Dünya hayal gücünün tuvalinden başka birşey değildir. -Henri David Thoreau |
|
||||||||||
|
Sessizdi arabanın içi. Hem de çok sessiz... Düşünceleri ile başbaşa bilmediği bir yerlere gidiyordu. Daha doğrusu götürülüyordu. Şimdiye kadar yaşadıklarını düşünüyordu da herşey kendi dışında gelişmişti ama hep zarar gören o olmuştu. Derin bir nefes alarak altında hızla akıp giden yola baktı. Trafik çizgileri bir yılan gibi uzanırken anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu. Küçücük bir kızken yaşadıkları evi hatırladı birden. Evlerini bahçesine bir salıncak kurmuştu babası. Salıncağı çok severdi, bütün gün üzerinden inmez, indiğinde de kendini bir dönmedolap’ta gibi hissederdi. Bahçelerinden deniz kenarına bir merdiven iniyordu. Ama nedense o denize girmeyi değil sadece seyretmeyi severdi. Saatlerce kumsalda oturur, dalgaların kıyıya vururken çıkardıkları sesleri dinlerdi. Küçüklüğünden beri tek başına hissederdi kendini. Engin okyanusa atlayıp tüm gücüyle yüzmek sadece yüzmek istiyordu. Okyanusun diğer ucu ne tarafa çıkıyor acaba? Bazen yunuslar ya da balinalar geçerdi oralardan. Balinaların su püskürtmesi, onun için hep çok enteresan bir şeydi. Denizin dibini merak ederdi; mercanları, rengarenk balıkları ile okyanus başka bir dünyaydı. Herkesten ayrı, kendi halinde dolanır, deniz kabukları toplar bazen kumsalda uyuya kalırdı. Annesinin sesiyle uyanırdı hep; Shell(deniz kabuğu)... Rüyasında bir deniz kızı olurdu Shell. Engin okyanusu keşfe çıkardı böylece. Gümüş balıkları ile dalgalardan atlar, yunuslarla köpekbalıklarına karşı savaşır, okyanusa açılan gemileri gözlerdi. Annesi hep alır, koparırdı onu. Kızgınca kalkar, evin yolunu tutardı. Yemekten sonra da çıkmasına izin vermezdi. Bu yüzden hep kızardı annesine. Yemeğini acele yer hemen yatar, gözlerini sımsıkı kapatırdı ki çabucak uyusun da hemen sabah olsun diye. Ailesi hiçbir zaman anlayamamıştı onu. Düzenli olarak tüm gün boyunca kumsalda oturup denizi seyretmenin onun için ne ifade ettiğini asla anlayamazlardı. Çünkü Shell kendi dünyasında yaşıyordu. O aslında her gün aynı yere değil, farklı yerlere gidiyordu. Hayal dünyası o kadar genişti ve küçük şeylerden o kadar zevk alıyordu ki! Topladığı deniz minarelerini ve içi sedefli midyeleri, yatağının yanında duran komodinin üzerine dizmişti. Birçok deniz kabuğu toplamıştı ama bir tanesi onun için çok özeldi: Minik bir deniz minaresi... Çok güzeldi. O kadar güzeldi ki ışığa tuttuğunda bir gökkuşağı yaratıyordu adeta! İlk bulduğu deniz minaresiydi o. Ayrıca içlerinden en güzeliydi. İçi pembe parlak sedefliydi. Üstündeki her kıvrımında başka bir renk tonu vardı. Shell bu minareyi hep yanında taşırdı. Aynı denizin ruhunu taşır gibi... Onun uğuruydu ve o yanında olduğu zaman kendini çok güvende hissederdi. Ömrünün sonuna kadar da onu bırakmayacaktı. Bir keresinde kumsala inerken yanına almayı unutmuş, elini cebine atıp onu bulamayınca kan ter içinde hızla koşarak odasından minik deniz minaresini almıştı. Shell, hiçbir zaman diğer çocuklarla oynamak istememiş, onların oynadığı oyunlara özenmemişti. O farklıydı. Düşünceleri, hayalleri, umutları ile diğerlerinden çok farklıydı. Engin okyanusları aşmak, martılarla birlikte uçmak, yunuslarla dalgalardan atlamak istiyordu. Özgür hissetmeyi seviyordu hep. En azından özgür hissedebilmek. Tamamen özgür olabilmek ne mümkün. Okula gitmeyi sevememişti hiç. Ne gerek vardı ki insan kendi başına da öğrenebilirdi. Hem de görerek, yaşayarak, hissederek! Oysa ki okulda, o kasvetli binaların içinde en fazla birkaç satır yazı ezberlenir, duvarların arasından çıktıktan sonra da unutulur giderdi. Yaşam okulu öyle miydi ama? O herşeyi yaşayarak öğrenmişti; ağlamayı, gülmeyi, sevmeyi, nefret etmeyi, acı çekmeyi, mutlu olmayı... Annesi hep üniversite okumasını istemişti. Sıkıntılı bir lise öğreniminden sonra Güzel Sanatlar Akademisi’ne gitmiş ve heykeltraşlık bölümü’nden mezun olmuştu. Elleri ile çamura şekil vermeyi çok seviyordu. Yaptığı heykeltraşlar arasında, yunuslar, deniz kabukları, kuşlar vardı. İlk sergisini açtığında annesi onunla gurur duymuştu. Sergide dolaşmış, önüne gelen herkese işte bu benim kızım, bunlar da kızımın yaptıkları demişti. Oysa ki Shell, onun kadar mutlu olamamıştı. Onun istediği, yaptıklarını sergilemek değildi. Sadece yapmaktı. İçinden geldiği gibi yapmak... Deniz kenarındaki evlerinin terasını kendi için ayarlamıştı. Heykeltraş’ı yontmaya başlamadan önce deniz kenarına iner, okyanusu uzun süre seyreder, dalgaların sesi ile kendinden geçerdi. Sonra arka taraftaki ormanlık arazide gezinir, kuşların yuva yapışlarını, minik sincapların koşuşturmalarını gözlemlerdi. Doğa onun için huzurdu. Ve birazcık bile olsa huzur onun için herşeydi. Ciğerlerini mis gibi çam kokusuyla doldurduktan sonra geri dönerdi. Odasına girip saatlerce çıkmazdı sonra. Çamura şekil değil hayat verirdi adeta. Tüm hayatı, deniz, orman ve heykeltraş olmuştu artık. Gözü başka hiçbir şeyi görmüyordu! Sonra bir gün Fransa Büyükelçiliği’nden bir mektup aldı. Annesi mektup elinde koşarak Shell’in yanına gelmişti. Gözlerini iri iri açmış, Shell’e mektubu göstererek seni Fransa’ya çağırıyorlar. Heykeltraşlarını çok beğenmişler. İstersen sana orada bir ev verebileceklerini belirtiyorlar. Shell, şaşkın bir ifade ile annesine, gidemeyeceğini, kendisinin buraya ait olduğunu söylemişti. Ancak annesi, daha çok para kazanabileceği ve çok ünlü olabileceğini söyleyerek diretmişti. Shell, özgürlüğüne çok düşkündü ama her nedense annesinin rica ettiği şeyleri yapmadan edemezdi. İçine, kalbinin tam ortasına bir sıkıntı oturmuştu şimdi. Çocukluğundan beri yetiştiği ve büyük bir sadakatle bağlı olduğu bu yerleri nasıl bırakacaktı. Orada nasıl yaşayacaktı? Tüm bu korkularına rağmen yoldaydı işte! Koskoca binalarla çevrili o yer onu mutlu edecek miydi? Sıkıldığında rahatlamak için gittiği kumsala, ciğerlerini havasıyla doldurduğu ormana gidemeyecekti artık! Uzun ve düşünceli bir yolculuktan sonra kalacakları eve varmışlardı. Ev taştan yapılmıştı, dışı kiliseyi andırıyordu ve ilk görüşte insanın içine sıkıntı veren kasvetli bir görünümü vardı. Shell’in evi düzene sokması bir haftayı bulmuştu. Bir odayı, önünde bir tek ağacın bulunduğu odayı çalışma odası olarak hazırlamıştı. Minik deniz kabuğu’nu tam karşısına koyuyordu çalışırken. En azından okyanustan bir hatıra olsun istiyordu. Ama her geçen gün onun için büyük bir sıkıntıydı. Bazen geceleri yatarken, herkes uyuduktan sonra camın kenarına oturur, saatlerce ağlardı. Bu hasret içinde büyük bir yara olmuştu. Bir gece rüyasında okyanusu gördü. Turkuaz rengi gözünü alıyordu. Yavaşça ilerledi suya doğru. Su ayaklarına değdiği anda kendini okyanusun derinliklerinde buldu. Yunuslarla beraber yüzmeye başlamıştı. İşte deniz minareleri de oradaydı. Pırıl pırıl yüzeyleri ile ona göz kırpıyorlardı. Ama özellikle bir tanesi incecik kumların arasından ışıldıyordu. Uzandı onu alabilmek için. Ama o da ne! Minik deniz kabuğu değil miydi bu? Evet evet oydu. Işıldayan da göz yaşıydı. Ağlıyordu. Ağlıyordu çünkü, Shell onu okyanustan uzaklaştırmıştı. Onu ait olduğu yerden koparmıştı. Hızla dışarı çekildiğini hissetti sonra ve yine dört duvarın arasındaydı. Ama bu sefer ki farklıydı. Shell kararını vermişti artık. Hızla yerinden fırladı. Minik deniz kabuğunu cebine koyarak aşağı kata koştu. Ailesine herşeyi açıklayacaktı. Buralara ait değildi o. Odanın kapısını çalıp içeri girdiğinde, annesinin bavullarını topladığını farketti. Şaşkınlık içinde annesinin yüzüne bakakalmıştı. O zaman anladı aslında okyanusun tüm ailesini esir aldığını! Bu sefer ki yolculuk farklıydı. Sevdiği yere gidiyordu. Ruhuna tekrar kavuşmuştu. Artık yağmur, hüzün değil mutluluk taşıyordu onun için. Kuşlar bir başka uçuyorlardı. Yeşiller bir başka yeşil, gökyüzü daha maviydi sanki. Yol bu sefer yılan gibi uzamıyor, ulu dağları, engin denizleri aşar gibi hızla yol alıyorlardı. Nihayet engin mavilik yüzünü gösterdiğinde Shell, kanatlanıp uçacaktı adeta. Arabadan fırlayıp kumsala uzandı hemen. Gözlerini kapatıp denizin sesini dinledi bir süre. Deniz kabuğunu cebinden çıkartarak denize fırlatıverdi. Hoşça kal minik deniz kabuğum ve mutlu kal! Kendini okyanusa bıraktı sonra onu kucaklarcasına...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Figen Kandemir, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |