Sevginin ölçüsü ölçüsüz sevmektir. -Spinoza |
|
||||||||||
|
KARA YAĞMURDA AÇILAN KIRMIZI ŞEMSİYE Yeni bir gün, yeni bir psikolog... İşin teknik kısmı hallolduktan sonra duygusal yönünü de ele almak gerek. Psikologlar hakkında ne düşüneceğimi bilemiyorum. Bir çözüm için onlara başvurmak saçmadır, çünkü; çözümün insanın kendinde olduğunu söyleyip dururlar. Bir sorunun kaynağını bulmaya çalışmak daha da saçmadır, çünkü; gereksizdir. Tıpkı neden küflendiğini anlamak için bir ekmeğe kimyevi testler yapmaya benzer. Bu durumda neden bedenimle yetinmeyip ruhumu da muayene ettiriyorum? Küçük bir çocuğun yaptığı uyduruk bir resmi konu komşuya gösterip, ilgi toplamaya çalışmasına benziyor. Bir anlamda kendini teşhir etmek... Henüz keşfedilmemiş ayrıntıları sıralarken yalnızlıktan kurtulmayı varsaymak... Benim bir hastalığım var. Renkleri algılayamıyorum. Dünyayı siyah-beyaz tanıyor ve bu haliyle sevmeye çalışıyorum. Çok az insanda görülen bir hastalığımın olması bana ne hissettiriyor? Bunu anlamak çok zor. Bu defaki psikoloğum öncekine göre biraz yaşlı, oldukça yavaş hareket eden ve konuşurken diyaframını kullanmaya özen gösteren bir adam. Bacak bacak üstüne atıp sevgi dolu bakışlarla sorular sormaya başladı hemen. Tüm psikologların iyi birer oyuncu olduklarını düşünüyorum. Tanımadıkları kişileri anlamaya ve sevmeye çalıştıklarını gösterme çabası da aldıkları yüksek ücretleri karşılar. Hastalığımı açıklayıp şaşkınlığının geçmesini bekledikten sonra çarçabuk asıl meseleye geldim. "Ben bir sanatçıyım. Ressamım ve fotoğrafçıyım. Resim yaparken asla tanıyamayacağım renkler hakkında çok şey öğrendim. Onları sadece gri skalası şeklinde algılayabilmek beni çok üzüyor. Renkler hakkında çok okudum. Uzman olabilecek kadar bilgi sahibiyim diyebilirim. Ana renkler, ara renkler, sıcak ve soğuk renkler, yabancı olmadığım siyah-beyaz ve tutkuyla bağlı olduğum kırmızı..." "Tutkuyla bağlı olduğunuz mu?" "Evet. Bu tıpkı bir roman karakterine aşık olmaya benziyor. yazılanlardan yola çıkarak bir sonuca varıyorsunuz. Ben de öyle yapıyorum sanırım. Tabii kırmızı ve tonlarını düşünemiyorum, belki biraz hissedebiliyorum. Daha iyi hissedebilmek için de evimin her yerini kırmızıya boyattım. Eşyalarımı da kırmızı tonlarından seçtim. İnsanlar uzun zaman tahammül edemiyorlar ama..." "Anlıyorum. Devam edin." "Bu noktada geçen ay gördüğüm bir şeyi anlatmam gerekiyor. Bu beni oldukça etkiledi." "Dinliyorum." "Yağmurlu bir gündü ve yapacak hiçbir işim yoktu. Canım son derece sıkkın olduğundan sokaklarda boş boş dolaşıyordum. Oldukça kalabalıktı, hareket etmek gittikçe güçleşiyordu, bu da beni çileden çıkarıyordu. Yağmur şiddetini arttırınca da insanlar hızlandılar, çoğaldılar ve bir bir şemsiyelerini açtılar. Ben de benim gibi tedbirsiz birkaç insanın aklına uyarak bir saçak altına sığındım. Tam o sırada da onu gördüm." Psikoloğum son derecede ilgili görünüyordu ve bunda samimi olduğunu hissediyordum. İki laf da o etsin, bir işe yarasın diye bu noktada durakladım. "Tam olarak ne gördünüz, Murat Bey?" "Kırmızıyı..." "Ama... Renk körü olduğunuz için bu pek de mümkün değil sanırım." "Kesinlikle. Fakat farklı bir şey gördüğünüzde bunu anlarsınız. Ben gri tonlarından farklı bir renkte bir şemsiye gördüm. Bu güllerin ve ateşin ve sonbaharda yaprakların aldığı rengin aynısı olabilirdi. Bu kafamdaki kırmızıydı. Şemsiyenin renginin kırmızı olduğuna kesinlikle eminim." "İlginç... Belli bir şemsiye mi, yoksa..." "Şemsiyeyi tutan sanırım bir kadındı. Bir an üzerindeki elbisenin de kırmızı olduğunu görür gibi oldum, ama; birden kalabalığa karıştığı için kesin bir şey söyleyemeyeceğim. Fakat şemsiyeyi sokağın sonuna kadar gözlerimle izlemek zor olmadı." *** Seansın ardından sorunumun çözümü ya da kaynağı konusuna bir varsayım bile getiremedik. Mantıklı ve bilimsel düşünen biri olarak anlattıklarım bana bile komik geliyordu. Halüsinasyon, saplantı ya da göz yanılması... Söylenebilecek çok şey vardı. Birkaç seanstan sonra hayal görmüş olduğuma karar verdim. Yine de kafam çok karışıktı. 'Kara Yağmurda Açılan Kırmızı Şemsiye' adını verdiğim resmi yaparken bir yandan da kendime kızıyordum. Saçma fikirleri kafamdan atmalıydım. Böylece zaten ilerlemeyen çalışmalarıma ara verip bir tatil yapmayı kafama koydum. Atölyemden dışarı çıkıp hayata karışmam gerekiyordu. Bütün gün sokak kedileri gibi gezmekten daha iyi bir tatil benim için düşünülemezdi. Şehre alışmışsanız zaten pek de dışında yapamazsınız. Ben de sabahları vapura binip bir yerlere yetişmeye çalışan insanları izleyerek eğlenmeye başladım. Bazen birkaç saat vapurdan inmediğim bile oluyordu. Üşüsem bile içeri girmiyordum. Simit ve çeydan ibaret kahvaltımı yaptıktan sonra kalabalığa karışıp fotoğraf çekiyordum. Yakın zamanda bir sergi açmayı düşünmeme rağmen; fotoğraf çekerken kendimi çalışıyor gibi hissetmiyordum. Hayatın tüm gereksiz ayrıntılarından uzak, sadece benim sınırladığım çerçevelerin içinde zamanı durdurmak beni bir anlamda tanrısallaştırıyordu. Yavaş yavaş kafamı toplamaya başlamıştım. Kendim gibi makinama koyduğum film de renk körüydü ve oldukça iyi anlaşıyorduk. Yine böyle bir gün her zamanki gibi kalabalığı içinde gittiğim yeri bile göremeyecek kadar kaybolmuştum. Hava çok kapalıydı, bu da fotoğraf çekmemi imkansızlaştırıyordu. Canım çok sıkılmıştı. Makinayı boynuma astım. Üşüyen ellerimi ceplerimde ısıtmaya çalışırken her zamanki ahmak ıslatan yağmuru çiselemeye başladı. Bu yağmurda ıslanan o ahmak genelde ben olurdum. Tedbirli insanlar bir bir şemsiyelerini açmaya başladılar tabii. Tedbirli ama sakar bir grupsa şemsiyelerini gözüme sokuyordu. Biraz onlardan, biraz da bu sinir bozucu yağmurdan kaçmak için bir saçak altı aradım. Tam bunları düşünürken birden, bir ay önce benzer şeyleri yaşamış olduğumu farkettim. Aynı saat, aynı yağmur, aynı saçak altı... Deliriyor gibiydim. Arkadaki müzik dükkanından aynı caz parçası çalıyordu galiba! Hemen makinamı boynumdan çıkardım. Islanmamasına dikkat ederek objektif kapağını açtım. Kalbim hızla çarpıyor, ellerim titriyordu. Bu şekilde çekeceğim fotoğraf muhakkak çok kötü çıkacaktı. "Gelecek biliyorum. Kırmızı şemsiyeli kız... Resmini önce kafama, sonra tuvalime çizdim. Bugün garip bir gün. Bekliyorum... Bekliyorum..." Ve beklediğime değdi. Kapkara şemsiyelerin arasında o garip renk belirdi ve kayboldu. Sonra yine ve yine belirdi. En sonunda yaklaştı ve büyüdü. Kalabalıktan sıyrıldı. Ben de deklanşöre bastım. Tekrar tekrar bastım. Patlayan flaşların ardından kapkara gökyüzü bir şimşekle aydınlandı, hemen ardından da kulakları sağır edici bir gök gürültüsü duyuldu. Yağmurun şiddeti inanılmaz bir hızda artmış, insanlar yolun iki yanında tuhaf sıralar oluşturmuşlardı. Ne yapacağını bilmeyenler koşuşturup duruyorlardı. Kırmızı şemsiyenin sahibi kız da bir an kalakaldı. Kıyafeti tahminimin aksine kırmızı değildi. Halinde, görünüşünde bir farklılık yoktu işte... Yirmi beşinden büyük göstermiyordu. Şemsiyesi olmasına rağmen benden çok ıslanmıştı. Rüzgar yüzünden şemsiyeyi kontrol etmekte zorlanıyordu. Bir yandan da uzun, siyah eteğinin açılmasını engellemeye çalışıyordu. Tekrar deklanşöre bastım. Bu kez onun fotoğraflarını çektiğimi farketti. Hemen ardından gökyüzü de benimkinden çok daha korkutucu bir flaş patlattı. Sanki tüm bunlar sırayla olmak zorundaymış gibi, sert bir rüzgar güzelim şemsiyenin ters çevrilmesine sebep oldu. Kız da şemsiyeyle beraber benim durduğum tarafa doğru adeta uçtu. Şimdi onunla aynı grubun üyesiydik: "Yağmurda şemsiyesi olmayanlar." Artık onunla konuşabilirdim. "Yardım edebilir miyim?" "Teşekkür ederim. Şemsiyem kırıldı." Şemsiyeye en yakın akrabamın ölüsüne bakar gibi baktığımı farketmediğine memnundum. Rüyalarımı süsleyen, bir an görebilmek için hayatımın bir kaç senesini feda edebileceğim renkteki şemsiye neredeyse paramparça olmuştu. "Yandaki kafede sıcak bir şey içmek ister misiniz? Yağmur dinene kadar..." "Sanırım yapılabilecek en akıllıca şey bu. Yoksa hasta olacağım." dedi kısa bir tereddütün ardından. Bu sırada da şemsiyeyi bir çöp kutusuna atıverdi. O kadar ani olmuştu ki tepki bile veremedim. Kız da bir bana, bir çöp kutusuna baktı ve açıklama yapma gereği duydu. "Artık tamir olmazdı. Pahalı bir şey değildi zaten." Masaya oturduk ve iki çay ısmarladık. Az önceki heyecanımın yerini can sıkıntısı almıştı. Bir aydır düşünü kurduğum kırmızı şemsiyeli kız artık sıradan biriydi. Gözümdeki değeri bir anda inanılmaz derecede düşmüştü. Zaten pek de alelade bir kızdı. Çirkin değildi belki, ama; güzel de denilemezdi. Zaten sırılsıklamdı. Çayından bir yudum aldıktan sonra konuşmaya başladı. İki dakika sessiz oturamayanlar grubunun üyesiydi belki de. "Fotoğrafımı mı çekiyordunuz?" "Evet, ben fotoğrafçıyım." "Ne güzel.. Sizden bir şey rica edebilir miyim?" İstemeye istemeye "Tabii." dedim. "Çektiğiniz fotoğrafları, size zahmet olmazsa, bana gönderebilir misiniz?" "Nereye göndermemi istersiniz?" Bir başkası olsa umurumda bile olmazdı. Yine de hayatım boyu unutmayacağım o rengi kısa bir süre için bile olsa benimle tanıştıran bu kızın istağini geri çevirmek yanlış olurdu. "Yan sokakta bir saatçi dükkanı var, belki biliyorsunuzdur." "Tabii, biliyorum." "Ben orada çalışıyorum. Oraya gönderir misiniz. İsterseniz adresini yazayım." "Buradan geçtiğim bir gün elden veririm. Sorun olmaz." "Çok teşekkür ederim. Bu arada ismim Gül." "Benimki de Murat. Memnun oldum." Yağmur biraz azalınca Gül acelesi olduğunu söyleyerek kalktı. Ben biraz daha oturdum ve düşündüm. "Hiç anlamıyorum..." Kafeden çıkarken çöp kutusuna bir göz attım. Şemsiye artık griydi." **** Fotoğrafları tab ettikten birkaç gün sonra Gül'ün çalıştığı saatçi dükkanına gittim. Fotoğraflar pek iyi çıkmamıştı. Yine de bir tanesi hoşuma gitmişti. Bir aksilik olmaz da sergi açılırsa, onu da koymaya karar vermiştim. Saatçi dükkanı tahmin ettiğim kadar sinir bozucuydu. Duvara asılmış onlarca saat çalışmıyor, ses çıkarmıyor bile olsalar, rahatsız ediciydiler. Gül bir müşterinin kol saatinin pilini değiştiriyordu. Beni görünce de gülümsedi ve oturmamı işaret etti. Saçları kuruyken daha iyi görünüyordu. Topuzu biraz dağılmıştı. Siyah bir etek ve beyaz bir bluz giymişti. Yani öyle sanıyordum... Tam o sırada boynundaki bir dizi boncuk dikkatimi çekti. Büyük ihtimalle değersiz, yuvarlak cam parçaları... Ama; renkleri onları benim gözümde paha biçilmez kılıyordu. Emindim. Kırmızıydılar... "Geldiğinize çok sevindim." "Fotoğrafları getirmiştim." "Çok teşekkür ederim." Çay içip fotoğrafları inceledik. Abartıp iki düzineden fazla çekmiştim. "Çok güzeller. Siyah-beyaz fotoğrafları çok severim." "Hayat renklidir oysa..." "Haklısınız." Gözüm boynundaki kırmızı kolyedeydi. Saatçiye gelirken aklımda bile olmayan soruyu büyük bir heyecanla sordum. "Şimdi yemeğe gidecek misiniz? İsterseniz birlikte gidebiliriz." "Evet, yemek zamanı gelmiş. Tabii, çok sevinirim." Köşedeki ucuz restorana girdik. Yemek boyunca da sohbet ettik. Ben çalışmalarımdan bile bahsettim. Çok fazla kimseye anlatmam halbuki. O da dükkana gelen müşterilerle ilgili komik anılarını anlattı. Uzun zamandır biriyle böyle konuşmamıştım. Tabii, psikologlarımı ayrı tutuyorum. Bir saat bir dakikada geçivermişti. Konuşmaya doyamamıştım. Bir de kırmızıya... Pencereden vuran ışıkla değersiz cam parçaları parıldıyordu. "Kolyen çok güzel." "Güzel mi? Sıradan bir kolye işte, çok ucuza almıştım." Konuşurken, tek parmağıyla kolyesine dokundu. Birden bir ip koptu ve boncuklar dağılıverdi. Birkaç tanesi masanın üstüne, yarısı içilmiş çorba kasesine, geri kalanı da yerlere döküldü. Şaşkınlığı geçtikten sonra da gülümsedi. "Nazar değdirdin. Kalkalım mı?" Hesabı öderken beyaz masa örtüsündeki kırmızı boncuklara ağlamaklı baktım. Grileştiler... **** Gül ile sık sık görüşmeye başlamıştım. Onu neden bu kadar çok görmek istiyordum, bilemiyordum. Kırmızı onda saklıydı, ama; her seferinde de bir aksilik oluyordu. Yemeğe gittiğimiz bir gece sürdüğü kırmızı ruj, kısa sürede silinip gitti. Sinemaya gittiğimiz bir gün ise, yine kırmızı renkteki şalını takside unuttu. Ona hastalığımdan söz etmemiştim. Ya da onu sık sık aramamın nedenini... Her seferinde önce ona kızıyordum. Sonra isteksizleşiyor, hemen ardındansa alışıyordum. Hatta birlikte vakit geçirmekten hoşlanmaya bile başlamıştım. Onu özel yapan tek şey üzerinde -seyrek de olsa- taşıdığı kırmızıydı oysa... Sonraki görüşmelerimizde o büyülü renk artık temelli kaybolmuş da olsa, bir anlamda renkli sayılırdı. Onu bir gün bile görmesem kendimi yalnız hissetmeye başlamıştım. Ondan önce olduğum, ama; hiç hissetmediğim kadar. Bir yandan da çalışmalarım hiç olmadığı kadar hız kazanmıştı. Üç ay sonra karma bir sergi açtım. Gül fotoğrafları görmüş olmasına rağmen; tabloyu hiç görmemişti. Tepkisini çok merak ediyordum. Açılış gecesi çok kalabalık olduğundan fazla konuşamadık. Her şey bittikten sonra dayanamayıp sordum. "Beğendin mi?" Gülümseyerek baktı. Gözleri ışıl ışıldı. Benimle gurur duyuyor gibiydi. Şimdiye kadar kimsenin duygularını ve düşüncelerini -özellikle benim hakkımdaysa- önemsememiştim. Onun fikrini alırken kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Kırmızı şemsiyesini gördüğüm ilk günkü gibi.. El ele tutuşup sergiden çıktık. Hayatımda hiç olmadığım kadar mutluydum. Ona her şeyi itiraf etmek istiyor, beni anlayacağını umuyordum. Aramızda sır kalmamalıydı. "Ne düşündüğünü söylemedin." "Ne düşündüğümü anladın sanmıştım. Duymak istiyorsan tekrar tekrar söylerim." "Ben ukala adamın tekiyim. Bencil, kendini beğenmiş... Kimseyi de umursamam. Beni pohpohlayıp dururlar. Onlar umurumda bile değil. Senin düşüncelerinse benim için çom önemli. Sadece senin... Anlıyor musun?" "Kendini aşağılayıp durma! Yaptığın resimleri görene kadar seni tanıdığımı sanıyordum. Bu kadarını beklemiyordum. Özellikle de Kırmızı Şemsiye..." Konunun açılmasına sevinmiştim. "Onu beğenmene sevindim. Seni ilk gördüğüm gün o resmi yapmaya karar vermiştim." "Yani o ben miyim? Bana hiç benzemiyor." "Seni tam görememiştim. Sadece uzaktan gelen şemsiyeli bir kız gördüm." "Peki neden resim renksiz de şemsiye kırmızı?" Biraz tereddütle cevap verdim. "Şemsiyenin kırmızısını vurgulamak istemiştim. Kırmızı en sevdiğim renktir." "Benim şemsiyem mi? "O gün kırılmıştı da çöpe atmıştın." Şaşırmış görünüyordu. "Neden gerçek renginde çizmedin?" "Gerçek rengi mi?" "Hatırlamıyor musun? Griydi o!" Griymiş.. Şemsiye griymiş... Gördüğümde gözlerime inanamadığım, günlerce düşündüğüm, hayalini kurduğum kırmızı değilmiş. Peki neden? Neden onun kırmızı olduğunu sandm? Kırmızı bir hayalkırıklığı dalgası beynimden akıp geçti. "Resimlerin çoğu siyah-beyaz." "Hayat renklidir oysa..." "Bilmem. Bazen renkleri görmek zorlaşıyor, değil mi? Senin çizdiklerin gibi... Şehir, kalabalık, koşuşturan insanlar ve trafik..." "Haklısın." O an anlamıştım. Anladığıma inanamasam da anlamıştım. Kırmızı... "Renkleri görmek her geçen gün zorlaşıyor. Her şey her zamankinden griyken, bir rengi fark ettiysen, kalbini o renge boyamalısın. Ben de öyle yaptım işte." Gül yine gülümsedi. Ben de gülümsedim. Şemsiye griyse, görüp de kırmızı sandığım her şeyin rengi aslında farklıydı. Ama artık bunu umursamıyordum. Nedenleri sorgulamak gereksizdi, çözümse insanın kendinde saklıydı. Üzerinde kimyevi testler yapmayacaktım. Bir gülümsemeyle önce caddeler kırmızıya boyandı. Artık herkes kırmızı giyiyordu Sokak lambaları kıpkırmızı yanıyor, ay bile kırmızı parlıyordu. Bileklerimi kessem o an kanımın gerçek rengini görebilecektim. Saat gece yarısını geçiyordu. Kırmızı bir yağmur çiselemeye başladı. Ben de kırmızı bir taksi durdurdum. Artık anlamıştım. Anladığıma inanamasam da anlamıştım. Kırmızıyı bulmuştum ve bir daha asla kaybetmeyecektim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © dilara balcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |