..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Özyaşamöyküsü başka insanlarla ilgili gerçekleri anlatmak için eşsiz bir araç. -Philip Guedella
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Sinema ve Televizyon > Yûşa Irmak




18 Eylül 2023
Türk Sinemasının Ezberini Bozan Yönetmen  
Yûşa Irmak
On sekiz yaşımdan beri aldığım filmleri bilgisayarıma kopyalayıp bugün devasa bir film arşivi sahibi oldum. Yani bugün 43 yaşındayım ve 17 bine yakın film arşivim var...


:FBE:
On sekiz yaşımdan beri aldığım filmleri bilgisayarıma kopyalayıp bugün devasa bir film arşivi sahibi oldum. Yani bugün 43 yaşındayım ve 17 bine yakın film arşivim var. Bu filmlerin çoğu yabancı, Türk filmi oranım ise elliyi geçmez. Çünkü izlediğimiz Türk filmleri -son on yıl hariç- gerçekten klişeler yüzünden seyredilmekten ziyade eziyete dönüşüyordu. O filmlerde örneğin, bir kadın oyuncu: “çok korkuyorum…” diyorsa, bela yakın demekti, çünkü kadınların boş yere korktukları hayatta hiç görülmemişti. Yine başroldeki bir kadın oyuncu kesik kesik, kuru kuru öksürüyorsa, oyuncumuz kısa bir zaman sonrasında ya veremden ya kanserden ya da adını duymadığımız başkaca bir hastalıktan ölecek demekti. Yani gerçek hayatta insanlar bu şekilde öksürdüklerinde ölmezlerdi belki ama Türk filminde bu şekilde öksürmek kesinlikle ölüme işaret ederdi…

Elbette severek, haz duyarak seyrettiğim muhteşem Türk filmleri de var. Örneğin; Gurbet Kuşları, Susuz Yaz, Selvi Boylum Al Yazmalım, Eşkıya, Uçurtmayı Vurmasınlar, Uzak, Kış Uykusu, Bir Zamanlar Anadolu’da ve Ahmet Uluçay imzalı Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak… Aslında bu filmlerin sayısını çoğaltabilirim ama zihnimin çeperlerinde kalan isimler şimdilik bunlar. Zira bu yazının konusu izlediğim bu filmler değil, yönetmeninin de ismini zikrettiğim Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak hakkında birkaç kelam etmek istiyorum.

İzlediğim Türk filmleri arasında gerçekten çok etkilendiğim bir film bu. Uluçay’ın filminin diğer Türk filmlerinden ayıran bir sürü farklı özelliği olduğunu peşinen söylemeliyim. Hatta bu filmin sevdiğim yanı Türk sinemasından tanıdığımız o bilindik ezberlerden habersizmiş gibi yapmasıydı. Sinemanın gündelik hayata ilişkin işaret dilini bozup farklı bir işaretler dizgesinin adeta bir habercisiydi. Bu filmde genç bir kızı bir oğlana mektup yazarken görmeniz kızın o mektubu göndereceğini filan ima etmez; sadece kadının mektup yazdığını gösteriyordu. Bu film, köydeki iki acar gencin hayallerine kavuşmasını anlatmıyor; sadece hayal kurduklarını anlatıyordu. Bu filmde kasabanın girişken ve şen dul kadınları -Türk filmlerinin “taşrada dul bir kadın” ezberinin aksine- tacize uğramıyor, genç ve güzel kızlarıyla yaşayıp gidiyorlardı. Bu filmde küçük ya da ergenlik çağındaki erkek çocuklar, çelik çomak oynayıp koyun gütmüyor; Türk sinemasının “yeni gerçekçilik” ve “yeni dalga” ekollerini kopya etmeye çalışan türlerinde olduğu gibi kadınları köyün hamamında ya da dere kenarında yıkanırken “röntgenlemeye” çalışmıyordu. Oturup tahta ile çivi ile alet yapıp film göstermeye çalışıyorlar; ampulleri birbirine ekleyip projektör filan yapıyorlar…

Rahmetli Uluçay’ın en beğendiğim ve sevdiğim tarafı ise yıllar önce kendisini Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’nda aşağılayan ve 2012 yılında vefat eden Yusuf Kurçenli gibi tanınan yönetmenimizin kibrinden taşan “köylüden sinemacı mı olurmuş? bu ne cüret?” ezberlerini alaşağı etmiş olmasıydı… İşte bu film hepimize normal hayatın; ama özellikle de köy-kasaba gerçekliğinin içinden taze, muhteşem, leziz medeni bir filmi sunuyordu hepimize. Üstelik kente karşı köy güzellemesi yapmaya filan ihtiyaç duymadan yapıyordu bunu. Köyde film göstermeye çalışmak ve ilerde kendi filmlerini çekmek isteyen iki gencin hikâyesi gibi sürreel bir hikâye yönetmenin özgeçmişinden taşıdığı izlerle gerçekçi ve tanıdık bir lezzete dönüşüyor ve yayımlandığı yıllarda Ankara Film Festivali başta olmak üzere yerli ve yabancı bir sürü birçok otoriteden ödüller almıştı. Elbette üstad Yusuf Kurçenli bu ödüllere o dönemde ne diyordu bilemiyorum…

“Bir çoban, yaşadığı tabiat parçasının güzelliklerine bakıp hayran olmaz; çoban onu kanıksamıştır ve o güzellik onda bir yapıt için gerekli olan coşkuyu uyandırmaz. Pastoral şiir, çobandan çıkmaz; pastoral şiir o güzellikleri bir saatliğine izleyip hayret eden kentli adamdan çıkar”. İşte bu tez kimin teziydi bilemem amma sinema tarihinde bu tez Uluçay tarafından net bir şekilde çürütülmüştü. Türk sinema tarihinde elbette yukarıda da bahsettiğim gibi klasikleşmiş yapıtlar var. Ve bu yazımda sizlere rahmetli Uluçay’ın kamerasıyla şiir yazdığını iddia edecek filan değilim. Ama Uluçay’ın yaşadığı gerçekliği kanıksama ve elindeki nimete körleşme tuzağından kurtulmuş ender yönetmenlerden biri olduğunu çok rahat bir şekilde iddia edebilirim. Tabii ki kenti bilen; kente, orada yaşayan izleyiciye hayatında neyin eksik olduğunu duyumsatacak kadar vâkıf bir yönetmen olması, onu yukarıda alıntıladığım tezin içerdiği “çoban”dan elbette ayırıyor; yani bu manada söz konusu tezin sahibine de tamamen haksızlık etmemek lazım. O halde şöyle diyelim: Uluçay, köyde doğmuş büyümüş ve köyde sinema yapmaya başlamış ve hali hazırda “köyde” yaşamayı seçen birinin köy malzemesinden kentte yaşayan adamı da kuşatabilecek bir yapıt çıkarabilmesinin mümkün olduğunu kanıtlayan ilk Türk yönetmen ve senaristlerimiz arasına girmiş nadir insanlardan biridir.

Evet, Uluçay’ın yansıttığı “köyde hayal kurma” öyküsü bir anıyı puslu bir şimdinin vizöründen canlandırmaya kalkmıyor; hali hazırda o gerçekliği, o saflığı o pürüzsüzlüğü koruyan bir insanın imgelemiyle yaşama dahil ediyor. Çok basit bir örnekle izah etmek gerekirse; kentli bir yönetmenin ustasından dayak yiyen çocuğa bir “drama nesnesi” olarak bakması olasılığı çokça yüksektir değil mi? Zira çocuk işçilerin durumundan tutun da ataerkil bir yapıda yetişen bir çocuğun birey olabilme sürecine kadar, zihnini donatan birçok sahici kaygı vardır. Oysa Uluçay böyle bir olguyu ve o olguyu kuşatan gerçekliğin içinde kalarak, hiç de abartmadan ve kentli insan tarafından da değil, çocuk tarafından nasıl algılanıyorsa öyle sunuyor hepimize. Zira, Uluçay için Recep’in sevdiği kıza vermek için uzattığı cevizleri yere düşürüp bir daha toparlayamaması ya da saçlarını bir kumpas sonucu kestirmek zorunda kalıp tek cazibe aracını yitirmiş olmaktan dolayı müthiş bir acıya gark olması, diğer çocuğun; Mehmet’in, ustasından dayak yemesinden daha hüzünlü, daha gerçek bir şeydir. Çünkü perdede izlediğimiz kentli duyarlılıkları kopya eden bir yönetmen değil adam. İçindeki köylü çocuğunu konuşturan bir köy yönetmeni kendisi. İşte bu fark, Uluçay’ın sinemasını özgün ve muhteşem bir yapıt haline getiriyor. Umarız bu ülkede sinema sektörünün tekelini elinde tutanlar tarafından bilinçli bir şekilde bu tarz insanların önüne serilen engeller ve imkansızlıklar bir şekilde kalkar Yeni Türkiye Yüzyılı’nda Ahmet Uluçay gibi yönetmenlerin sayısı artar diye ümit ediyorum.

Başka bir karpuz kabuğundan sinemanın ezberini bozacak yeni yeni yüzlere, yeni sözlere bu ülkenin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Haksız mıyım?

Kalın sağlıcakla.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın sinema ve televizyon kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sinema Kültürel Meselemiz Haline Ne Zaman Gelecek?
The Man Who Wasn’t There 2001 (Orada Olmayan Adam)
Çit Filminin Düşündürdükleri (Rabbit - Proof Fence 2003)
25. Saat Filmi
Scenes Of A Sexual Nature (Aşk Manzaraları) Filmi Üzerine
Amistad Filmi ve Türkiye’ye Gelen 70 Afrikalı Devlet Başkanları
Big Eyes (Büyük Gözler) 2014 Filmi Üzerine
Bize: "Bol Acılı" Aşk Lütfen…
Dünyanın Bütün Sabahları (Tous Les Matins Du Monde 1991) Filmi Üzerine Birkaç Kelam…
Yapay Zeka (Artificial Intelligence 2001) Filmi Üzerine Birkaç Kelam…

Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kilidi Açmak
Chp’nin Psikopatolojisi
Ben Olsam Ne Yaparım
İnsan Bu "X’tir Git" Diyesi de Gelir
Chp, Gerçekten ‘demokrat’ Mıdır?
Milletlerin Ruhunu Taklit Öldürür
Neyimizi Kaybettik
Yarın Bekleyebilir Şiir Kitabı Üzerine
Seviye
Sorumluluğa Davet

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Geldim [Şiir]
Bir Hicran Nağmesi [Şiir]
Sakin Bir Acı [Şiir]
Sözün Çiçeği [Şiir]
Sevgiliye Hasretle [Şiir]
Geceye Kâside [Şiir]
Benimle Ölür Müsün? [Şiir]
Gözbebeği Turşusu [Şiir]
Beste-i Nigar [Şiir]
Bilemezsiniz [Şiir]


Yûşa Irmak kimdir?

Felsefe ve edebiyat aşığı! Yayıncı, gazeteci ve kitapsever. . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.