Yaşamak için topu toplam altı haftam kalsaydı ne mi yapardım? Tuşlara daha hızlı basmaya bakardım. -Isaac Asimov |
|
||||||||||
|
Bu şehri bir de yağmur yağarken, yer gök ıslanırken görmeliydin. O, ölüler kadar suskun çehresiyle, hiç görmediğin ve bekleyemeyeceğin kadar ıslaktır artık. Biraz da tuhaflaşır iç içe girmiş evlerin kibirsiz çatılarını ıslatan damlalarla. Usulca pencereyi açıyordum, büyüsü bozulmasın diye, yağmur hep böyle damağımdaki aşık tadında ( tadıyla) yağsın diye. Az önce sokaklarında üç beş çocuğun cirit attığı, misket oynayıp kaytırık bir edayla ağladığı şehri şimdi sel götürüyordu. İçim ürperiyor ve her düşen damlanın sanki içime işlediğini hissediyordum. Nasıl da tane tane yağıyorlardı ve birbirilerine hiç değmeksizin tek kelimeyle intihar ediyorlardı, günlerce aşinalarında bu anı beklerken hevesle. Bir şeyler olmalıydı, maviyi griye bezeyen, sisi perde perde o muzip surata geren bir şeyler olmalıydı? Ben bu yağmurlara nisan ıslaklığını adını koymuştum. Tıpkı yılın her nisan ayında nasıl yaşıyorsak öyleydi sağanak duyguları. Geçen nisanı anımsayıverdim de, ne tuhaf ne ezik geçmişti; dile kolay söylenmesi, hatırlanması ıslak duyguların çiğ düşerken donması kadar. Yalnızlığın küf kokulu dilimde acılaşması ve beni varlığımı keşfetmeye zorlaması kadar ıslak ve de ağırdı. Ve hala yağmur yağıyordu, sen yoktun şehir bir bilinmeze doğru ıslanarak sisleniyordu. Üşüyorduk ve ne de çok yalnızdık ıslak akşamların koynunda öyle değil mi? Hayat bir sel gibi zamansız akıp duruyordu; her evin çatısından değişik renkte, farklı tatta; oluk oluk sızıntılar köpürüyordu. Sanırım hep akacaktı nisan ıslaklığıyla gözlerimdeki buğu tadını anımsatan yolculukların yalnızlığında. Şehir neden bu kadar suskun ve yalnızdı? Yoksa bu halini mi çok seviyordu? Bacalar tütsüleri andırıyor, boğazımdan geçmeye çalışan meyvenin tadı uçuktu biraz İstanbul kadar, günü özlercesine, karanlığa yırtarcasına. Gramafon yalnızlıklarından geriye koskoca bir şehir kalmıştı sultanlarını aldatacak kadar ve iki dağın arasına sıkışıp yürek çarpıntılarıyla yaşayacak kadar...Yiten ne vardı, yokluk adına? Neden sorular çözümlerini bulmakta zorlanıyordu? Şehrin yükseklerini sis bürümüş , nem havaya yapışıvermişti. Bulutlar hüznün güze ait olduğunu unutmuşçasına belleksiz bir ıslaklıkla yok oluyorlardı. Bir ağırlık çöküyordu, içime işleyen tanelerin yuva yaptığı hücrelerime. Bir an belleksiz kalmanın acılığını hissediyordum; bir ormanın kurumuşluğu, çatlayan dudakların susuzluğunu ve semanın hep kapalı kalmasını düşünüyordum. Tuhaf bir melodiyle üşüten sesimi kaybederken damlaların büyülü dünyasında, sarılmayı bekleyen yeni doğmuş bir bebek kadar, üşüyordum. Hırçın okyanuslarda fırtınalarla boğuşan bir yelkenlinin halini düşünüyordum da, şehrin en yücelerinden bakıp bakıp gülümseyen gözlerin vermiş olduğu tedirginlikle bu düşümden vazgeçiyordum. Penceremi kapamıştım ve sağır bir sessizliğin beni yiyip bitirdiğini fark ediyordum. Yere düşen damlaların mutluluk adına çıkardıkları çığlıkları dinlemeliydim...Biliyor musun düşen her damlada birazcık sen vardın ve toprak sen kokuyordu. Çiçekler yüzüne özenip tomurcuklarını patlatmaya çabalarken, üşüten bir kasım yalnızlığını hatırlatıyorlardı. Biraz da üşümüşlerdi, yürümeyi bilmeyen bir kedi yavrusunun ıslaklığını andırırcasına, titriyorlardı kar tanelerinin usul salınışlarında. Kamyonlar yükünü, otobüsler yolcusunu almış yeni diyarlara yelken açıyorlardı. Radyoda ağır duygulu bir şair gaipten haberler veriyordu. Ve hep yağmur yağıyordu, üşüyorduk, yalnızdık nisan ıslaklığında. Türküler yandığı ve yakıldığı ateşin sönüşüne yanadursun, ıslak bir güneş ay yülü bir bebek gibi doğuveriyordu tabiat ananın yüreğinden. Ebemkuşağı geriliyordu boydan boya, o gergin suratını az önce yitiren gökyüzüne. Fırçasını o kadar özenle kullanıyordu ki, her renkten bir parçayla beziyordu, cömert yüreğindeki sevgili sözcüklerle. Sis artık çok yükseklere çekiliyor ve şehir yine o muzip yüzü ve mimikleriyle çocuklara kalacaktı. Nisanı nisan yapan da sanırım yaşanan ve hep yaşanan sessizliğin bozuldukça tamir edilebilmesi ve yeniden bozulmasıydı. Yerler ıslak, gök ıslak ve toprak sen kokuyordu nisan ıslaklığında...? Serhat AKDAŞ
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © serhat akdaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |