Roman yazmanın üç kuralı vardır. Ne yazık kimse bu kuralların neler olduğunu bilmiyor. -Somerset Maugham |
|
||||||||||
|
Bu dünyada her işin yavaş yavaş yükselmesi daha itibarlı geliyor. Aceleye gerek yok. Daha 10 yıl öncesine kadar her şey o kadar yolundaydı ki… Öncelikle hatırladıklarım bana sevgi ve saygının yolunda gittiğini adeta kanıtlıyordu. İnsanlarda dayanışmanın olduğunu, geleneksel bağların olduğunu hatırlatıyordu. Bayramda herkes yakınlarına giderdi mesela. Ortamda bir sohbet, bir bütünleşme vardı. Kapılar çalardı. Ülkemizin kültürleri o kadar çok seviliyordu ki; kimsenin bölemeyeceğini düşünürdük belki de… Ama her şeyi de önceden bilemezmişiz. “Vay be” diyorum şu 10 yıla. Şu 10 yılda neler neler değişmiş. Bırakın değişmeyi, artık ileride de değişeceğini pek sanmam. Bilgisayar teknolojisinde neler neler gelmiş. Yeni kavramlar öğrenmişiz. Televizyon teknolojisinde neler neler gelmiş. Makine teknolojisinde neler neler değişmiş. Değişmiş… “Artık yeter” demek geliyor bazen içimden. Bu hızlılık niye? Hızlılıktan ne kazanırız, ne kaybederiz? Tabii, bazen bunun avantajları da var. Ama bilinen bir gerçekle; her şeyin bir iyisi varsa bir kötüsü de var. Neymiş ki beni bu yazıya iten? Televizyon… Televizyonun da bu konuyla çok alâkası var. Ama yalnız televizyon da değil; şimdi yaptıklarımız, bu yaptıklarımızı sağlayan başrol teknoloji… Benim küçüklük kahramanlarımdan biri; Barış Manço… Öyle bir insandı ki sadece yetişkinler değil, küçük çocuklar bile ona hayrandı. Hatırlarsınız herhalde; “7’den 77’ye Barış Manço” programını, “Dönence” programını. Sevgili Barış Manço her hâliyle çocuk programını da kurmuş, katılan çocuklarla o kadar içtendi ki hâlâ aklımda gördüklerim. Dış ülkelerdeki çocuksu yerleri, eğlence yerlerini gezer, bize bir şeyler öğretirdi. Programında çocuklara sorular sorardı, sonra sahnede çocuklar şarkı söylerlerdi: “mini mini bir kuş”, “küçük kurbağa”, “öğretmenim canım benim”, “benim annem güzel annem” vs yaşıtlarınca şarkılar söylerlerdi. Hatta Barış Manço’nun çocuklar için yaptığı “Ayı”, “Bugün Bayram” ve “Arkadaşım Eşek” şarkılarını söylerlerdi. Dönence programında da keşifler yapardı Barış Manço. Şimdi rasgele izlediğim bir çocuk programında çocuklar yok “Dudu”, yok “Kuzu Kuzu” yok bilmem ne şarkılarını, hatta slow (yavaş) şarkı söyleyen bile vardı. Herhalde arkadan alkışlayanlardan biri söyler: “İşte bu benim çocuğum!” Eskiden bayramlar dışında sürpriz ziyaretler de olurdu. Misafirler varken televizyon açılmazdı. Herkes aynı odada oturur, birbirinin suratını görürlerdi. Şimdi misafire ısrar ediliyor “gelin” diye, gelmek için şart konuluyor: “Bak ama Kurtlar Vadisi’ni seyredersek gelirim.”. Çok güzel! Hadi diyelim geldi, misafir dizisini seyrederken ne bir konuşmak ne de bir suratına bakmak olur. Konuşursa da reklâm aralarında dizi hakkında yorum yapar. Ama ev sahibi, yani karşındaki bu diziyi seyretmiyorsa! Neyse ki bu olayı ben yaşamadım, başkasından duymuştum. Televizyon, farklı ülkelerin kültürlerinin birbirine kaynaşmasını da sağlıyor. Şimdi bayramlarda tatile çıkmak nerden çıktıysa! Böylece ne oldu; bayramlarda büyüklerimizi ziyaret etme geleneğimiz hasar gördü. Gelenek değişti. Ya da diğer ülkelerin kültürlerinden o kadar çok etkilenenler olmuş ki; o kültürler bizim geleneklerimizin arasına da girmeye çalışır. Misal; haberlerde birkaç kişinin cadılar bayramını kutladığını görmüştüm. İşte bu popüler kültür, nam-ı diğer kültür erozyonu bu anlamdadır. İnsanların belki de bağımlı olduğu 2. teknolojik araç da bilgisayardır. Bayramda canı sıkılan geçiyor bilgisayarın karşısına. Ne de olsa ev sahibinin diğer üyeleri ilgileniyor misafirle. Daha fazla konu var anlatacak, hatırlatacak ama bu kadarına içim cız etti. Yanlış anlaşılmasın; bazen ben de kaptırıyorum kendimi. Fakat suç insanlarda değil ki; suç teknolojinin hızla gelişmesinde. Belki de 10–15 yıl sonra modası olacak eşya, şimdi kullanılıyor. Böyle gittikçe de yaratıcılık kavramının azaldığını fark ediyorum. Tekrar düşünüyorum da; her iyi şeyin bir kötüsü de vardır. Bu yazdıklarım, yabancılaşma kavramını getiriyor, çekirdek aile yapısını bozuyor. Artık insanlar birbirine yabancılaşmış, geleneksel bağları çözülmüş, iletişim eksikliği hissedilmiş durumdalar. Bu bir dezavantaj… Bunun iyi tarafı nedir acaba, işte bunu düşünüyorum. Bu arada; bu vesileyle çocukluk kahramanlarımdan biri olan Barış Manço’yu da andım. Şimdi bu kadar çok sevilecek adam bulmak zor… Ve tabii ki kendime de bir yorum getirdim. Bu konuyu enim gibi bir gencin yazması ne kadar doğru, ne kadar yanlış?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emir Düzel, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |