Bilinç ruhun sesidir, tutkular ise bedenin. -Rousseau |
|
||||||||||
|
İstanbul’da inşaat ameleliği yapan Nalbant Kemal’in kardeşi, ellerinde satıp savdıkları ineklerin ve toprakların parasıyla bir zaman barınabilecekleri bir gece kondu ayarlamıştı. Kamil Dede’ye de kendi çalıştığı şantiyede kalıpçılara amelelik yapabileceği bir iş ayarlamıştı, buradan kazandığı da yaptığı hesaba göre evde yaşayacak iki canı kayırmaya yetecekti. Kalıpçıların yanında yaşının da verdiği hırsla olanca gücüyle çalışıyordu. Şantiyede çalışmaya başladığından dolayı şantiye çavuşuna birkaç ay aldığının bir kısmını vermek zorunda olduğunu öğrenmişti ilk yevmiyesini aldığı zaman, Nalbant Kemal’in kardeşinden. Tabi ya, kolay mı öyle taşı toprağı altın şehir İstanbul’da bir iş tutup da yan gelip yatmak. Tuttukları evin ilk ayının kirasını ödeme zamanı geldiğinde de iki kira bedeli hava parası ödemesi gerektiğini anlatmıştı Nalbant Kemal’in kardeşi. Evet o da kolay değildi, taşı toprağı altın şehirde bir ev bulup da barınmak. Ona hava parası, buna cila parası derken ineklerin parası da, toprakların parası da suyunu çekmişti. Kamil Dede, taşı toprağı altın şehrin düzenini öğrenene kadar artık ne kesede para ne de taşta sabır kalmıştı. Didinip çabaladılar üstüne üstlük pek zamansız iki de evlat sahibi olmuşlardı taşı toprağı altın şehirde Kamil Dede ile Kezban Nine. Bu iki evladın masrafları da Kamil Dede’nin içine öyle bir oturmuştu ki kalbinin bir zaman yerinden fırlamasına vesile olmuştu. Kezban Nine vazgeçmemişti: Bey boşver İstanbul’u. Varıp dönelim memlekete, bir inek alırız, bir de eski günlerin hatırına başımızı sokacak bir dam buluruz köyden. Buralarda biz de harap oluruz, çocuklar da, diye söylenip durdu uzun zaman. Kamil Dede, delikanlı adama çıktığı yoldan dönmenin yakışmayacağını, eğer dönerse köylünün yüzüne bakamayacağını anlatmaya çalıştı ama Kezban Nine hiç oralı değildi, memleket de memleket der dururdu. İki evlattan büyük olan kız çocuğuydu, on dördüne vardığında ilerdeki mahalleden bir işçiye, Allah’ın emriyle istenince vermek durumunda kaldılar. Ondan üç yaş küçük olan oğlan çocuğu da okul hak getire, eli ayağı tutmaya başladıktan beri inşaatlarda ortacı olarak dolaşmaya başladı, zaman sonra sıvacı oldu. O da bir hatuna abayı yakınca elde avuçta birikmiş ne varsa düğün masrafına gider edildi. Kamil Dede ile Kezban Nine, bırakın evlatlarından yardım görmeyi, onlara dar günlerinde el uzatmalarına rağmen çocuklarından asgari hürmeti görmeye bile hasret yaşadılar hep. Kamil Dede’nin beli büküldükçe bükülmeye, gün geçtikçe yüzü yere bakmaya başlamıştı. Evin kirasını ödeyemez duruma gelmişlerdi, aşağı mahallede sahibi yurtdışına gitmiş bir harabeyi çat pat onararak başlarını sokacak bir yuva yapmışlardı kendilerine. Ne elektrikleri ne de suları vardı evlerinde. Kezban Nine’nin komşu apartmanlarda temizlik işine koşturmaya dahi hali kalmamıştı. Onları ne oğlu ne de kızı aramaktaydı hayat kavgasına düşmüş düşeli. Dünya ile beraber Türkiye de üçüncü bin yıla girmişti. Apartmanlar yükseldikçe yükselmiş, küçücük bakkalların yerini ultra mega marketler almış, otomobiller şehri yaşanmaz hale getirmiş, hemen hemen her eve doğal gaz girmiş, İstanbul’un meşhur yedi tepesinden eser kalmamış, komşular aynı apartmanda oturmalarına rağmen birbirlerini tanımaz hale gelmiş, İstanbul’un taşından, toprağından altın eleyenler varlıklarına varlık katmış, Türkiye de küreselleşmeye baş eğmiş, kendi kendini doyuran yedi ülkenin içinden çıkmış, velhasılı Türkiye gelişmiş o zamandan bu zamana. Kamil Dede, sokaktan eve ağır ağır adımlarla, oflaya puflaya dönerken bir eskicinin arabasında duran tartı gözüne ilişmiş ve eskiciyi durdurup fiyatını sormuş. Sıkı bir pazarlıktan sonra cebinden ne çıkardıysa o günkü ekmek parasını ayırıp eskiciye vermiş ve tartıyı koltuğunun altına sıkıştırıp eve yol almış. Kezban Nine, gözüne Kamil Dede’nin koltuğunun altında ilişen şeyin ne olduğunu merak etmiş etmesine ama uzun zaman önce bıraktığı gibi ne Kamil Dede’nin kolunun altındakini ne de niçin onu aldığını sormuş. Kamil Dede ertesi sabah tren geçidinin altına oturarak hemen ayaklarının dibine de tartıyı koymuş. Bir nehir gibi akan insan kalabalığının içinden kimileri “Aaa şurda bi tartılayım bakalım kilo vermiş miyim” diyerek kimileri de Kamil Dede’nin bu devirde azmini ödüllendirme maksadıyla tartılmaya başlamışlar. Burası artık Kamil Dede’nin işyeri olmuştu. Geçidin altı yalnızca Kamil Dede’nin iş yeri değildi elbette. Bir de derbeder görünümlü, üzerinde eski bir paltosu ayaklarında mest lastiği, başında takkesiyle bir akranı burayı kullanmaktaydı. Gözleri içinde fıldır fıldır dönen, önlerine uzattığı avucunu boş çevirenlere içinden kalayı basan bu akranı her zaman oralarda değildi. Gelip geçenden işittiğine göre çeşitli günlerde ve çeşitli zamanlarda bu akranı farklı yerlerde dileniyormuş. Kamil Dede bu yaşına kadar çektiği bütün cefaya, açlığa rağmen hiç kimseye el açmamış bir şey dilenmemiş olduğundan bu dilenciye uzatılan her elde içi içini yiyordu. İçinden geçen bütün bunlara rağmen Allah’a şükrediyor yine de ele güne el açtırmaması için dua ediyordu. Az ileride cami olmasından dolayı cuma günleri aynı Kamil Dede’nin bu akranı gibi her yaştan dilenciyle doluyormuş bu geçit altı. Kamil Dede ise namaz saatleri dışında başka bir maksatla camiye yanaşmayı hiç aklından geçirmiyordu. Kamil Dede, bir akşam yatsı namazından sonra tartısı koltuğunun altında tıknefes eve doğru yol alırken içeriden yüksek seste bir uğultunun duyulduğu kahvehanenin kapısından kafasını uzatıp televizyona baktığında, ahalinin lanet ve bela okuyarak, suratına tükürerek pür dikkat seyrettiği haberde geçidin altında kendisiyle zaman zaman aynı yeri paylaşan dilencinin olduğunu gördü. Haberde bu dilencinin Pendik’teki bir alt geçitte dilenirken zabıta ekipleri tarafından yakalandığı, üzerinde bilmem kaç milyon parayla birlikte banka cüzdanlarının bulunduğu ve banka hesabının yükünden ve sahibi olduğu iki lüks evden söz ediliyordu. Kamil Dede, bunun üzerine önce koltuğu altındaki tartıya sonra üzerindeki giysilere bakmış. Sonra bu haberi seyreden ve kendilerine uzanan o eli, boş çevirmeyen insanları düşündü. Ya Rabb’im, sen ele avuca düşürme. Sana sonsuz şükürler olsun diyerek evine ve Kezban Nine’ye doğru ağır ağır, sallana sallana yürümeye devam etti Kamil Dede.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Musa YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |