Yaşamın her anı hakkını ister. -Goethe |
|
||||||||||
|
Rahatsızsınızdır… Ararsınız doktorunuzu ve randevu istersiniz, size doktorunuzun uygun olduğu gün ve saat bildirilir… Geç kalmamak, sizden sonraki hastanın zamanından çalmamak ya da randevu saatini geçirip doktorun boş zamanını beklememek adına size verilen saatten daha erken orda olursunuz. Bu normal bekleme sürenizdir ki bekleme salonunda mevcut dergileri karıştırarak geçirilebilir..Size ayrılan saat geldiğinde dikkat kesilip beklemeye başlarsınız, koltuğun ucuna kadar gelmişsinizdir ama beklediğiniz bir türlü olmaz. İçerde mevcut kişi hala çıkmamıştır..Sitemkar bir bakış fırlatırsınız görevli bayana onunla ilgili bir durum olmasa da..Verdiğiniz mesaj ulaşır..İçeriye telefon açılır uyarılır ve bu uyarıdan en iyi ihtimalle bir on dakika sonra içerde mevcut kişi doktor refakatinde kapıya kadar yolcu edilir..Ve içeri buyur edilirsiniz..Olabildiğince gerilmişsinizdir ve o dakikadan sonra size yöneltilen her soru anlamını yitirir, şikayetlerinizi asla tam olarak bildiremezsiniz, kendi ruh halinizi bildiğinizden” ne şikayetiniz var” sorusuna vereceğiniz cevapta kendinizi, nasılsın diyen her kişiye vücudunun değişik bölgelerindeki ağrıları şikayet eden babaanneler gibi hissedersiniz… Ama gerginliğinizi doktora yansıtamazsınız, neden bekletildim diyemezsiniz…Yanlış bir teşhis veya yanlış bir ilaç yazımı ihtimalini kuvvetlendirmek istemezsiniz… Arkadaşınız arar : -Nerelerdesin,görüşemiyoruz…Özledim.. Haklıdır, bir süredir ihmal etmişsinizdir, farklı işlere takılmışsınızdır…Aranan olmak içinizde suçluluk duygusu yaratmıştır..Hemen bir randevu istersiniz…Birkaç denemeden sonra randevu karara bağlanmıştır…. Ve gidersiniz… Hani erken de gitmişsinizdir ya,başlarsınız beklemeye…Randevu saati gelir ama görünen yoktur hala kapıda…Zamanı geçiremezsiniz bir türlü, bir kez bekleme moduna da girdiniz ya gözünüz bir kapıda bir saattedir artık ve çevredekilere de ilan edersiniz bu tavrınızla bekleyen olduğunuzu…Daha da rahatsız olmaya başlarsınız…Orda olmayı anlamsız bulmaya başlarsınız…”Arasam mı, trafiğe mi takılmıştır biraz daha beklesem mi, yoksa arayıp çıkmamışsan gelme, gidiyorum” mu desem cümleleri arasında tercih yapmaya uğraşırken ve sinir katsayınız tavanı vurmak üzereyken çıkagelir arkadaşınız… -Öyle ciciler aldım ki görmelisin… Birkaç “ ciciye” satılmış olmanın ağırlığını hazmetmeye çalışırsınız … Aklınızdan geçen cümlelerden gitmekle ilgili olanını icraata geçirmediğiniz için içinizden kendinize hoş iltifatlar yağdırırsınız…. Kuaförünüzü arar randevu alırsınız…. Randevu saatinizde ordasınızdır ama henüz bir önceki müşterinin işi bitmemiştir…Beklersiniz…O gönderilir koltuğa alınırsınız, bekletmiş olmanın ezikliğiyle kahveler çaylar ikram edilir…Tam sizin işinize başlanmıştır… Geçiyorken uğramış ve muhtemelen ilgi ihtiyacını karşılamaya gelmiş bir hatun sormaya başlar kuaförünüze : -Sizce benim saçıma kızıl gider mi? Saçları daha önceden sarı tonuna boyanmıştır..Kuaförünüz başlar anlatmaya… -Hanımefendi zemin çok açık bunun üzerine istediğimiz kızılı oturtmak zaman alır, isterseniz yavaş yavaş koyulaştırmaya başlayalım sonra kızıl deneyelim… -Pekiii,kızıl üstüne kırmızı gölge nasıl olur? -Yoksa biraz uçlarından mı alsanız…. -Yoksa bu rengin üstüne röfle mi atsanız…Türünden saçma-salak ,birbirinden alakasız onlarca soruyu ardı ardına sıralar… Kuaförünüz gerilmiştir, siz gerilmişsinizdir, müşteri veli nimetidir…O : -Git işine kardeşim, en azından kararımsı bir şey al da öyle gel..diyemez Siz: -Şu anda benim işim var daha sonra görüşün…diyemezsiniz… Çünki kuaförünüzle aranızda kuaför-müşteri ilişkisinden dostluğa terfi etmiş bir ilişki vardır ve genelde olmaz ama olası bir müşteriyi kaçırsın istemezsiniz… Beklersiniz… İşiniz yoğundur… Günlük yapabileceğiniz görüşme ve işlem sayısı bellidir, vatandaşı bekletmemek adına bir randevu sistemi oturtmaya çalışırsınız… Günlük görüşmeniz bitmiştir, yorgunluktan bitap vaziyette günü kapatmak üzeresinizdir.. Tak kapı vurulur.. Dosya önünüze bırakılır.. -Şu işlemi bir hallediversek… Şaşırırsınız, o günkü randevuların hepsine ait işlemler tamamlanmıştır…İnsanlık hali, atladım mı acaba diyerek isim alır, randevu defterinizi kontrol edersiniz…Vatandaşın randevusu iki gün sonrayadır, hatırlatırsınız… -Size iki gün sonrası için falan saate randevu vermişiz…dersiniz… -Biliyorum da müsaittim geldim, şu saatten beridir de bekliyorum…der… “Sizin zamanınıza değer vermiştim…” tarzında kuracağınız bir cümle ile iletmek istediğiniz mesajın asla ulaşmayacağını bilirsiniz… Onun anlayacağı dilden “randevunuz iki gün sonra o zaman gelin “ deseniz daha odadan çıkmadan “masa başına oturdular mı kendilerini bir şey zannediyorlar…”cümlesinin üstüne basa basa size duyurulacağından adınız gibi eminsinizdir, tecrübelerle sabittir..Ve kurulan o cümleden itibaren sizin kuracağınız hiçbir cümle ile iletişim kurmanız mümkün değildir, üstüne yorgunluğunuza eklenecek sinir bozukluğuna meydan vermemek için o diyaloğa girmeden işini “ hallediverir”siniz….. Çalışıyorsunuzdur… Telefonunuz çalar, karşıdan sırıtan bir nezaket ve emanet kaçan bir kibarlıkla sahteleşen ses bildirir : -Bir dakika ayrılmayın, falanca bey görüşecekler… Falanca bey “üst “tür..Telefonun diğer ucundan dakikalar boyu metalik bir sesten, bilmem kaçıncı tekrarından anlamsızlığa bulanmış garip bir ezginin ardından gelecek bir “alo” sesini bekler ve beklersiniz…”Ast” olmam benim zamanımı boş, değersiz ve anlamsız mı kılıyor diyemezsiniz…Sadece o “alo” sesini beklersiniz… Yorgun ve argın bir halde eve düşersiniz… Üstünüze eşofmanlarınızı giyip ya okuma ya da tv izleme moduna girip uzanmışsınızdır.. Telefonunuz çalar… -Ya ben çok sıkıldım, dışarı çıkalım biraz…. Siz ev modunda olduğunuzu söylediğinizde O da karşıdan, daraltıp bunaltanları sıralayacaktır ki bilir kıyamazsınız…Çünki sizin için de O, başınız daraldığında ilk koşacağınızdır, vakitli vakitsiz arayabileceğiniz, omzuna yaslanıp ağlayabileceğinizdir… -On dakika izin ver üstümü değiştireyim,evden çıkarken çağrı bırakırım dersiniz… Rutin üzerine bunun anlamı şudur :en kötü ihtimalle on dakikaya kadar ordayım,aşağıda ol… Evden çıkarken çağrı bırakılır, evinin bulunduğu sokağa girerken ikinci bir çağrı bırakılır, evin önüne ulaştığınızda yoktur orda, duraklayıp radyodaki şarkıyı dinlemeye başlarsınız olmadı bir sigara yakarsınız, bilmem kaçıncı parça bitmek üzeredir motoru stop ettirir, sigarayı söndürürsünüz…İçinizdeki şeytanla savaşınız sürmektedir, basıp gitmekle bir çağrı daha bırakmama inadınız arasında gider gelirsiniz…O sırada adımlarının ritmini bozmadan, acele etmeden kapıda görünür… Bir şey söyleyemez yüzünüzden akan ifadeyle idare edersiniz…. Başkaları ne düşünür bilemiyorum ama ben, başkalarının benim zamanımı sorumsuzca ve bonkörce kullanmasından nefret ediyorum…Boş oturacaksam da, başıboş gezeceksem de kendime ait boşluğu kendim doldurmak istiyorum… İlgililere duyurulur…. 04.01.06
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Esin ARDIÇ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |