Bir takım şeyler görürsünüz ve "Niye?" diye sorarsınız. Ben ise bir takım şeyler düşlerim ve "Niye olmasın?" diye sorarım. -George Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Nejat, “Hanım! Harika bir haberim var öncelikle bir bardak su isterim müjde olarak.” diyerek gülümsedi. Nurten, “ Hayırdır, hele anlat bakalım neymiş, verdiğim siparişleri bile unutmana sebep olan bu haber.” diyerek elindeki su dolu bardağı uzattı. Nejat, çok şükür, diyerek suyun son yudumunu yutkundu : “ Bizim ufak oğlanın girdiği sınav yok mu, hani seviye tespit mi ne diye. İşte o sınavı yapan dershaneden aradılar bugün, tam da iş çıkışına yakın, yoksa mümkün değil sabredemezdim bu saate kadar. Bayram’ın neyi olduğumu sordular, ne yalan söyleyeyim çok korktum vesselam, çocuğa bir şey mi oldu diye. Ardından telefondaki kız,bilmem ne dershanesinden arıyoruz, deyince rahatladım. Başta bir şeyler falan anlattılar karışıktı biraz, anlamadım. En sonunda; oğlunuz yaptığımız sınavda ilk ona girdi, bu başarısından dolayı Bayram’a ücretsiz hazırlık kursu vereceğiz. Kayıt işlemleri için oğlunuzla beraber dershanemize gelmeniz gerekiyor, tebrik ederiz. En kısa sürede bekliyoruz efendim, dedi ve kapattı kız telefonu. Düşünsene hanım, çocuğa ücretsiz kurs verecekler. Artık geceleri bu çocuğu nasıl okutacağız diye uykun kaçmayacak. Kurs işi bu şekilde hallolduktan sonra okul masraflarını öyle yada böyle hallederiz, sen gönlünü ferah tut. Nerede bizim oğlan daha gelmedi mi? Gelsin, ona da verelim bu müjdeyi. Havalara uçacak var ya hanım!” diye tamamladı sözlerini. Bayram, kendisi için bambaşka bir dünyanın kapılarını açacak olan müjdeden habersiz, son zille birlikte defterini, kitabını çantasına doldurdu. Neredeyse bir komandonun dağlarda gezerken sırtında taşıdığı kadar ağır olan çantasını omzuna atarak sallana sallana dolmuş durağına doğru yürüdü. Durakta kendilerini alacak servisi bekleyen diğer öğrencilerin aralarındaki konuşmaları duyduğu her sefer, yaşadığı hayata lanet okuyor ve bir gün hayal ettiği hayatı yaşabilmenin umuduyla kendini avutuyordu. Duraktaki öğrencilerin biri babasının aldığı yeni cep telefonunu arkadaşlarına göstererek özelliklerini anlatıyor, biri ailesine aldıracağı ayakkabıların ne kadar pahalı olduğundan bahsediyordu, bir diğeri de babasının telefonuna kaç kontör yüklediğinden bahsediyordu. Kendisine göre tatsız olan bu sohbetlere kayıtsız kalmaya çalışırken tıklım basa dolu gelen dolmuşa kendisini zor atmıştı. Nadiren dolmuşa binen insanların yakınmaları ona komik geliyordu, kendisi için bir hayat tarzı olmuştu bu şekilde yolculuk yaparak eve ve okula varmak. İçinde yaşadığı şartlar sebebiyle karşılaştığı sıkıntılar alışkanlık olduktan sonra doğal olarak hayat tarzına dönüşüyordu Bayram için. Son durağa yakın olduğundan eve yaklaştıkça dolmuş yavaş yavaş boşalıyordu, zor bela bindiği dolmuştan bu sayede rahatça inebiliyordu. Eve doğru yürürken: “Ben bu şartlarda nasıl diğerleriyle yarışabilirim? Onların keyfi yerinde. Çoğusunun bir eli yağda bir eli balda. Kendilerine ait odaları var, müzik isterlerse dinleyebiliyorlar, ders çalışmak isterlerse çalışıyorlar. Ben, ben ise iki odalı bir evde çırpınıp duruyorum. Hele şu dershane işi! Şart, şart. Dershaneye gitmeden onlara yetişmem mümkünde değil. Bu şartlarda da dershaneye gitmem mümkün değil. Allah’ım sen yardım et, bir fırsat ver bana.”, diye söyleniyor ardında da dua etmeyi eksik etmiyordu genellikle. Evin ziline bastığında babasının ve annesinin, verecekleri haber sebebi ile Bayram’ın gözlerinde görecekleri sevinç ışığını görme hevesi görülmeye değerdi. Kapıyı açar açmaz Bayram’ın kendisini annesinin kolları arasında bulması bir olmuştu. Nurten, öyle bir sevinçle kucaklamıştı ki oğlunu; Bayram, “Anne hayırdır! Öldüreceksin sıkmaktan” diyebilmişti fısıltıyla. “Gel oğlum, gel. Babanın harika bir haberi var sana, koş içeri. Uçacaksın sevinçten.”, diyerek kapıyı kapattı Nurten. “Oğlum; geçen hafta sınavına girdiğin dershane var ya. Bugün aradılar beni. Sınavda ilk ona girmişsin ve sana ücretsiz kurs vereceklermiş. Bizi kayıt için dershaneye çağırdılar. Yarın ilk olarak işyerinden izin alıp seni okuldan önce dershaneye kayıt ettirmeye götüreceğim. Zaman kaybetmemek lazım. Ne olur ne olmaz geç kalmayalım. Senin, yüzümüzü kara çıkarmayacağını biliyordum. Necmi’nin ve diğerlerinin yüzünü görmek isterim bu haberi verince hanım. Çocukları sınavlardan bir dört alınca kapanmak bilmiyordu çeneleri, bakalım buna ne diyecekler.”, diye soluksuz anlatıyordu Nejat. Bu haber, Bayram’ın tarifi mümkün olmayan bir sevinç deryasına dalmasına sebep olmuştu. Minik yüreği fokur fokur kaynamaya başlamıştı. Binlerce insanın toplandığı bir meydanda kalabalık; Bayram, Bayram! diye tezahürat ediyordu. “Aferin oğlum, aferin sana” diyerek başını okşayan insanların arasında zorlukla, meydanın ortasında kendisi için hazırlanmış, onlarca basamaktan çıkılarak varılabilen bir kürsüye ilerliyordu. Kürsüye vardığında kollarını iki yana açarak deli gibi dönmeye başlamıştı ki; annesinin kendisini omuzlarından tutarak “Bayram, bayram! duymadın mı oğlum baban ne diyor. Sana ücretsiz kurs verecekler. Bayram!” diye sarsmasıyla gerçek dünyaya döndü. “Hoş geldiniz beyefendi, siz de küçük bey. Bayram’dı değil mi? Öncelikle seni tebrik ederim. Çok başarılısın, böyle çalışmaya devam edersen iki sene sonunda bizim de desteğimizle istediğin okulu kazanabilirsin. Biliyorsun bu yarışta ilk adımı atıyorsun. İlk adımın ne kadar önemli olduğu kadar ardından atacağın adımlar da büyük önem taşıyor. Başta sabırlı olmak gerekiyor. Önünde seni bekleyen süreç konusunda rehber öğretmenlerimiz yardımcı olacaktır. Beyefendi sizi de tebrik ediyorum bu kadar yüksek başarılı bir öğrenci yetiştirmek kolay olmasa gerek? Bize gelen aileler, çocuklarını bu kadar başarılı görebilmek için neler feda etmeye hazırlar bir bilseniz. Siz, içlerinde en şanslılarındansınız bunu bütün içtenliğim ve samimiyetimle belirtmek isterim. Bayram için gereken kitap, test, hazırlık sınavları gibi yayınları tedarik ediyoruz, zaten kendi yayınlarımız da var. Bu konuda size ek olarak bir yük binmeyecek. Kendi derslerimiz dışında bir de Bayram için çalışma programı hazırlayacağız bu programı ne kadar uyumla takip ederse başarısı da o kadar artacaktır. Şuraya bir imzanızı rica edeceğim, teşekkür ederim.” Bayram’ın bu sözleri ağzı açık olarak dinlediği dershanedeki ilk günün üzerinden yaklaşık iki sene geçmişti. Bu süre boyunca okul-dershane-ev arasında mekik dokumuştu. Kendisini bu zorlu üçgen dışına ancak arada sırada okuduğu kitaplar sayesinde çıkarabiliyordu. Koşturduğu bu sınavla mücadele dünyasından nefes almasını sağlayan kitaplar, dershane tarafından öğrencilere verilen kişisel gelişim kitapları dışında kendi seçtiği klasikler veya kitapçılarda gezerken gözüne, dipte köşede ilişen hikaye ve romanlardı. Ne kadar kitaplarla kendine nefes alabilmek için bir dünya oluşturmak istese de ailesinin, akrabalarının ve dershanenin baskısı sebebiyle üstüne gelen hayatla mücadele etmek epeyce zorlaşmıştı. Dershane, çocuklarında başarılı bir gelecek konusunda olumlu sonuca yansımasını görebilmek amacıyla koşturup duran, çabalayan aileleri, Bayram ve onun kendisi gibi başarılı arkadaşları sayesinde kendisine çekiyor. Bayram gibi dershane öğrencilerinin sınav sonuçlarında elde ettikleri başarı, gazete ve şehrin çeşitli yerlerine asılan afişlerle ifşa ediliyordu. Bu, aileler için bir gurur kaynağı olduğu kadar çocuklara da o ölçüde baskı olarak yansıyordu. Üzerlerindeki bu baskıdan kurtulmanın en iyi yolu olarak daha çok çalışmayı gören çocuklar da ister istemez kendilerine bir rekabet ortamı hazırlıyorlardı. Bayramın hep başarıyla ve alnının akıyla çıkmayı hayal ettiği fen lisesi sınavlarına az kalmıştı. Çalıştıkça çalışıyor, sayfa sayfa testler ve soru üstüne sorular çözüyordu. Dershane, öğrenciler arasında sınava odaklanma ve rekabet ortamı yaratma konusunda; üstün başarılı öğrencileri ayrı bir derslikte hazırlamakla kalmıyor ayrıca çalışma temposunu da diğerlerinden farklı bir şekilde yükseltiyordu. Başarıyı bir yola benzetirsek onlara göre başarı; ne için yüründüğü değil, yürümeyi kimin ve nasıl öğrettiğiydi. Bayram, vagonun ortalarına doğru, trenin gittiği yönün tersi yöndeki sırada cam kenarındaki koltuğa oturmuştu. Ardında kalanları kendince daha iyi görüyordu bu şekilde. İstasyonda annesinin kimseye fark ettirmeden silmeye çalıştığı, gözlerinden süzülen bir-iki damla yaşı görünce; ailesinden ilk defa ayrılacak olmanın ve geçireceği hasret dolu yalnız günlerin hayaliyle gözlerinin dolmasına ve dudaklarının titremesine engel olamıyor, hüngür hüngür ağlamamak için kendisini zor tutuyordu, Bayram. Hareket memurunun öttürdüğü düdüğün ardından trenin kalktığını haber vermek için trenin ağır ağır hareketlenmesi eşliğinde düdüğe asılınca makinist; annesine el sallayamadan, artık içindeki ayrılık pınarına engel olamayacağını anlayıp koşa koşa vagonun tuvaletine doğru koşmuştu Bayram, annesinin ağladığını görmemesi için. Trenin her takırtısında sanki yüreğinden de takır takır bir şeyler dökülüyor gibi hissetmişti. Bir mücadeleden başarıyla çıkmanın neticesinde bu ayrılığın ortaya çıkması ufak bir tedirginlik salmıştı içine. “Acaba başarıyla sonuçlanan her mücadelenin sonunda bir ayrılık mı var?”, diye düşünmeden edemedi. İçine kapanık olduğu biliniyordu çevresinde, yaşadığı tedirginlikleri, heyecanları, buhranları pek kimseyle paylaştığı duyulmamıştı bu sebeple. Neyi varsa tek başına yaşıyordu. Kısa bir süre sonra içini çeke çeke uykuya dalmıştı. Tren yolculuğu oldukça yormuştu Nejat ve Bayram’ı. Nejat, yolculuktan önce uzaktan akrabaları olan İbrahim’i aramış, oğluyla kayıt için geleceklerini ve bir gece kalabileceklerini söylemişti. O gece İbrahim’in evine misafir olmuşlardı. İbrahim’im eşi de haberi alınca boş durmamış; misafir, uzaktan da gelmişler diyerek enfes bir akşam yemeği sofrası hazırlamıştı. Yemekte tek konuşulan konu Bayram’ın başarısı ve bundan sonraki hayatıydı. İbrahim, öğrenimi esnasında neler yapması, nelere odaklanması, nasıl çalışması konusunda uzunca bir vaaz verdi sofra başında Bayram’a. Kendi kızı, ailece sarf ettikleri bütün çabalarına rağmen bekledikleri başarıyı gösterememişti. Bayram’a söylenen o kadar lafın altında, harcadıkları çabalara rağmen ufak da olsa başarı kaydedemeyen kızına sitemi yatıyordu İbrahim’in. Bayram, yemek boyunca neredeyse hiç ağzını açmadı, sadece İbrahim’in söylediklerinin ardından anladım kabilinde her cümlenin sonunda hafifçe başını aşağı yukarı sallıyordu. Yemekte babasının söyledikleri dolayısıyla İbrahim’in kızı Nurdan, kendisini yerin dibine girmiş gibi hissediyordu. O da hiç konuşmamıştı yemek esnasında, nasıl konuşabilirdi ki babasının söylediklerinden sonra. Bayramın burada olması kendi başarısızlığını iyice belirginleştiriyor diye düşünüp içten içe öfke besliyordu. Bayram’ın da bu durumda pek mutlu olduğu düşünülemezdi. Nurdan’ın suratına yansıyan, yaşadığı yıkımın, güvenilmezliğin sebebi olarak kendisinin ve başarısının burada bu kadar övülmesi olarak düşünüyor ve üzülüyordu. Ertesi gün kayıt yaptıracakları okulda müdür yardımcısının odasındaydılar. Müdür yardımcısı öncelikle kendilerini tebrik etti, okuldaki imkanlardan en nihayetinde de aidat adı altında yatılı olarak gelen her öğrenci için almak zorunda oldukları paradan bahsetti. Nejat, Bayram’ın okula yerleştirme sınavından ayrı parasız yatılı sınavını kazandığını söylediyse de müdür yardımcısı onun da şak diye cevabını vermişti: “Parasız yatılı ve bursluluk sınavını kazanan öğrenciler eğer yatılı olarak kalmazsalar kazandıkları burs kendilerine ödeniyor. Yok eğer öğrenci yatılı kalacaksa başarılı oldukları sınav sebebiyle hak kazandıkları burs yatılı masraflarından düşülüyor. Yemekler dışarıdan geliyor, hizmetli sözleşmeli parasını biz ödüyoruz, yakıt, elektrik falan derken masraflar artıyor. Bu okulu da bir şekilde döndürmek ve bu zeki çocuklara eğitim vermek zorundayız. Bu sebeple de velilerden belli bir meblağ almak durumundayız. İmkanınız varsa topluca yoksa aydan aya ödersiniz. Bakın bizde okuyan vali, savcı çocukları var onlar bile ödüyorlar.” Müdür yardımcısının sözlerinden sonra şaşkınlığa kapılan Nejat diyecek bir şey bulamıyordu. Aklına bir şeyler geliyor fakat bunları da bir tartışma ortamına düşmemek açısından dile getirmek istemiyordu. Alınacak kitapların fiyatlarını, çocuğun harçlığını, okula ödenecek parayı düşünüp, bunun nasıl bir parasız yatılı sistemi olduğunu anlamaya çalışıyordu. “Demek ki; devletin başarılı öğrencilere desteği (!) bu şekilde oluyor” diye alaylı bir düşünce geçti aklından. Parayı ödememek için diretip idareyle arasını açamazdı, daha dört sene Bayram burada yaşayacaktı, bu insanların elinde. Masrafları, diğer ödemeleri ufaktan bir hesaplayınca, iş arkadaşından borç olarak aldığı paradan neredeyse Bayram’a verecek harçlık kalmıyordu. Çaresiz, okul yönetimi tarafından istenen parayı taksitlendirilmiş şekilde ödemeyi kabul etti. Müdür yardımcısıyla tokalaşıp Bayram’ı odasına yerleştirmek üzere hizmetliyle birlikte ayrıldılar. Bayram’a verilecek odaya doğru yürürlerken Nejat bir yandan da okulu süzüyordu. Fakat aidat diye alınan paraları düşününce, bu paraların okula harcandığına aklı ermiyordu. Şehrin devlete ait en gözde eğitim-öğretim kurumunun görünüşte durumu pek de aynı kanıyı uyandırmıyordu kendisinde. Hayırlısı, diye söylenerek Bayram’a verilen odaya varmışlardı. O akşam dönecekleri için şehri dolaşmak istemişti Nejat. Hem şehri gezmeyi hem de şehirdeki dershanelere giderek oğlunu tanıştırmayı planlamıştı. Bayram’ın fen lisesi öğrencisini öğrenen dershane görevlileri hemen Nejat’la oğlunu müdürleriyle tanıştırıyorlardı. Her başarı potansiyeli öğrenciyi, görev yaptıkları kurum için büyük reklam olanağı olarak gören müdürler samimiyetle onları karşılıyor ve sunabilecekleri imkanlardan söz ederek Bayram’ın kendilerine emanet edilmesini arzuluyorlardı. Şehrin en gözde dershanesi Nejat için ilk tercih olacaktı doğal olarak. Bu dershanenin müdürüyle uzun süre sohbet ettiler. Bayram’ın geleceği için bu dershanenin iyi bir seçim olduğunu düşünen Nejat, maddi durumlarından söz ederek bu konuda da Bayram’a destek çıkılması ile birlikte oğlunun burada kurslara devam edeceğini söylemişti. Müdür memnuniyetle kabul etmişti bu durumu. Bayram’ı artık şehrin en gözde dershanesine de emanet etmenin mutluluğuyla Nejat’ın kaygıları biraz azalmıştı. Eğitim yılının açılışıyla Bayram için, hayat(!) yeniden başlamıştı. Yeni bir şehir, yeni arkadaşlar, yeni öğretmenler, yeni dershane ve başarıyla sonuçlanması hedeflenen yeni bir sınavla birlikte. İlk sene, yabancı dil ağırlıklı olduğu için sınava hazırlık konusunda rahat geçmişti. Ardından asıl yarış başlamıştı. Okulda rekabet gittikçe artıyordu, daha birinci sınıfta öğrenciler sınav sonuçları sıralamasında diğer arkadaşlarını altlarda ezebilmek amacıyla deliler gibi ders çalışıp soru çözüyorlardı. Kendilerine nefes almaya bile imkan tanımıyorlardı. Ailelerin bu konuda öğrencilere verdiği destek(!) yadsınamazdı. “Ne demek beşinci oldum, uyuyor musun sen? Biz seni bunun için mi gönderdik oralara. Bir daha konuşmamızda birinci olduğunu duymak istiyoruz. Hep zirveye, zirveye. Yok öyle altlarda kalmak, altlarda kalırsan hayatta bizim gibi ezilirsin. Hep zirvede olmak için çalışman gerekiyor.”, Bayram gibi bir çok öğrencinin aileleriyle telefon görüşmeleri hal hatır sorulduktan sonra ekseriyetle bu şekilde sona eriyordu. Kendi aralarında bir çoğu bu tür görüşmelerden bahsetmemekle birlikte alttan alta da kendilerini diğer arkadaşlarına karşı bilemekten geri kalmıyorlardı. Sıralamada alta düştükçe üst sıralarda bulunan arkadaşlarla sosyal ortamlarda gerginlik artıyordu. Aralarındaki konuşmalarında hep karşılarındakilere ne yaptıklarını sorguluyorlardı, içlerinde körükledikleri “karşıdakinin yerini almak” duygusunu kimse dile getiremiyordu. Bayram, kendi kendine bunu itiraf edebiliyordu ama yapabileceği bir şey olmadığını düşünüyordu. Dışarıdakilerin beklentilerini karşılamak konusunda bu tür duyarlılıklara kayıtsız kalmak gerektiğine inandırıyordu kendisini. İkinci senesinde artan istikrarlı başarısı sayesinde dershanelerin ilgi odağı olmuş durumdaydı. Ama yine yalnız değildi, bu konuda da rekabeti göz ardı edemezdi. Rekabet ettiği arkadaşlarına göre hangi dershane daha iyi şartları öne sürerse oraya yönelmek fikrindeydi. En son tercih ettiği dershane kendisi için oldukça sıcak gelmişti. Genç ve sıcakkanlı öğretmenler, kitap ve test desteği oldukça yeterli, ulusal bir yetkinliği olan dershaneye kendisini yönlendirmişti, iyi yaptığını da zamanla görmüştü. Önceleri ayda bir kez gidebildiği baba evine artık o kadar sık gidemiyordu. Kendisini o kadar kaptırmıştı derslere ve sorulara; “Biraz geç döneceğim bu akşam okula ama etüde yetişirim, sen hocaya söylersin.” diyerek saç tıraşı olmak için yanından ayrıldığı arkadaşı, okula döndüğünde , “Hani sen saç tıraşı olacaktın n’oldu?”, diye sorunca “ Offff tabi ya! Ben saç tıraşı olmak için berbere gittim ya, baktım ki sıra var. Açtım kitabı ve başladım soru çözmeye. Testin soruları bitince kalktım geldim, dalgınlık işte!” şeklinde Bayram’ın cevabıyla ikisini birden gülme krizi tutmuştu. İki haftalık bir aradan sonra yaz tatilini normal bir tatil gibi değerlendirmek, girdiği yarışta boşa zaman kaybetmek gibi geliyordu ona. Hemen eve dönüp kitaplarına, sorularına kavuşmak istiyordu. Yoğun ısrarları sonucunda annesi kendisinin eve dönmesine izin vermişti. Günün büyük bölümünü dershanede geçiriyordu. Sabahları sadece kahvaltıda evdekilerin yüzüne bakıyor, genelde akşam yemeklerini de evdekiler yattıktan sonra geç saatte soruları başında yiyordu. Bayram için okulda bulunması çalışmak için evde bulunmaktan daha verimliydi, okulun açılmasını sabırsızlıkla bekliyordu. Artık son senenin ikinci dönemine varmıştı. Etütler artmış, zor şer, rica minnet alınan sağlık raporları sayesinde okuldan iyice kopmuştu. Evde agresifliği had safhaya ulaşmıştı. Kendisi için endişelenen ailesini, yemek yemesi ve uyuması konusundaki uyarıları sebebiyle sert ve sitem dolu cevaplarla incitiyordu, farkında değildi. Sadece hedefine odaklanmıştı ve gerisi onun için boştu. O gün dershanedeki etütten sıkılmıştı, günün kalan kısmına evde devam etmeyi planlıyordu. Kitapları, testleri çantasına doldurmuş, müzik çaların kulaklıklarıyla dünyaya tıkamıştı kulaklarını ve eve dönmek için dolmuşlara doğru yürüyordu. “Kulaklıklarından dışarıya kadar yansıyan müziği dinliyor muydu?” yanından geçenler bu konuda şüpheli bakıyorlardı kendisine. Dışarıdan, ruhu bedeninden ayrılmış sadece yürümeye programlanmış bir insan bedeni görünümü arz ediyordu. Gözleri, nereye baktığı belirsiz, dimdik karşıya bakıyordu. Bir şeyler görüyor muydu? Görüyor denemezdi. Yine programlanmış vücut görünümüyle dolmuşa bindi, sadece inmesi gereken durakta; kulaklarındaki yüksek müzikten olsa gerek “Kaptan, inecek var” diye yüksek tonda bir ses çıkarmıştı, üzerine dikilmiş garipser bakışlara aldır-a-madan. Aynı tavrı eve varana kadar devam etmişti. Babası maaştan arta kalanlarla neyi nasıl ödeyeceğini hesaplamaya çalışıyor annesi de mutfakta bulaşıkları yıkamakla uğraşıyordu. İkisi de işlerini tamamladıktan sonra Bayram’a hiç bulaşmadan, sessiz,sedasız yatak odasına çekildiler. Sabah olduğunda Nurten: “Hadi uyan bey, ben çayı koymaya gidiyorum” diyerek odadan çıktı. Nurten’in “Nejaaaaaaaaaaaaaaat”, nidasıyla sanki bir deprem olmuşçasına Nejat yataktan fırlayıp don katı odaya koşturdu. Nejat bir an duraksadı, “Bir şey yok hanım uyuyakalmıştır. Ben birkaç kez rastladım” sözleriyle az da olsa sakinleşen Nurten, kolları yanlarına sarkmış ve yüzünün sol yanı masaya dayalı Bayram’ın yanına yaklaştı ve saçlarını okşarken yüzünün renginin kızardığını ve açık olan gözlerinin kendisine bakar durumda olduğunu görünce kekeleyerek; “Nejat çocuğa bir şey olmuş, n’olur hastaneye yetiştirelim” diyor ve gözyaşlarının süzülmesine engel olamıyordu. Devlet hastanesinin acil kapısına vardıklarında nöbetteki sağlık memurları ve hemşire yarı uykulu bir şekilde karşılamıştı onları. Nejat; “N’olur yardım, doktor hanginiz?” “Zeki bey, lütfen doktor beye haber verin acil var. Tamam beyefendi sakin olun, hemen şuraya alalım”. Hemşire tansiyon ve nabız alırken doktor varmıştı yanlarına. “Evet, hasta ne durumda hemşire hanım? N’olmuş öğrendiniz mi?” derken doktor; hemşire tansiyon, nabız ve şuur durumunu aktardı. Aynı zamanda Nejat da ne durumda, nasıl bulduklarını anlattı doktora. Epey bir müddet sonra Nejat ile Nurten’in yanına gelen doktor “ Beyefendi büyük geçmiş olsun. Önce sakin olun, lütfen oturun. Hemşire hanım lütfen birer bardak su verir misiniz, beyefendilere? Derin nefes alın, korkacak bir şey yok. Çocuğunuz beyin kanaması geçirmiş, Allah’tan kanama üç saati aşmadan yetiştirmişsiniz. Kurtuldu yani. Sadece kısa bir süre sonra ameliyata alacağız.” Ameliyat lafını duyan Nejat’ın üstü başı buz gibi terden sırılsıklam olmuştu ve Nurten de kocasının koluna sımsıkı sarılmış ağzı açık sadece dinliyordu gözlerinden yaşlar süzülerek. “A.. A… A… Ameliyat diyorsunuz doktor bey! Hani kurtulmuştu” Ortalık Nejat ve Nurten için buz kesmişti. Doktor bir şeyler söylüyordu fakat ikisi de duymuyordu doktorun dediklerini. Doktorun hafifi şiddetteki tokatlarıyla ikisi de kendilerine gelmişti. Nejat. “Hemen ne gerekiyorsa yapalım doktor bey. Allah’ınızı severseniz, Allah rızası için onu bize kavuşturun.” Bayram’ın ameliyatı sorunsuz geçmiş ve bir iki günlük yoğun bakımın ardından kendisine gelmişti. Haberi alan okul arkadaşlarından ulaşılabilenler bir araçla Bayram’ı ziyarete gelmişlerdi. Bayram’ın yüzünde güller açıyordu. Önce annesi, sonra babasına en son doktora baktı ve arkadaşlarına dönüp gülümseyerek: “Çocuklar sınava kaç gün kaldı?”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Musa YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |