Dünyada birbirinin eşi ne iki görüş vardır, ne iki saç kılı, ne de iki tohum. -Montaigne |
|
||||||||||
|
AÇIN SANDIKLARI! “Otuz yıldır aynı kaldırımda, aynı eski sandığın üzerinde dilencilik yapan adam yine her zamanki gibi karşısına çıkan adamdan para dilenir. Adam ‘sana verecek hiçbir şeyim yok’ der, ‘neden oturduğun sandığın içine bakmıyorsun?’... Dilenci ‘o sandığın içinde hiçbir şey yok’ diye yanıt verir. Adam sandığa bakma konusunda ısrar eder. Dilenci biraz kuşkuyla açar sandığı ve deste deste altın bulur sandıkta. Otuz yıldır farkında olmadığı bir mücevherle yaşamıştır...” Hepimiz bize biçilen, adına ömür dediğimiz bu süreçte değerli olan bir sandığın üstünde, içinde ne olduğunu bilemeden yaşayıp gidiyoruz. Eski bir sandık gibiyiz, içimiz mücevherlerle dolu olsa da dönüp içimize bakmak hiç aklımıza gelmiyor. Sevilmek, onaylanmak için dilenip duruyoruz. Kendimizi sevmek ve onaylamak içinse ne vaktimiz var ne de hevesimiz. Sandığın kapağını kaldıramayacak kadar korkağız. İçimizde devinen aydınlık ve karanlığın görkemli dansı ürkütüyor bizi. Kendi içimize dönmek canımızı yakıyor. Bunun için midir bilmem durmadan aydınlık yanlarımızın altını çizer olmuşuz, karanlık yanlarımız ısrarla bizi ele veriyor olsa da... Kokular ve seslerle çevrilmişiz. Kendi sesimizi, kendi kokumuzu o eski sandığın içine saklamışız. Ama öyle çok ihtiyaç duyuyoruz ki bir sese, bir kokuya... Bundandır bitmek bilmeyen arayışlarımız... oysa açıversek sandığı, bize ait olana kavuşsak bitecek bu maskaralıklar, bitecek dilenme onursuzluğu. İçimizde eksik kalan ne varsa tamamlanacak. O zaman şu adına sevgi dediğimiz de daha bir anlam kazanacak... o zaman bentlerini yıkacak ve ancak o zaman en derinimize inecek... işte o zaman ‘beni olduğum gibi kabullen’ çığlıkları dinecek, doğal bir süreç olacak bu. Egomuzun kör kuyusundan ancak o zaman kurtulacak bütün evrenin sesleri ve kokuları... Yırtıcı bir kuş gibi açıyoruz gözlerimizi karşımızdakinin avucuna. Sözde gözlemler, yanlış tahlillerle didikliyoruz dilendiğimiz ne varsa... öyle çok boşluk var ki içimizde, kalıplara gereksinim duyuyoruz. Sonra da o kalıpları alıp uymayacağını bile bile üzerimize geçiriyoruz ve de dilendiğimiz avuçlara tutuşturuyoruz. Oysa kötü terzileriz biz... Aşık oluyoruz, evleniyoruz, çocuk yapıyoruz, dostluklar kuruyoruz ama kimse hayatından memnun değil... bilim adamlarına göre aşk içimizde birkaç hormonun aklını yitirip, yolunu kaybetmesinden başka bir şey değil ya da çocuk yapmak egomuzun emrettiği, genlerimizi bizden sonraya bırakma iç güdüsünün eseri... bu noktada her şey anlamını yitiriyor ve basit bir mekanik hesaba indirgeniyor... acı değil mi? Hesap ortada işte hep dileniyoruz o ya da bu nedenle... gerçekten yoğun bir şekilde içimizde var ettiğimizden değil de ihtiyacımız olduğundan yaratıyoruz tüm süreçleri... işte bundandır masum olan her şeyi yok edip çıkarların yaylım ateşinde savunmasız kalışımız... Sandığı açma vakti geldi artık... masal değil anlatılan... hadi biraz cesaret! Kendi sesimize, kokumuza, masumiyetimize giden yol çok uzak değil...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |