"Denemeler"de gördüğüm şeyi Montaigne'de değil, kendimde buluyorum. -Pascal |
|
||||||||||
|
Örneğin, Kalevala’nın yaptığını hangi beşerî güç yapabilmiştir? Ufukları sislerle kuşatılmış Finlandiya’nın bataklıklarından yeni bir milleti günışığına çıkarmayı başarmıştır. İşte böylesine etkili, sanatın en yüce dalı olan şiirin mekânı da hiç kuşkusuz Doğu’dur! Masalın, destanın olduğu gibi! Nasıl ki romanın ve hikâyenin vatanı Batı ise, şiir de Doğunundur. Mevlana’lar, Yunus’lar, Hafız’lar, Firdevsi’ler, Fuzuli’ler hep bu topraklardan çıkmıştır. Goethe; “Tanrım ben Hafız gibi dahi bir kulunla nasıl yarışabilirim?” derken ulaşılamayacak zirvelerden birine işaret ediyordu. Gün geldi; kader sanki Doğu’dan yüzünü çevirdi, o güzellikler, o zirveler dünyasından silinmeye başladı. Sanatı da bundan nasibini aldı. Şükür ki köklü bir kültür, medeniyet ve geleneği olduğu için şiir damarı tam kurumadı! Almanların mustarip çocuğu Nietzsche; “İnsan, yalnızlığını gidermek için gülmeyi icat etti.” diyor. Gülmek insani bir özelliktir; Allah’ın bir lütfudur, onda gülenin emeği yoktur. Dışarıdan uyarılır. Şiiri üreten duyguları ve idraki de o ilahi el insanoğlunun mayasına katmıştır. O mayadan, bir taşta gizli olan figürü ortaya çıkarmak için heykeltıraş nasıl olanca yeteneğini, gayretini seferber ederek ruhunun aksini; tasarladığı bir eseri maharetli elleriyle bize sunarsa, şiiri de şair aynen öyle sunar. Elbette şiiri okuyanla, üreten farklı şeyler duyar; tıpkı bir çocuğu doğuranla, seven arasındaki fark gibi. Biri varlığıyla, kanıyla hayat verir, diğeri o güzelden nasibini alır. Şairlik yolu güç yoldur, taliplisinden hayatını ister, her babayiğit o yükün altına giremez, heveslisi çok, gerçeği kuyrukluyıldız gibi azdır; bu azlardan birisi de bu ülkede yaşamış Dilaver Cebeci’dir! Dilaver Cebeci’nin tohumlarını duygularında bulduğu, idrakiyle olgunlaştırdığı, kalbinin kanıyla beslediği ürünlerini topladığı “Bütün Şiirleri” kitabını yeni okudum. Ve bu eseri anlatmak, tanıtmak da aslında haddime değil. Hatta bu kitabı yeni okuyor oluşum da benim ayıbım… Çünkü şiir ne anlatılır ne de özetlenir. Anlatılabilen, özetlenebilen de zaten şiir değildir. Şiir ancak okunur; okuyan idrak ve yeteneğine göre onun iklimine girer, takati oranında payını alır. Yine Cebeci’nin “Mavi Türkü” isimli kitabının PDF’ini okurken burada “Dokuzlama” adında ki yazısı ile karşılaştım. Yazıyı okurken içindeki sözler burnumun direğini sızlattı. Gözlerimden yaşlar getirdi. Hem tüm Türk tarihini hem sevgiyi, aşkı, sevgiliyi adeta bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmesine vesile oldu… Evet, sevdayı ve aşkı bir halı gibi dokuyan Dilaver Cebeci’nin aşka da bigâne kalmadığı ve hayran kaldığım o yazısı: “Seni boşuna mı seviyorum sanıyorsun?” “Biz, “Kalûbelâ”da beraber değil miydik? Ben o günü hatırlayamıyorum. Sen de hatırlayamazsın. Ama mutlaka yan yana idik. Tanrı buyruğuna beraber baş eğmedik mi? Evet demedik mi? Çünkü sensiz eksik oluyorum. Yarım oluyorum. Biz, birbirimize “Kalûbelâ”da vurulduk. Peteng Kalası önünde Hakan’ın buyruğunu hatırlıyor musun? Atlarımızı dört renge ayırıp yağıyı dört yönden kuşatmıştık. Biz al atların bulunduğu safta yan yana idik. Hiç unutmadım, doğudan esen bir hafif yel, san saçlarını ve börkünün yumuşak tüylerini dalgalandırıyordu. Saçlarını o günden beri seviyorum. Ağladığın zaman hep Ergenekon’u hatırlarım. Ergenekon’u unutmak istemiyorum. Hatırlamak için de seni ağlatmak mı gerek? O günün aşkına beni bağışla, su gibi akan kan aşkına, alınan* doğranan erler aşkına, geçit vermez dağlar ve bereketli soyumuz aşkına beni bağışla. İlteriş Kutluğ Kağan’ın buyruğuna ilk uyanlar biz değil miydik? Kurt başlı tuğlar altında yüce dağlardan geçitleri seyrediyorduk. Kartalca hür olmanın tadını birlikte tatmadık mı? Çoğalıp acuna yayılmaya gök kılıçlar üzerine andımız var. Nispetsiz cenkler içre gösterdiğimiz erlik ile kavuştuğumuz dileğe hamdolsun. Bugün gülüşlerini özledim. Güldüğün zaman, bembeyaz dişlerin görünür, güzel yüzünden her tarafa dolunay ışıkları yayılır. O zaman bir eşsiz toy olur ki; Dedem Korkut gelir, boy boylar, soy soylar, bize kutlu adlar koyar, alkış verir. Geçmişteki cümle toylarda beraberlik, geleceğin büyük toylarında da beraberliğimiz için gel Tanrıya yakaralım. Neydi o Cuma sabahı? Üstümüzde beyaz dua bulutları dolaşıyor, Çağrı beğin oğlu, bu dua bulutlarından örülü bir kaftana bürünüyordu. Alınlarımız yağız yere değdiğinde Tanrıdan gayrısına kulluk etmemenin sevincini sen de duymuyor muydun? Bin yıl önce secde ettiğimiz bu toprakta beraber ölelim. Sen İstanbul gecelerini iyi bilirsin. İstanbul’da gece oldu mu, yıldızlar, Boğaz’ın sularına düşer, Ay, güzelse, yıkanmış, saçlarını taramışsa, gönlünde yedi kat bir mehterin bestesi varsa öyle doğar. Değilse hiç görünmez. Biz bu Ay’ın, bu yıldızların altında gümüş tekneli gemileri dağlardan çekmedik mi? O gece omuzlarımızda açılan halat yaraları çoktan geçti. Ama o yaraların doyumsuz sızısını şimdi yüreklerimizde saklıyoruz. Arada bir ağlamaya muhtaç mıyız ne? Bilir misin ki biz yerin ve göğün paylaşamadığı kutlu kişileriz. Bizi, acunda toprak, gökte uçmak çağırır. Ey toprak! Ey uçmak! Can istedin vermedik mi? Kan istedik vermedin mi ki, ellerimizi arkamızdan bağlayıp, gözlerinin feri sönmüş, şu insancıkların önünde boynumuzu ipe veriyorsun. Biz erce ölmeyi herkesten iyi biliriz. Birazdan ışıklar yanacak sevdiğim. Varsın karanlık olsun. Aynı göğün altındayız ya… Nabızlarımız birlikte vuruyor ya… Güzelliğini, doyumsuzluğunu, ebediliğini biliyorum. Bu karanlığın ortasında karıncaların kıskanacağı bir gayret içindeyim. Biliyorum ki, ışıkların yandığı zaman, bir daha çözülmemek üzere ellerimiz birbirine kenetlenecek ve acunda* bizim töremiz işleyecek. Seni boşuna mı seviyorum sanıyorsun?” *alınan: tuzak ile, kalleşlik ile *acun: Dünya. Evet, Dilaver Cebeci önce bir şair, iyi bir gözlemci ve saygıyı hak eden bir akademisyen olduğunu ismini ilk kez duyanlara belirtmek isterim. Bestelenen “Türkiyem” şiirini şarkı formatıyla bilmeyen, dinlemeyen kimse de yoktur herhalde. Diğer taraftan Cebeci hakkında yaptığım mini araştırmada onun çok iyi bir mizah yazarı olduğunu da öğrendim. “Seyyah–ı Fakir Evliya Çelebi” müstear ismiyle yazdığı yazıların bir kısmını okudum ve gerçekten harika eserler bırakmış dünyamıza… 2008 yılında İstanbul’da ani bir kalp krizi sonucu vefat eden şairi Çengelköy Mezarlığına defnetmişler… Ne diyelim? Ruhu şad, mekânı cennet, makamı âli olsun inşallah… Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |