Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Buğulu otobüs camlarından sonra umuda indiğim. Kediler ve rüzgâr gecenin cinnetini dağıtır boş kaldırımlara. Biraz sonra -güneş doğacaktır dan az önce- çöpçüler —ellerinde süpürgeleri - kentin sokaklarına dağılır... Sahte gülüşler gibi önce azalır sonra kararır sokaklarda lambalar. Sahte gülüşler. Kaçtığım. Sabahçı kahvelerinde ısıttım ruhumu. Benim de izim var lekeli bardaklarda. Erkenciler. Yorgun bakışları. İstiflendikleri en dipteki masadan, kaçamak baktılar. Alınlarındaki derin çatlakta, yankılandı sesleri. Biz bu hikâyeyi biliyoruz. Hikâyem! Yorgunum diyordum nasılsın diyene. Kilitledim kapıyı. Kepenkler açık kaldı. Ağır metal indirirken çocuk gibi ağlardı. İlk gün Gümüşlük’e giden ilk minibüsün içinde sırt çantam kucağımda, in dediğinde şoför ineceğim. Neden sadece araba_ cep telefonu, beyaz eşya__ modelleri ışık hızıyla yayılır ülkemde. Viranşehir. Aynı minibüsün içinde. Ford bilmem ne hangi seneyse işte. Son sefer olduğundan, yol kenarında el kaldıran yolcuyu şoför mahallinin en soluna oturtuyor şoför, sağındaki üç yolcuyu biraz daha sıkıştırıp. Yolcunun elinde ayakları birbirine bağlı iki kınalı horoz. Arkaya bakmadan horozları üstümüze fırlatıyor. Uçuşan tüylerin ters kokusu ter ve tütün kokusuna sülük gibi yapışıyor. Sırayla herkesin burnunu ziyaret edip en son benim burnuma yerleşiyor. Beyaz renkli Renault marka arabaların içinde Şener Şen’ler geçiyor sık sık. Bir değil bin tane Şener Şen. En az o kadar maraba. Ani bir frenle durdu minibüs. Kaşıyla sol taraftaki toprak yolu gösterdi şoför. Sırt çantamı ne zaman açtım ne zaman içinden döküldü anılar farkında değilim. Şoförün kızgın bakışı yolcuların cık cıkları arasında anılarımdan bir kısmını minibüsün içinde bıraktım. Hepsini atmaktı niyetim yola çıkarken. Bir çuvala tıkıp hepsini kedi yavrusu gibi, atıp kaçmak. Geri dönmeyecekleri bir yere. . Yeni hayat. Gümüş kanatlarıyla karşıladı beni martılar. Çöplüğü çok sonra gördüm; tepenin ardında. Martıların ağzındaki leşi paylaşmaya çalıştıklarını nereden bilebilirdim_.Çığlıkları karşılama töreni sandım, buna inandım. Bu yolculuğa mistik bir anlam yükledim hemen. Biraz da bu yüzden toprak yolda uzun yıllar sonra ilk defa Dayrülzeferan’a giderken duyduğum ibadi -heyecan hissini yaşadım. Gülün adını yeni okumuştum o günlerde. İki kilometrelik toprak yolun sonunda sıcağın, tozun arkasındaydı manastır. Dünyanın yuvarlak olduğunu inanası gelmiyor insanın. Tepsi gibi düm düz bir ova. Toprak ve gökyüzü birbirine tutkuyla bağlı ama yasak olduğundan mesafeli iki âşık, sonsuza kadar da karşıdan bakacak gibi duruyor birbirine. Güneş nasıl doğuyor burada, ya nasıl batıyor bir dağın ardına saklanmadan. İlk sahipleri güneşe tapanlar manastırın. Tapmamak mümkün mü? Mavi gözlü rahip. Eprimiş giysilerinin içinde sonsuzluğun ve yoksulluğun ilahi aktörü. Gözlerinde güneşin tanrı olduğu günlerden kalma bir ışık, saçlarında kaybedilmiş günlerin solan grisi… ____Taş duvarlardan içeri gir. Çalınacak bir kapı olmaması ne iyi. Geldiğim yerde kapı açık olmalı. Toprak yol yeniden ikiye ayrılıyordu. Yine mi? Yol ayrımları. Kavşaklar hatta. Bilerek mi seçtim çıkmaz sokakları. Sezaryen masasında normal doğumum ben. Annem minik bir kadın. Büyüğüm sezaryen. Masa hazırlanırken acele edip dar boğaza atmasaydım kendimi, bir ebenin elinde doğurmazdı kardeşimi annem. Hata. 14 yıl. Suçluluğum bu yüzden. Çocukluğum eksik Eksik düşlerim Çocukluğum nefti yeşil Çocukluğum buzlucam Elinden tutup kardeşimi yürürdüm düşlerimde. Kardeşi sakat diyen yaşlı çirkin teyzeye inat Bağırırdım yırtılırdı sesim İşte yürüyor kardeşim. Lavanta kokusu belirledi bu kez yönümü. Çarkıfelek. Ahşap kulübeye sarılmış etrafı seyretmekte. Düşümde mi görmüştüm bu kulübeyi, yoksa bir dergide mi. Özlemişim. İnsan tanımadığını özler mi. Biriyle sarıldım hatta. Kimdi? Ahlat ağaçları sararmış otlar. Haziran ortası. Göç mevsimi. Göç mevsimim. Nerede başladı? Neredeyim? Sırt çantamda tüm eşyam Kime neye bilmediğim bir inat Gidip gelmekteyim ‘Bu kızın sonu kötü’ demişti zavallı babam Bir iz peşindeyim. Ben, yaralı bir hayvan, Okşanınca kanayan Boşluğa çığlık atan Şimdi, sabah sökerken Uzak bir tepede Geceyim, koynunda rüzgâr saklayan. Yapraklar korkuyor benden- ‘Ağacımızı koruyalım’ diye fısıldaşıyorlar Gövdemiz Onu koruyalım. İçim ürperiyor- Kafamda bir kör döğüşü Geçmişim. Ben? Yanıtı olmayan soru. Ne çok uğraştım. Ne çok geldi. Ben. Yeniden. ‘Normal şartlar altında’ Yapılan her deneyi aksatan bir yanlış algılama. Sanki bir ‘ hassas terazi’ yanlış tartıyor beni Ve her deneme Birikiyor çöplüğümde. Sen kurtulmaya çalışırken Boyuna biriktirme. İşte_ Ben_ Günü geldiğinde hesap zamanı Ya arınma, temizlenme Ya da Artık_ Biriktirme.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © meyil delen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |