor? Bir kez bulup, “yoktun zaten” demek ne kolay. Oysa yerim, yurdum beli. Yüreğimde sana açılan sokakları görmüş olsan belki de ağrıların, sızıların dinecek ama nafile, ne söylesem laf-ı güzaf… Zaten çocukluğumdan beri “iyi” ve “güzel” hiçbir şey kendiliğinden beni bulmuş değil. Hele hele “Mutluluk”, “Sevinç”, “Arzu”, “Sevgi”. Niye? Çok istiyorum da ondan… Ama çok geç kaldılar… Çok geç. İstemiyorum hiçbir şeyi.. Yalan! İstiyorum… Yalan söyledim. Fark etmiş olmalısın! Evet, düpedüz kendime yalan söyledim… Aslında seni görür görmez iyileşiyorum ben. Yüzüne bakmak bile mutlu ediyor beni. Arzuluyorum seni. İçin için seviniyorum… Geçenlerde: “Para mutluluk getirir mi getirmez mi?” diye konuşuyorlardı çocuklar iş yerinde. Benim bu soruya bir cevabım ne o an ne de başka zaman hiç olmadı. Ama mutluluğun, para gibi mutsuzluğu satın alabildiğini biliyordum. Hatta mutlu olan insanların zaman içinde dünyanın en bencil insanı olabileceğini de. Kim bilir belki de biz bu yüzden mutlu olamadık. Yani mutluluk, arada sırada bize uğradıysa belki de bu insanlık dışı duyguya düşüp dikkatsizce hayat yaşamaktan bizi korumuş olabilir… Bugün, tüm sıkıntılarından kurtulman ve mutlu olman için çektiğin ağrıların ve sızıların gelip beni bulmasını istedim Allah’tan. Galiba bunu isterken çok samimiydim. Sarıyer’de birlikte yol aldığımız ağaçların arasından geçerken istedim. Sonra seni aramak istedim. Yapmadım, utandım belki. Ayrıca, sen de arayabilirdin. Aramadın. Söylenmemiş, gezilmemiş, bakılmamış, henüz görülmemiş çok şey var daha… Çok mu kuruntulu oldum acaba ne dersin? Ne ise… Ben seni yeni doğmuş aç bir bebeğin, annesinin memesini aradığı gibi arıyorum. Ve sesini duymazsam çocuklar gibi tedirgin oluyorum. Beklemek… Evet, benim sevgili hasmım beklemek… Ne yapayım? Sabırsızlıkla, gelmeni bekliyorum… Sağlıcakla kal.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |