Bilim şaşkınlıkla başlar. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Bugün kafayı masalcı nineye taktım ve ona iki çift laf etmeden de duramayacağım korkarım.... Yoo korkumun sebebi, onun hışmına uğrayıp, kendimi peri masallarının birinde ‘zalim büyücü’ ya da ‘kötü kraliçe’ olarak görmek değil. Kaldı ki, saflığı ve bönlüğü dillere destan prenses olmaktansa; cin fikirli ve parlak zekalı kraliçe olmayı yeğlerim. Elbette her çocuk gibi ben de, güzel ve iyi huylu prenseslerin repliklerini ezberleyerek büyüdüm. Ve tabi beyaz atından başka sermayesi olmayan prenslerin hayaliyle vuslata erdim. Amma ve lakin beyin kıvrımlarım birbiriyle temas etmeye başladıkça, masalcı ninenin beni aptal yerine koymasına isyan ettiğimi söylemeliyim. Yahu be kadın! Onca iyi niyetine ve sevecenliğine rağmen, tüm yaşamlarını cefa çekerek ve zulme uğrayarak geçirmiş prenseslerin sinirleri bir operasyonla alınmış mıdır? Yoksa biz dünyalılar mı fazla asabiyiz? Hem senin kraliçelerle ve büyücülerle ne alıp veremediğin var? Tavuğuna mı ‘kışt’ dediler, köpeğine mi ‘hoşt’ dediler? Zaman zaman masalcı ninenin, bu ‘İnek Şaban’ı kıskandıran ve ancak masalın sonunda talihi gülen, ‘ballı prenseslerinin’ güler yüzlerinden de işkillenirim ben. Ayrıntıları pas geçersek, iki çeşit gülüş vardır. Biri şeytan gülüşü, diğeri de melek gülüşü. Şeytan, yaşamın kötü ve acımasız oluşundan kendine pay biçip gülerken; melek de evrenin kusursuzluğuna duyduğu hayranlıktan dolayı güler... Hadi şeytanı anlarım; o hep bir pislik peşindedir ve genellikle de kendine kurban bulmakta zorlanmaz. Eh kurbanlarına pabuçlarını ters giydirmesi de eğlenmesi için yeterli bir sebeptir. Lakin meleklerin bu bönlük sınırını aşmış iyi niyetleri beni canımdan bezdirir. Üvey anne veya kötü kalpli büyücü prensesimize ‘masal işkencesi’ yaptıkça, bizimki “büyüğümdür saygıda kusur etmem, lay lay looom” diyerekten ve hatta tek tek basaraktan kırlara koşar, ota böcüğe karışıp, papatya toplar vs. İşte tam da bu sahnede, prensesin ağzına iki tane geçiresim gelir. ‘Amma abarttın Tuba, onlar masal kahramanı’ felan demeyin. Gerçek yaşantıda da var onlardan yahu. Vallahi de var, billahi de var. Ve ben onlardan birkaç tanesini tanıyorum bile. Ha, ‘tanıyorum da neden ağızlarının payını vermiyorum’ diye soracak olursanız; varlıklarından haberdarım, bir vesileyle tanışmışım ama mecbur kalmadıkça görüşmeme kararı almışım. Kimi zaman da, kötü kraliçelerin hikayelerini merak ederken yakalarım kendimi. Kimse ‘kötü kraliçe’ ya da ‘zalim büyücü’ olarak doğmaz elbette. Konuşmayı söker sökmez ‘ben büyüyünce kötü adam olacağım’ diyen bir çocuğa rastladınız mı? O yaşlarda, ya doktor ya da öğretmen olmanın hesabını tutarlar. Gerçi zamane çocukları televole kültürünün esrimesinde manken ya da ‘playboy’luğa özeniyorlar ama onlar bile ‘tamamen duygusal’ kaygıların güdümündeler... Şahsen, külkedisinin üvey annesine, şöyle mezesi, alaturkası bol bir içki masasında hikayesini anlattırmayı çok isterdim. Üvey anneyi, önce bir iki kadeh şarap ve “talihin elinde oyuncak oldum/ kader böyle imiş/ buymuş alın yazım” şarkısı eşliğinde konuşturmayı denerseniz, onun bile hüzünlü bir hikayesi olduğunu göreceksiniz. Hatta, şarabın ardından bir duble rakı verip, üstüne bir de ‘kader, kime şikayet edeyim seni/ alnıma yazılmış yazısın/ derinsin silemem’ şarkısını dinletince, oturup beraber ağlayabilirsiniz bile.. Eminim, üvey annenin sızmadan önceki son sözleri şöyle olurdu: “Herkesin öyküsü, kendine özel gelir. Belki farklı değildir kimsenin hikayesi diğerinden. Gerçek ve değişmez olan tek şeyse, kimsenin kendini kötü kraliçenin yerine koymadığıdır. Herkes, güzel ve iyi huylu prenses ya da kurtarıcı prenstir hikayesinde... “ Bir varmıııış.. Bir yokmuuuuuş.. Develer tellal, pireler berber iken; gri betonlar içinde, yeşil fukarası bir memlekette, kısa boylu, obez, suratı sivilceli, selülitli bir prenses yaşarmış. Kompleksli, fesat ve bencilmiş de aynı zamanda. Prensesimizin kırıştırdığı prense gelince; para ondaymış ama kıronun Allah’ıymış. Öyle çirkinmiş ki, ekin tarlasına koysan kargalar korkuluk sanıp, tarlaya dadanmazlarmış. At hırsızı gibiymiş. Söylentiye göre, beyaz atı da çalıntıymış... Hadi saksıyı çalıştırın da masalın devamını siz getirin. Eh bir zahmet e-mail adresime de pas edin masalınızı. Bakalım hayal gücünüz ne alemde. Ne? Karşılığında ne mi vereceğim? Önce bir masalı görelim de hele, düşünürüz bir güzellik.. Bana laf yetiştireceğinize gidin de masalınızı yazın kardeşim! Çarkıfelek mi sandınız burayı? Hebidihübüdü mobilyadan etejer, yanında kılyün marka cep telefonu ve bir adet de estekköstek porselenden üçççç kişilik yemek takımı...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Tuba Çiçek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |