"Bir kitabın kaderi okuyanın zekasına bağlıdır." -Latin Atasözü |
|
||||||||||
|
“Anneler, babalar; duygusal erkek çocuklarınıza müzik enstrümanı almayın! Duygusal çocuklar kaldıramıyor bazı notaları...” Herhangi bir Internet sitesinden alınmış herhangi bir cümle bu… bu cümleyi kuran; bu ülkenin herhangi bir ilinden herhangi bir müzisyen… İnsanın içine işleyen bir hüzün var satır aralarında, kanına işleyen bir şey… gözlerinizi kapatınca bile yankısı zihninizde asılı kalan, acıtan bir şey… Ancak yoğun çok yoğun bir kalp sıkışmasının eseri olabilir bu cümle… ancak koyu bir acının eseri olabilir… Melankoli mi bu, hani her sanatçıda az çok var olan yoksa depresyon mu psikoloji diliyle? Elbet gebedir üreten insan hüzne… elbet en çok acı, cümlelere, notalara, renklere hükmeder… ve elbet biz, en çok, bizi kanayan yerimizden kavrayanları severiz. Hüzün mü sanatçı yapar insanı yoksa sanatçı mı hüzün doğurur? Belki her ikisinden de bir parça…Nazım gelir aklıma, değil mi ki en güzel şiirleri demir parmaklıklara kazındı, değil mi ki Piraye’yi en çok orada andı, “bağırası geldi Piraye diye…” “Anneler, babalar; duygusal erkek çocuklarınıza müzik enstrümanı almayın! Duygusal çocuklar kaldıramıyor bazı notaları...” Adını koyamadığım bir şey vardı bu cümlelerde… satır aralarından taşan bir hüzün… ama artık bir adı var; ölüm! Ölmüş, ölümünü seçerek… depresyon mu yoksa melankoli mi kimin umrunda artık! Bu ülkede, bu dünyada, bu evrende duyarlı bir insan olmanın bedeli budur diyelim gitsin… içimiz acısın… Böceklerden ve karanlıktan korkarmış… bağlandığı mavi bir tespihi varmış ve balıkları; şefkatle ve zevkle baktığı… o şarkı söylerken ağlarmış dostları ve en çok bulgur pilavı yaparmış… dostları grip olunca onun yanında alırmış soluğu, nane limon içmek için… Herhangi bir insana dair küçük ayrıntılar işte… dostlarının kaleminden çıkmış, nasıl da önemli, özel ve yakıcı olmuş... kayıp zamanların çığırtkanı bu cümleler herkes için… “Anneler, babalar; duygusal erkek çocuklarınıza müzik enstrümanı almayın! Duygusal çocuklar kaldıramıyor bazı notaları...” Ama, kahretsin işte, hayat akıp gidiyor… biz duruyoruz, dünya etrafımızda dönüyor… o kadar fazla ses, renk, koku, tat var ki hiç birini algılayamıyoruz artık… bazı notalar, bazı cümleler, bazı renkler ağır gelmiyor bize… O’na gelmiş, bize gelmiyor… O seçmiş ölümünü, korktuğu böceklerle ve karanlıkla buluşmuş buz gibi toprağın altında, bizim ayaklarımızın altında o topraklar, nefes alıyoruz, her gün üzerine basarak yaşlanıyoruz… her gün O’nun gibileri eziyoruz, her gün O’nun gibiler ölüyor… biz yaşıyoruz… O ölümünü kutsamış, biz yaşamımızı kutsayamıyoruz… biz duruyoruz, dünya etrafımızda dönüyor… Ama, kahretsin işte, hayat akıp gidiyor… birazdan cümlelerimi tamamlayıp, hayatın gündelik koşuşturmacalarının içine dalacağım, birazdan insanlarla ‘bir şeyler’ hakkında sohbet edeceğim, birazdan yetiştirilmesi gereken işlerim için gidecek parmaklarım klavyeye, yemek yiyeceğim, uyuyacağım, televizyon seyredeceğim, ‘şunlardan bir kaçını Taksim Meydanında sallandıracaksın, bak o zaman böyle oluyor mu’ diyeceğim… birazdan hayatıma kaldığım yerden devam edeceğim, senin gibi… Sende kapatacaksın gazeteni, belki biraz buruk, belki biraz umursamaz… sende devam edeceksin günlük işlerine… sende devam edeceksin benim gibi oksijen tüketip, karbondioksit üretmeye… Unutacağız ikimizde O’nu… arada bir aklımıza gelse de bu ufak hikaye, ‘amaaan’ deyip geçiştireceğiz… Korktuk çünkü, korkup kabuklarımıza çekildik. Hatırlamak istemiyoruz. Böyle insanların varlığını hazmedemiyoruz bir türlü, o yada bu şekilde… “Anneler, babalar; duygusal erkek çocuklarınıza müzik enstrümanı almayın! Duygusal çocuklar kaldıramıyor bazı notaları...” Bu ülkede, bu dünyada, bu evrende duyarlı bir insan olmanın bedeli budur diyelim gitsin… ağlayabiliyorsak hala, ağlayalım… Sonra kapatalım gazetemizi, toprağın üzerine basalım çıplak ayakla, vücudumuzda ki negatif elektrik yüklerini çeksin toprak, bir de Petek Dinçöz seyredip Latin dansı yapalım üstüne, ohhh değmeyin keyfimize! Sen ve ben… Asla kutsayamayacağız ne yaşamımızı ne ölümümüzü… O yüzden haydi devam edelim yaşamaya, yaşamanın oksijen ve karbondioksit boyutunda!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |