..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Dünya hiçbir padişaha kalmadı, sana da kalmayacaktır. -Nizamî
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Toplum ve Birey > Ali Osman Öztürk




6 Mayıs 2002
Ortaçağdan Yeniçağa Dr. Faust  
Büyü ve Şeytan Edebiyatının İlk Kahramanı

Ali Osman Öztürk


Faust üzerine bir kaç not.


:FBGH:
Ali Osman Öztürk

1. Giriş

Bu yazıda; edebiyatın en çok tanınan ve en ilginç tiplerinden biri olan Faust’un, Almanya’da ilk yazılı edebiyata konu edildiği halk kitapları bağlamında ele alınışı üzerinde durulacaktır. Amaç, 1587 tarihli “Historia von D. Johann Fausten” kitabında Faust ve çabalarının belli bir ideoloji doğrultusunda, nasıl kullanıldığını ortaya koymaktır.

2. Halk Kitapları
Bugün “Faust” denildiğinde, akla hemen Goethe gelir. Faust, Goethe ile adeta özdeşleşmiştir. Kuşkusuz bunun haklı bir nedeni olduğunu biliyoruz: Faust, Goethe sayesinde gerçek kimliğini bulmuştur.
Ancak, Gotthold Ephraim Lessing’den Johann Wolfgang Goethe’ye, Cristian Dietrich Grabbe’den Thomas Mann’a kadar birçok yazar tarafından işlenen bu motifin Alman edebiyatına nasıl geçtiğini araştırdığımızda Goethe’ninkinden çok farklı bir Faust imgesi çıkıyor. Bu imgeyi ilk olarak, 16. Yüzyılda “Volksbuch” adıyla edebiyata geçen kitaplarda saptayabiliyoruz.

Türkçe’ye “halk kitabı” karşılığıyla çevirebileceğimiz “Volksbuch”lar, Ortaçağın sonunda matbaanın bulunuşuyla ortaya çıkar. Önceleri toplumun üst tabakalarına hitap eden, eğlendirici ve öğretici nesir kitaplar görünümündeyken, daha sonraları geniş halk kitlelerinin ilgi duyacağı bir konuma gelirler. Bu kitapların çoğunun konusu, o dönemde özellikle şövalye öyküleri ve kahramanlık efsaneleri anlatan Fransız edebiyatından kaynaklanır. Örneğin Johann Spiess’in 1587 tarihli “Historia von D. Johann Fausten/ dem weytbeschreyten Zauberer und Schwartzkünstler” kitabı gibi bazıları ise Almanya kökenlidir.

Bu kitaplarda öykülerin gelişigüzel sıralanmayıp, zaman sırası içinde (kronolojik) anlatılmasıyla oluşan düzyazısal sunuş biçimi, Alman romanının başlangıcını oluşturur. Halk kitapları, 19. yüzyılın içlerine kadar süregelmiş ve yeni bir okuyucu kesiminin oluşmasında önemli bir rol oynarlar. Manzum şövalye romanları, düzyazıya aktarılmasına koşut olarak, kentli kesiminin zevkine uygun hale gelir. “Halk Kitabı” olarak basılan Faust da burjuvaya, yani şehirli kesime hitap eden bir halk kitabıdır.

3. Tarihî Bir Kişilik Olarak Faust

Georg Faust, gerçekten yaşamış biridir. Kaynaklar, Faust’un doğum ve ölüm tarihlerinde birleşmekteler. 1480 yılı civarında Süabya’nın Knittlingen beldesinde doğmuştur. Hakkındaki kesin bilgiler 1506-1540 yılları arasına rastlar. 1506’dan itibaren önceleri sihirbaz ve müneccim olarak ortaya çıkar, 1507’de Kreuznach’da öğretmendir; burada rahat durmaz ve 1513’de Erfurt’da görülür. 1520’de Bamberg’den, 1528’de Ingolstadt’dan, 1532’de Nürnberg’den olmak üzere her yerden kısa zamanda kovulmuştur .
Wittenberg, Erfurt ve Ingolstadt, o zamanların üniversite şehirleridir. Faust buralarda kalmış ve çağdaşları ya da kendinden önce yaşamış örn. Agrippa von Nettesheim, Albertus Magnus, Paracelsus ve Tritemius gibi, zamanın astroloji, tıp ve simya moda bilimlerinde öğrenim görmüştür .
Faust Breisgau/ Staufen’de, kesin olmamakla birlikte, takriben 1541 yılında ölmüştür. Onun Staufen ve çevre şehirlerde bulunuşu ile ilgili kesin tarihi kayıtlar vardır . Hakkında, daha yaşarken ortaya çıkan efsane, ölümünden sonra gittikçe yayılmıştır. 16. yüzyılın altmışlı yıllarında efsanevî öyküler zirveye ulaşır. Yukarıda adı geçen çağdaşlarına ve menkıbevî bilginlere (Agrippa, A. Magnus, Tritemius, Theophilus ve Simon Magnus) atfedilen büyü hikayeleri ile eski çağlardan beri süregelen insanüstü efsane motifleri ona mal edilmiş, böylece Faust öyküsü oldukça gelişmiştir. Albertus Magnus ve Paracelsus, Faust’un yaşamının efsaneleşmesinde önemli bir rol oynamışlardır. Faust’tan, “Paracelsusvari üstün bir şahsiyet” , aynı zamanda “parlak bir insan” olarak söz edilmektedir.

Faust önceleri ilâhiyat doktoru iken, büyücülüğe döner. “Wittenberg’de Melancton çevresinde (Johann Mennel, August Lerchheimer), hatta Nürnberg, Erfurt (Mutianus Rufus) ve Oberhein’de (Johann Tritemius) ortaya çıkan söylentiler, Faust’un Krakau’da büyü öğrendiğini, ruh çağırma partileri düzenlediğini ve gaipten haberler verdiğini bildirmektedir.”

Efsaneleşme olayı, daha Faust yaşarken, kendisine atfedilen bir dizi fıkra, anekdot ve efsanevî öykülerle yerleşmişti. Buna karşın, onu değişik açılardan değerlendiren görüşler de vardır . Gösterişe düşkünlüğü ve gezgin yaşamı sürdürmesi yüzünden, çağdaşları onun hakkında sadece uygunsuz şeyler bildirmişlerdir. Gerçi o gezgin öğrencilerdendir, ama gerçek bir Rönesans insanı olarak onları aşmıştır. Gelişen bilimin yanı sıra, halâ var olan, büyücülük ve şeytanla anlaşma imzalamak gibi inançların zirveye ulaştığı bir dönemde, Faust tipik kişiliktir .

4. Halk Kitabında Faust

Reformasyon döneminin bu halk kitabında Faust, Weimar yakınlarında Rod beldesi sakini köylü bir ailenin oğludur. Dindar bir Hıristiyan olan babanın kuzeni, Wittenberg’de oturan ve malı mülkü bol bir kentlidir. Bu kuzen Faust’u büyütür ve kendi çocuğu gibi yetiştirir, ilâhiyat okuması için okula gönderir. Gerçek aile bu durumdan memnundur. Fakat oğullarının daha sonra Tanrının kelamını kötüye kullandığından habersiz olmakla birlikte, tıpkı Hz. Eyüp’ün kendi oğulları için duyduğu endişeyi içlerinde taşırlar, çünkü, Hz. Adem’in Kabil’i gibi, dindar anne-babaların da tanrıtanımaz oğulları olabilir.

Faust, araştırma ve öğrenmeye son derece yetenekli ve pratik bir zekaya sahip olduğu için, girdiği bitirme sınavında yüksek lisans derecesinde başarılı bulunur ve hatta 16 kişiyi geride bırakır. Öğrenimini tamamlayarak ilâhiyat doktoru unvanını da alır. Ama aynı zamanda inatçı, kendi bildiğini okuyan ve düşüncesiz bir yönü de olduğundan, kötü bir çevreye düşmüş, Tanrının kelâmını kapı ardına atmış ve inançsız yaşamış. Faust’un betimlenmesinde sık sık başvurulan bir sıfat bu “inançsız (Allah’sız)” nitelemesi. Daha sonra anlatılan tüm öyküler, onun bu yönünü kanıtlamak içindir. Kendine benzeyen çevreye girmesi, Şeytanı istemesine, ilâhiyatçılığı terk edip, gece gündüz cinle, büyü ile uğraşarak, bu dünyaya tamah etmesi, yoldan tamamen çıkmış olmasına bağlanır.

Onun hekimliği, insanlara ilaç hazırlayıp çare bulması ise, “önce öyleydi”, denilerek küçümsenir. Öğrencileri tarafından çok seviliyor olması, ikna yeteneği ile açıklanır. Kutsal kitabı ve Hz. İsa’nın öğretilerini de çok iyi bildiği halde, bunlara uymamasının, onun iki kat cezaya çarptırılmasını gerektirdiği iddia edilir. Nakli bilgilerle yetinmeyip, akli bilgilere yönelmesi ve gerçeği bulma peşinde, o dönemin koşulları içinde büyüye dalması ise tamamen kişisel zevk peşinde koştuğu biçiminde aşağılanır. Halbuki o, öğrenimini yaptığı ilâhiyat bilimi ile aradığı gerçeği, bu dünyayı ayakta tutan sırrı bulamamış; önce doğa bilimlerine yönelmiştir. Yaşadığı dönemin bilim düzeyi, onun bilgi gereksinimini karşılayamayınca da, her şeyi göze alarak ayrıca ruhlara/cinlere baş vurmuştur. Goethe’nin yorumuyla Faust kendini şöyle savunacaktır:

“Heyhat! Ateşli bir gayretle ve çok esaslı bir surette felsefe, hukuk, tababet ve hatta, maal’esef, ilâhiyat bile okudum. Böyle olduğu halde gene ben, zavallı deli! [çılgın] eskisinden hiç de daha akıllı değilim.
Bana hoca ve hatta doktor diyorlar, on yıldan beri öğrencilerimi burunlarından yakalıyarak, bir yukarı, bir aşağı, yalan yanlış sürüklüyorum. Buna rağmen gene bizim hiçbir şey bilemediğimizi görüyorum! İşte buna yüreğim yanıyor. Gerçi bütün o budalalardan, doktorlardan, öğretmenlerden, yazarlardan ve papazlardan daha akıllıyım, hiçbir kuruntu ve hiçbir kuşku içimi kemirmiyor, ne cehennemden, ve ne de şeytandan korktuğum var. Fakat buna karşılık bütün sevinçlerden de yoksul kaldım. Doğru bir şey bilmek, insanları ıslah etmek ve onları doğru yola getirmek için bir şeyler öğretebilmek kuruntusuna kapılmıyorum. Sonra dünyada ne mal ve mülküm, ne param, ne itibarım ve ne de asaletim var. Bu halde daha fazla yaşamayı bir köpek bile istemez!
Onun için ben de, acaba ruhun kuvveti sayesinde ve onun ağzından, bazı sırları öğrenebilir miyim diye, artık acı terler dökerek bilmediğim şeyleri söylemekten kurtulmak, dünyanın ta en içerisinde neler bulunduğunu anlamak, bütün etkili kuvvetlerle hayat tohumlarını görmek, ve bu suretle artık söz tellallığı yapmamak için, kendimi sihirbazlığa verdim.”

Ortaçağ öncesi dönemde hastaları iyileştiren kişiler cadı, sihirbaz veya büyücü diye adlandırılırdı. Dolayısıyla Ortaçağda doktorları halâ büyücü yerine koyma geleneği devam ettiğinden, Faust, o dönemde büyücülere çok değer verildiği ve onlara inanıldığı için, geleneksel büyücüyü temsil ediyordu. İnsanın, şeytanla anlaşabildiği, ruhlarla ve hayaletlerle ilişki kurabildiği ölçüde, dünyanın büyük sırlarını çözebileceğine inanılıyordu. Yaşamın diğer fanilerin erişemeyeceği zevklerine ulaşabilmek için, her şeyini, hatta özellikle ruhunu şeytana vermek zorunluluğuna katlanmaya razıydı insanoğlu. Ortaçağ edebiyatında şeytana, onun iksirine ve asasına geniş yer verilmesi bundandı . Bu durumda Faust kitabı, o zamanların şeytan edebiyatı bağlamında değerlendirilmelidir.

Ancak Ortaçağ‘da tüm toplumsal yaşamı belirleyen din kurumuyla birlikte başka bir gelişme yaşanır. İnsanlar artık tek tanrılı dine inanmaktadır ve büyücüler lânetlenmiştir. Onlar, şaman toplumlarında, önemli bir yere sahip ve de insanların en yakın dostu iken, şimdi tek tanrılı dinin yerleşmesiyle, insan düşmanı ilân edilirler. Artık şeytan gibi, insanlar arasında kötünün bir tecellisi olarak kabul edilirler.
İlâhiyattan diğer bilimlere yönelmesi, onun aslında pozitif anlamda sadece inanmak değil, aynı zamanda bilmek isteyen bir insan olduğunu gösteriyor. Faust, halk kitabında daima yeni bir şeyler deneyen biri. Bu ise bir araştırıcının tanımıdır. Kısaca bir Rönesans insanı olarak Faust, kendi zamanında yeni olan her şeyi denemiş ve tepkilere tek başına karşı koymuş olmalıdır („Faust“ sözcüğü, aynı zamanda „bilek“, „yumruk“ anlamına da gelir!)

5. Luthercilik Açısından Faust

Kaynak kitaplar, Faust halk kitabının ilk baskısından önce ortaya çıkan; ortoğrafik ve stilistik açıdan biraz farklı bir Wolfenbüttel elyazması nüshasından söz etmektedir. Latince bir yazmadan tercüme edildiği tahmin edilen bu elyazması kitap, G. Milchsack tarafından yayınlanmış ve Faust kitabının ilk baskısında metnin bir çok yerini kısmen anlaşılır hale getirmek için kullanılmıştır. Faust kitabı, Frankfurt/M‘da 1587 tarihinde, yayınlayıcısının isminden ötürü „Spiess‘in Faust kitabı“ adıyla anılan ilk baskısını yapar. Yayıncının katı bir Lutherci, yayın yerinin katı bir Luther kenti ve de öykülerin geçtiği yerlerin özellikle Luther‘in memleketi Wittenberg ve Erfurt‘tan seçilmiş olması“ Faust‘un, halk kitabındaki kaderini belirlemede önemli bir rol oynamaktadır.
Bu bakımdan Faust kitabı, Lutherci görüş açısından da değerlendirilmelidir. Gerçekten de Faust, Luther gibi Erfurt‘ta ilâhiyat tahsil etmiş ve ikisi de Wittenberg‘de faaliyet göstermişlerdir. Fakat ikisi arasında önemli bir fark vardır: Luther dinden ayrılmamış, yalnızca Katolik Kilise‘nin aksayan yanlarını eleştirmiş ve reform istemiştir. Bu isteğindeki kararlılığının göstergesi olarak, 10 Aralık 1520‘de Wittenberg‘de aforoz belgesini halkın gözü önünde yaktırmıştır. Faust ise kendini yaratan Tanrıya karşı gelmiştir (!). Böylece Faust‘un, Luther‘in bir karşı tipi olarak görülmüş olması gerçeği ortaya çıkıyor.

Faust, onu seven Avrupa gençliği gibi, klasik Antik dünya hayranıdır. Rönesans imgesi, dinsizlikle eş tutulduğu için, bu durum Faust‘un dindar çevrelerce sevilmemesine bir neden olabilir. Serbest bir bilim adamı olması, ilâhiyat öğrenimine karşın doğa bilimlerine yönelmiş olması, Lutheryenler tarafından dinden uzaklaşma, hatta dinsizlik olarak nitelenmiş ve serbest tutumu, küstahlık ve hoppalık olarak değerlendirilmiştir.

Halbuki irade özgürlüğü Protestanlık tarafından başlangıçta papaya karşı savunulmuş ve bu yüzden büyük Hümanist Erasmus von Rotterdam Luther‘den uzaklaşmıştır. Çünkü „Erasmus papayla bozuşmaktan çekinmiş ve irade özgürlüğü sorunu yüzünden reformcu Luther ile şiddetli bir tartışmaya girmiştir“ Buna karşın Luther‘in yeni düzeni, sonraları eski kiliseden daha katı bir tutum takınmıştır. Tanrının bağışlayıcılığı (Gnadentheologie) fikrini papaya karşı savunan Luthercilik, hür düşünceyi daha sonra dinsizlik ve kötülük olarak görmüştür.
Nitekim Spiess‘in yayımladığı kitapta, Faust ve onun eylemleri/etkinlikleri, Lutherci amaç doğrultusunda, bilinçli olarak olumsuz değerlendirilir. Kitap, insanları „kibirden“ , yani buradaki anlamıyla hür düşünceden korumak için „uyarıcı bir ders“ olmalıdır. Yayıncı Spiess, kitabı, baştaki ithafında, çizmeyi aşan bu büyücünün öyküsünü, tüm Hıristiyan alemine ders olsun diye bastığını, bununla sadece Şeytanın insan soyuna karşı nefretini, yalanını ve gaddarlığını değil, aynı zamanda, „pervasızlığın, ekâbirliliğin ve küstahlığın bir insanı nihayet nereye sürüklediğini açık bir şekilde göstermek istediğini belirtir. Ona göre kötü ruhlarla arkadaşlık, Tanrıyı inkar için yeterli bir nedendir. Şayet birisi Tanrıya hizmet etmiyorsa, Şeytanla anlaşma içindedir. Hür düşünce (yani küstahlık), insanı Şeytanla ilişkiye götürmektedir.

6. Şeytanla Antlaşma Sorunu

Böylece Faust öyküsünün düğüm noktasını oluşturan, Şeytanla antlaşma olayına geliyoruz. Bu anlaşmaya göre, Faust bir ruh olabilecek, dünyevi arzuları yerine getirilecektir. Şeytanın hizmetçisi Mephistopheles, „gök ve yer yüzündeki tüm varlıkları araştırmak“ için Faust‘un emrinde ve hizmetinde olacaktır. Buna karşılık Faust, Şeytana ait olacak, bunu kanıyla imzaladığı belgeyle pekiştirecek, Hıristiyanların düşmanı olacak, inancını inkâr edecek, kendisini ikna etmeye kalkanlara uymayacaktır. Bu anlaşma 24 yıl geçerli olacak ve sonunda Faust ruhunu Şeytana teslim edecektir. Şeytanın Hıristiyanlığa aykırı koşullarını kabul eden Faust, o andan itibaren bu koşullar altında yaşamaya başlar. Burada dikkati çeken husus şudur: Faust’un, Şeytana dayattığı koşullar içinde, gerçekten bu antlaşmayla neyi amaçladığı belirtilmemiş, aksine sadece kendi fani, anlatılan öykülerden anlaşıldığı kadarıyla sefahat için dünyevi arzularının tatmini gerekçe gösterilmiştir. Şeytanın öne sürdüğü koşullarda ise ağırlık, hep Faust’un, güya yaptığı savlanan din düşmanlığına verilmiştir. Bu da bilinçli bir tutum olsa gerektir.

Şeytanla antlaşma olayı çok eski ve Hıristiyanlık öncesi zamanlardan kaynaklanan ve özellikle ilgi çeken bir motiftir: Daha 6. yy. dan kalan Vicedominius Theophilus menkıbesinde de böyle bir anlaşma vardır, ama pişmanlık ve bağışlanma ihmal edilmemiştir .

Halk kitabında Faust, Şeytanla anlaştığı için katı Protestanlık tarafından cehennemlik ilân edilir. Tanrıdan af diletilmez, Şeytana teslim olmak zorundadır. Çünkü, gönlünün dilediği her şeye sahip olmak istemiştir. Bu demektir ki, „kim yükseğe çıkmak isterse, o kadar da yüksekten düşer“ . O, Şeytanın, „Hıristiyanlara düşman olmak, Hıristiyanlık inancını inkâr etmek“ gibi koşullarını kabul etmiştir. Çünkü, „Şeytanın söylendiği gibi kötü, cehennemin anlatıldığı gibi sıcak olmadığını” düşünmüştür . Bir ilâhiyat doktoru olmasına karşın, „kendisine ilâhiyatçı denmesini istememiş, kendini hekim, astrolog, matematikçi diye isimlendirmiş, bu dünyanın insanı olmuştur“ Öyleyse „Şeytanı isteyen, ona karşı kendini koruyamaz“ , „kim Tanrının isteğini bilir ve yerine getirmez ise, o iki misli cezaya çarptırılacaktır (...) kimse iki efendiye birden hizmet edemez, (...) o ruhunu bir süre kötüye kullanmıştır, bu yüzden hiç affedilmemelidir.“

Faust kendini Şeytana adadığı için, Tanrının gazabının yanı sıra, Şeytanın tehdidi altına da girmiştir: Evlenmek istediğinde Şeytan ona karşı çıkar. Çünkü „zina ve fuhuş, Şeytanın daha çok hoşuna gitmektedir“ , aksi halde Faust, Şeytan tarafından küçük parçalara ayrılma tehlikesi içindedir.
Faust‘un lânetlenmesi, onun yalnızca Şeytanla antlaşma imzalamasından ötürü değildir. Aynı zamanda Antik dünyadan gelen, yani dinsiz olarak görülen Helena ile kurduğu ilişki de uğursuz, şeytani ve günahtır. Helena‘yı çıplak olarak öğrencilerine göstermiş ve sonra onu eş olarak almıştır.
Otto Spiess‘in Faust kitabının büyük bölümünü oluşturan büyü öyküleri, daha önce de belirtildiği gibi, başkalarından aktarılmış ve özellikle batıl inançlardan kaynaklanmaktadır. Öykülerin ne denli abartılı ve olağandışı olduğunu göstermek için, burada Faust‘un İstanbul‘da Osmanlı sarayındaki macerasına bir göz atmak yeterli olacaktır:

„Padişah [Kanuni Sultan] Süleyman‘a ettiği işlerden de söz edelim. Constantinopel, adını kayzer Constantin‘den alır. Bu şehir uçsuz bucaksız mazgallar, kuleler, burçlar ve binalarla donatılmış ve süslenmiştir, öyle ki, burayı yeni Roma diye nitelemek mümkün. İki yarımadanın ortasından deniz akar. Şehrin on bir kapısı ve üç sarayı ya da köşkü vardır. D. Faust birkaç gün bu Türk padişahının gücünü, kudretini, ihtişamını ve işleri yönetmesini seyreder. Bir akşam padişah sofraya oturmuş yemek yerken, D. Faust ona bir maskaralık ve şaka yapmış; o anda padişahın salonunda ateş dalgaları dolaşmaya başlamış ki, birisi söndürmek için koşmuş. Aynı anda gök gürlemeye ve şimşekler çakmaya başlamış. Türk padişahını da büyülemiş ki, yerinden ne kalkabiliyor ne de taşınabiliyormuş. Derken salonun içi öyle aydınlanmış ki, sanki güneş odanın içine doğmuş. D. Faust‘un ruhu, süsü ve ziyneti tastamam bir Papa kılığında padişahın önüne dikilmiş ve: ‚Tanrının selamı üzerine olsun padişah, ne mutlu sana, ben, Senin Peygamberin Muhammet’im, sana görünüyorum.‘ demiş. Bu kısa sözden sonra gözden kaybolmuş. Padişah bu büyüden sonra yerlere kapanmış, Muhammet Peygamber‘e seslenmiş, kendisine görünüp onu kutsadığı için övmüş, dualar etmiş. Ertesi sabah Faust, içinde padişahın hanımları ve cariyelerinin bulunduğu, ama haremi gözeten hadım edilmiş oğlanlardan başka kimsenin giremediği saraya girmiş. Büyü yaparak buranın kalın bir sisle kaplanmasını sağlamış, göz gözü görmüyormuş. D. Faust‘un ruhu, kendisini Muhammet diye tanıtarak altı gün bu sarayda yaşamış; kaldığı süre boyunca, sis de dağılmamış. Türk [padişah], halkına, bu zamanı kutlamalarla geçirmeyi emretmiş. D. Faust yemiş, içmiş, keyfi ve zevki yerindeymiş. İşini bitirdikten sonra, bir papa ihtişamıyla göklere yükselmiş, gitmiş. D. Faust gidince, sis de dağılmış, Türk [padişah] da sarayına tekrar hakim olmuş, hanımlarını çağırıp, sisin bastığı bu uzun süre boyunca sarayda kimin olduğunu sormuş. Onlar da, Muhammet Peygamber‘in olduğunu, gece istediği hanımı yanına çağırdığını vs. anlatmışlar...“

Ruh çağırmak, büyü yapmak, havada uçmak gibi şeyler insanların hayali düşünceleri olmuş, bunlarla yüzyıllardır meşgul olagelmişlerdir. Günümüzde dahi, bunun gerçek olmadığının bilinmesine karşın, gerek büyüye inanıp, bundan medet umanların çokluğunun yanı sıra, tüm hilelerini bile bile, sihirbazların göz boyama tekniklerini izlemek de halâ cazibeli bir eğlence biçimi olmaya devam etmektedir. Faust‘un yaşadığı dönemde (15-16. yy.), insanların dini inançlarının yanı sıra, eski zamanlardan beri süregelen batıl inançları bugüne oranla çok daha güçlüydü. Fakat bu esrarengiz, ama cazibeli alan, hem korku nedeni olmuş hem de lânetlenmiştir. İşte bu türden hayali ve batıl inançlar, sanki Faust‘un yaşam öyküsünde somutlaşmış görünüyor.

7. SONUÇ

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Faust, zamanının yüzeysel bilgisini aşmak için, bilimsel ve tamamen serbest çalışmalarıyla kendi çağının üstünde bir performans göstermiş görünüyor. Bu ise çevresi tarafından tepkiyle karşılanmış ve yaptıklarıyla ilgili olumsuz yorum ve değerlendirmeler efsane düzeyinde artmış ve yaygınlaşmıştır. Fakat o bundan yılmamış, her şeye karşın, mesleği de dahil olmak üzere sahip olduğu her şeyi tehlikeye atarak, öğrenme arzusunu tatmin etmek istemiştir. Goethe‘de bulduğu kimlik de budur zaten. Çabalayan insan hata yapar; hata yapanı mutaassıp bir çevre (ki illâ dindar bir taassup olmak gerekmez, bu bilim çevrelerinde de söz konusu olabilir) cehenneme mahkûm ederken, Goethe „Çabalayanı kurtarırız“ ilkesiyle, aziz katına yükseltir (Tanrı, Mephistopheles‘e: İnsan uğraştığı müddetçe yanılır. (...) iyi bir insanın, karanlıklar içinde bocalarken bile doğru yolu müdrik bulunduğunu teslim etmek zorunda kalırsan, o zaman utan.“) .

Halk kitabında, Faust bir bilim adamı değil de, çok sık yinelenen “gottlos” (Allahsız) nitelemesiyle dinsiz olarak gösterilmiş, ilâhiyatçılığı yanında, hekimliğe, (o zamanın moda bilimi) astrolojiye ve matematiğe olan eğilimi ise din düşmanlığına bir kanıt olarak sunulmak istenmiştir. Katı Protestanlık onu cehenneme mahkûm etmiş ve güya korkunç sonunu insanlara uyarıcı bir ders olarak değerlendirmek istemiştir. O, Tanrısının gerçekten inkar etmiş midir, bu belli değil. Fakat onu öncelikle bir araştırmacı olarak görmek gerekiyor. Faust, halk kitabında bir Ortaçağ insanı kimliğiyle görünmekle birlikte, modern insanın temsilcisidir, çünkü kendi zamanını aşmış görünmektedir. Faust kitabının tematiği ise asıl Ortaçağ düşüncesidir.

KAYNAKÇA

Der Grosse Brockhaus, Bd. 6.
Volksbrockhaus, Wiesbaden, 1975.
Schmidt, Josef (Hg.): Die deutsche Literatur in Text und Darstellung, Bd. III, Stuttgart 1976.
Frenzel, Elisabeth: Stoffe der Weltliteratur, 7. Aufl., Stuttgart 1988, s. 208 ( = Kröner, Bd. 300).
Geiges, Leif: Faust‘s Tod in Staufen. Sage – Dokumente, 2. Erw. Aufl.,Freiburg i. Br. (o. J.) = Verlag Otto Kehrer KG.
Benz, Richard: Historia von D. Johann Fausten, Stuttgart 1964 (Neudruck 1980).
Hoffman-Krayer, E und H. Bächtold-Stäubli (Hg.): Handwörterbuch des deutschen Aberglaubens, Berlin und Leipzig 1932 (Neuausgabe 1987).
Dünya Edebiyatının Ölmeyen Üç Tipi: Hamlet-Donkişot-Faust J. Calvet, [Çeviren: Suut Kemal Yetkin], İstanbul 1945 ( = Remzi Kitabevi, Kültür Serisi: 10).
[Johann Wolfgang von] Goethe: Faust. Çev. Recai Bilgin, İstanbul 1966 (= Remzi Kitabevi, Dünya Muharrirlerinden Piyesler Serisi: 11)
van Rinsum, Annemarie und Wolfgang: Lexikon Literarischer Gestalten. Deutschsprachige Literatur, Stuttgart 1988, s. 130 vd. (Kröners Taschenbuchausgabe, Bd. 420)



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Konya/lı İmajı
Konya Oturakları Üzerine*
- İş bu kerteye gelince -

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nasreddin Hoca'nın Şiiri [Şiir]
Bir Şiirdir Yaşam [Şiir]
Hazan Günü [Şiir]
Rudolf Otto Wiemer [Şiir]
Anladım ki... [Şiir]
Sanal Bayramlar [Şiir]
"Göğsünün üstüne iki yıldız/gözlerinin üstüne iki öpücük" [Şiir]
Şair [Şiir]
Ezginingünlüğü [Şiir]
Sadece Dostlarıma [Şiir]


Ali Osman Öztürk kimdir?

Akademisyen, çevirmen, halkbilimci, karşılaştırmacı, eleştirmen.

Etkilendiği Yazarlar:
Bilimsel anlamda Wilfried Buch, Otto Holzapfel, Gürsel Aytaç; edebi anlamda Luise Rinser, Buket Uzuner.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ali Osman Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.