İnsanlığın hangi filizi köreltilmek istenmişse, tersine o filiz daha gür büyümüştür. -Freud |
|
||||||||||
|
Her ne ise… Ben de bu sabah erkenden yola çıktım. Mesai arkadaşlarımdan birkaçını da arayarak servis noktalarından aldım. Yaklaşık bir saat süren yolculuğumuzda iç açıcı, ruh okşayıcı, gönül alıcı sohbetler ettik. Sabah mahmurluğuna rağmen esprilerin ve muhabbetin ayarı çok hoştu. En çok hoşuma giden Ahmet abinin: “sevgili”nin cinsiyeti var mı, yok mu? sorusu oldu. Herkes konu hakkında kendince bahisler açtı. Yaptığımız yolculukta çok şey öğrendim. Hatta iş yerine gelir gelmez bir arkadaşın söylediği bir kaç ayeti bulup tekrar tekrar okuyup anlamaya çalıştım. *** Sanıyorum İslam’ın iç sesi, yeryüzünün halifesi olan insanın, Allah için yaratıldığını, geri kalan her şeyin de insan için yaratıldığını fısıldıyor hepimize.. Demek ki insan olmak, ayrı bir sorumluluk gerektiriyor hepimize. Allah’ın kullarına duyduğu sevginin derinliğini iliklerime kadar hissettim. Yaratan’ın bizde tecelli edişi kesintiye hiç uğramadan akıp gitmeye devam ediyor. Çeşit çeşit, renk renk, farklılıklarıyla adeta bir mozaiği andırmasına rağmen bu sevgi, hiç bitmiyor, tükenmiyor! Arada sırada kesintiye uğrayan bir şeyler varsa o da bizim algılama biçimlerimizden kaynaklanıyordur herhalde. Kudsi birçok hadislerde, gizli hazinenin bilinmek istemesinden bahseder. Yani bilinme arzusu, ayetin de belirttiği üzere, Allah: “O, onları sevdi, onlar da O’nu…” kelamı bize ilk zikrin sevgi olduğunu söylüyor. O’nun bizim için dilediklerinin hiçbiri bizim kötülüğümüze olamayacağını idrak etmeyle başlamalıyız her yeni bir güne… Bu sevgiye layık olmak ve bir sevgili gibi yaşayabilmek için Allah’ın bizden istediklerine kalbimizle itaat etmeye başlamak bu işin mihenk taşı! Bizim için de sevginin gayesi gerçek Sevgili’ye kavuşmak olmalı ki karşılıklı bir sevginin ilk basamaklarını çıkmaya başlamış olalım. Ama tuzaklarla dolu bu yolda nefsimizin esiri olmadan ruhumuzu özgür bırakmamız gerçekten kolay bir iş değil.. Sevgi’yi cinsiyete, milliyete, ırka veya sınıfa göre ayrıştıran ve insanı kutsayan bu tip seküler değerlere meyleden esasen zihinlerimizdir. Yani bu aşka ihanet eden bizzat kendi ürettiğimiz saçma sapan kavramlardır. Çünkü zihnimiz “eşsiz ve benzersiz olan”ı, “tüm eksik sıfatlardan münezzeh olan”ı, “doğmamış ve doğurulmamış olan”ı algılamakta zorlanıyor. Anlamak için bunları bölerek tanımlamaya çalışıyor. İkilikler merkezi olan zihnimiz, illa ki zıtlara gereksinim duyuyor bazı şeyleri ayırt edebilmek için… Güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü kıyas etmeden yol alabilmesi pek de mümkün olmuyor! Oysa daha düşey bir yol izlediğinde, kalbe yani keşif mahalline varılabiliyor. Orada insan diliyle üretilmiş nice kavramın, ideolojinin ve tanımın “bir”de eridiğini ve “konuşan”ın Yaratan olduğunu anlamaya başlıyor. Tüm ikiliklerin içinde yer bulabildiği ve Hakikat’i kuşatan o ilk neden’in tüm neden sonuç ilişkilerini kapsadığını fark ediyor. Kâinattaki değişimlerin “bir” olduğunu, akleden ve keşfeden kalbimizle ancak öğrenebiliyoruz. Sizlere artık kâinatın mükemmel olmadığını, o yüzden de Allah’a inanmadığını söyleyen birine karşı yapılacak en güzel şey tevekkül etmenizdir. Çünkü O’nun celal ve cemal isimlerinin açılımını, rahmet ve gazap ölçülerini ve bunların ancak bir arada dikenli bir gülün eşsizliğinde tecelli edeceğini yüreğinizden bilmeniz yeterlidir. Sözlü ayetten sözsüz ayete geçiş… Gül ki aşkın her çeşidinde Sevgili’yi temsil etmez mi? Peygamber Efendimiz için kullanılan “Allah’ın Sevgili”si tanımı bizi Yaratan’ımızla cinsiyet ötesi bir platformda buluşturmuyor mu? Böylece kadın ve “sevgili” olarak Peygamberimiz’le (sas) bir manada hemcins olduğu söylenir. Beri taraftan risalet yalnız erkeklere verilmiştir ve Hz. Muhammed’in son peygamber olması hasabiyle, mümin erkeklerle kadınlar bir kez daha cinsiyet ötesinde kardeş olurlar. Çünkü ne sevenin cinsiyeti vardır burada ne de sevilenin.. Varoluş içinde tek seven var: “Sevgi, işte bu sevenin varoluşudur.” der bazı büyük sufiler. İnsan hem sevendir hem sevilen. Özne ile nesnenin bir oluşu… Zihnimizde kutsadığımız tanımlamalar bizi takvadan uzaklaştırıyor. “Allah katında ayırt edici değer; cinsiyet, milliyet ya da ırk değil takvadır.” oysa. Erkekle kadın arasındaki tüm farklılıklar bu bağlamda ele alındığında ise ne niyetlerin cinsiyeti vardır, ne de amellerin diyebiliriz… Havva’nın, Adem’in eğe kemiğinden yaratılmış olması Adem’den boşalan yerin doldurulmasını gerektirir. Adem’e görünüşte bir üstünlük verilmiş olsa bile, Havva’yı kendi vücudundan çıkarmakla bir anlamda doğurganlık atfedilir ona. İbn Arabi, bu ilk doğumun Adem’e dişil bir özellik kazandırdığını hatırlatır. İlk kadının ise bir canlıdan yaratıldığı için adının Havva olduğu söylenmiştir bize. Bu durumda Havva, çıktığı yeri, bir mekân olarak özleyecek, o boşluğa dolmak isteyecektir. Adem ise kendi parçasına duyduğu özlemi gidermeye çalışacaktır. Yani kendine hayranlığını arayacaktır Havva’da. Belki biraz da bu yüzden kadın bir nefs sınavı olarak telakki edilir tüm erkekler için. Nefs Arapçada dişil bir kelime. Ama kavram olarak pek çok ayette de cinsiyet ayrımı yapılmaksızın kullanılmış: “Bir nefsten yaratıldınız, yine bir nefste birleşeceksiniz.” gibi… Kur’an’da cinsiyet için ayrı vurgu yapılan yerler de var. Toplum düzeninin anlatıldığı ayetler de olduğu gibi. İslam’ın kalbinden bahsedilirken pek sık başvurulmaz bu ayrımlara. Örneğin ceza ve mükafatta cinsiyete dayanmayan bir teraziyle nefsler ölçülebilecektir. Yine her nefsin tadacağı ölüm de cinsiyete tabi değildir. Ne de ahiret üzerine söylenilenler cinsiyetçidir… Adem ile Havva’nın cennetteyken Allah’ın emrine uymaması da bir cinsiyet ayrımına tabi tutularak anlatılmaz Kur’an’da. Kaldı ki, cennetten ayrılmadan evvel pişman olup tövbe etmişlerdir. Tövbe gibi öncelikle kendi nefsini bilmeyi gerektiren ve kapıyı son ana dek kapatmayan bir eylemin de cinsiyet ayırdığı söylenmez. Kadın olmanın üzerinden, ona basıp onu çiğnemeden… Ama yine de kadınlığın ötesine devam ederek… İmana yaklaşmaya çalışabiliriz: İtaat ettikçe özgürleştiğini ve sevginin arttığını duyumsayan gönüllü bir kul olarak. Yaratan’dan bağımsız bir göz, bir kulak ve dil olmadığını, olamayacağını idrak ettiğimiz ölçüde çok büyük mesafeleri kat edebileceğimizi düşünüyorum. Bilmiyorum belki de yanlış düşünüyorum.. Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |