İnsandaki gerçek güzelliği ancak yaşlandıkça görebilirsiniz. -Anouk Aimee |
|
||||||||||
|
Herkes onlar gibi olamasa da onlarda hayat vardır, nur vardır, kulluğun şerefi vardır, herkes için… Onlar, peygamberlerden sonra, insanlığın deniz fenerleri gibidirler. İnsan olma sanatının o en büyük ustaları, bize makam itibariyle peygamberlerden daha yakın oldukları için onları taklit etmek daha kolay ve mümkündür. Onların özelliklerini kamilen anlatmaya kalkmak ne haddimize, ne de elimizde… Ancak yine de onlardan bahsederek ağzımızı-kalbimizi manevi lezzetlerle tatlandıralım ve aklımızı çalıştırıp düşünelim biraz… Bir kere, onların iç dünyalarında azami zıtlıklar, bir arada ve uyum içerisindedirler. Onlar için asla çelişkiden bahsedilemese de; azametle tevazuyu, cesaretle hilmi, ilimle ümmiliği, sabırla celadeti, Allah için sevmekle buğz etmeyi hep birlikte yaşarlar, huzur ve sükunetle… Rableriyle ve kendileriyle o kadar barışıktırlar ki başkalarını yıkıp geçen bela ve musibet dalgaları bunlara çarptığında, sanki okyanus sahillerini yalayıp dönen munis kediler gibi kalırlar! İmanlarının derinliği öylesine köklüdür ki onlar hem delille, hem de delilsiz olarak inanırlar inandıklarına. Akılları kalpleriyle izdivaç halinde bulunduğu için birbirini asla yalanlamaz. Onların imamı, Sıdık-i Ekber (radiyallahu anhu) da öyle yapmamış mıydı? - Ya Muhammed! Peygamberliğine delilin nedir? Diye sormuş. Peygamberin zahiren bilgisi olmadığı halde: - Senin gördüğün rüyadır, cevabını almıştı. Akli delillerle manevi delillerin yerli yerine oturduğu enderin enderi bir şahsiyet… Evet, delil istemeleri, onların gabya imanlarının -haşa- noksanlığından değil, akıllarının payını da talep etmelerinden kaynaklanıyordu. İnsanın iki ulvi yönünü birden doyurmak istemesi, tek kanatla yetinmemesi ne büyük bir himmeti yüceliktir, anlayabilene. İman, hayat ve hakikat ummanında, çift kanatlı kartallar gibi süzülürler onlar… Söz buraya gelince, Seyyid Abdülkadir-i Geylani (kaddesallahu sırrahu)yu anmadan geçmek olmaz. Zira, manevi alemin ‘Bâzu’l Eşhebi’dir o… en onulmaz anların, medet isteyenlerin şimşek gibi çakan ‘Akdoğan’ıdır o… Başkaları için yaşamak ‘sıddık’ların şiarıdır demiştik. Şah-ı Nakşibend (kaddesellahu sırrahu) Efendimize sormuşlar: - Efendim, sizin talebeleriniz niçin hep kendilerine istiyorlar? Diye. Demiş ki: - Onların kendilerine istemeleri, başkaları (Ümmet-i Muhammed) içindir. Ne kadar ince bir mesele! ‘Kendilerine istiyorlar ama yine başkaları için…’ O zaman bu istemek, kendine istemek olmasa gerek. Öyle ya bir başka mü’min kardeşinin taşıyamadığı yükünü sırtlayabilmek için iştiyakla yemek yemek gibi bir şey bu. Çok başka bir şey bu!.. İkinci binin yenileyicisi İmam-ı Rabbani (kaddesallahu sırrahu), Sıdık-i Ekber (radiyallahu anhu)nun, peygamberlerden sonra en faziletli kimse olmasını şu üç özelliğiyle açıklar: 1- Canını, bedenini ve emeğini, dini ve peygamberi uğruna pervasızca öne attı. Teklifsiz, pazarlıksız ve tereddütsüz hizmet etti. 2- Malını ve parasını, üzerindeki tozları silkelercesine döktü önüne peygamberin. Ta ki geriye bir tek ‘Allah ve Resulü’ kalıncaya kadar. Öyle demişti Resulullah’a. 3- Toplumdaki nüfuzunu ve itibarını feda etti. Kimsenin savun(a)madığı ‘Yetim Peygamber’e kol kanat olmak için. Evet, O, Mekke site-devletinin en önde gelenlerinden birisi olduğu halde, makam-mevki, para-pul, can-baş neyi varsa feda etti. Peygamberin gölgesi gibi gah ardında, gah önünde ama hep yanında oldu. Toplumda en önlerde olabilecekken, Resulullahın yayında olduğu için en sonlarda olmayı iftihar vesilesi saymıştı kendisine. En zor anlarında dahi, asla geri adım atmadı. Kemikleri kırılıncaya kadar dövülüp bir çaputa adeta sarılarak evine götürdüklerinde, kendine gelir gelmez, kendi ızdırabını hissetmeden: ‘Resulullah nasıldır?’ diye sormuştu O… İşte, sadakat buydu, vefa ve cefa insanı olmak, başkaları için yaşamak buydu. ‘Mümin kardeşim sıkıntı çekmesin; ben katlanayım, o rahat etsin’ düşüncesi… Yine bir cefa insanı, H.13. Asrın müceddidi Bediüzzaman (kaddesallahu sırrahu)nun tabiriyle ‘Rahatı terk etmekle rahata kavuşmak’… İşte buydu. Evet, işte onlar böyleydi… Peki, biz nasılız? Onlarla kıyasladığımızda, bizim Müslümanlığımız nasıl acaba?.. Gerçeğine oranla ‘karikatür müslümanı’...! Onlar mü’min kardeşleri için her şeylerini feda edebiliyorlardı. Peki biz, bırakın başka mü’min kardeşlerimizi, kendi ailemiz ve arkadaşlarımız için hangi fedakarlıklara katlanabiliyor, neyimizden vaz geçebiliyoruz? Anne ve babamıza, eşimize ve çocuğumuza gerçekten vakit ayırıp, kendi keyfimizi terk ederek hizmet edebiliyor muyuz? Gönüllerini almak için nefsimizin takıntılarını bir kenara iterek, onlara bir güleryüz dahi gösteremiyor muyuz yoksa?... Günlük hayatında, dost-ahbap çevresinde Müslüman gibi yaşayamayan bir kimse, nasıl olur da insanlara örnek olmaktan ve İslam’ı tebliğ etmekten bahsedebilir? Diğer taraftan hepimiz biliyoruz ki, her Müslümanın dinini en güzel bir şuurla yaşaması ve başkalarına da örnek olmaya çalışması dinimizin bir emridir. Hele de dört dörtlük tebliğ ehlinin iyiden iyiye azaldığı bu ahirzamanda, ‘farz-ı kifaye’nin de ardına saklanacak halimizin kalmadığı bir ortamda. Evet, zamanımızda dini tebliğ edecek ehil kimseler kalmadığı, yapabilecek olanların da dünyevi ve nefsani sarhoşluk içerisinde, kenarda kıyıda çalımla dolaştığı bir devirde, bu sorumluluk her birimizin omuzlarındadır artık. Topyekün bir varoluş ve ayakta kalma mücadelesi… Dünya çapında bütün beşeri fikir ve kültürlerin eridiği bir zamanda; imanını, aklını ve maneviyatını koruma, kollama ve gözetme muarezesi… Topla-tüfekle değil bu savaş, kalplerin ve ruhların mücadelesi. Fikirlerin, kültürlerin, davranış kalıplarının, Sünnet-i Seniyye’nin, insan olarak kalmaya çalışmanın, kulluğun mücadelesi… Mü’minler olarak, ya Allah’a ve Resulüne dost kalacağız, yada şeytana ve avanelerine yem olacağız!... (Allah bizi ve sizi muhafaza etsin, amin.) Evet, bütün bunları sayıp döktükten sonra şimdi daha iyi anlıyoruz ki; başkaları için yaşamak, aslında kendimiz için yaşamaktır, kendimize istemek de başkaları için… Öyle değil mi?... Kaynak Eserler: Bediüzzaman Said-i Nursi; Risale-i Nur Külliyatı. Herevi; Reşahat Aynu’l hayat. İbn-i Arabi; Fususu’l Hikem. İbn-i Haldun; Mukaddime. İmam-ı Gazali; İhya-yı Ulumu’d Din, Dalaletten Hidayete. İmam-ı Rabbani; Mektubat-ı Rabbani. Mevlana Celaleddin-i Rumi; Mesnevi. S. Muhammed Konyevi; Kalplerin Şifası Sohbetler, Cennet Yolunun Rehberi. S.Abdülkadir-i Geylani; Sohbetler, Futuhu’l Gayb. Şehabüddin Sühreverdi; Avarifu’l Mearif.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Süleyman Karakaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |