Paranız varsa toprak alın. Artık üretmiyorlar. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Denizden Istanbul’un bilmem kaçıncı tepesine doğru önemsizmiş gibi tırmanan bu dar sokağın başından doğru başlamak gerekirse, Çorumlu olmayan bir kuruyemişçisi, Edirneli olmayan bir tekel bayii, Trabzonlu olmayan bir kahvehanesi ve ileride ne gibi çeşitli kanser türlerine yakalanabileceğinden bihaber Kastamonulu açık deterjan satıcısı dışında geneli Karadeniz den kopup ne için olduğunu kestiremeden İstanbul a nihayetinde Günebakana yerleşmiş küçük ve orta büyüklükte aileler.Çok büyük aile olmaya ihtiyaç yok Günebakan da , hepsi birbirini kardeşi gibi gerekirse kardeşinden öte sahiplenmesiyle meşhur çevre komşuluklarda. Sokağın en üstüne gelindiğinde, ilk yapılmışlığından ya da yaşadıklarını paylaşamamazlıktan, köhne , tek katlı ve çok kasvetli Rahim Dede nin evi var. Karadeniz den belki ilk kopup gelenlerden, geldiğinde Rahim sadece, Günebakan da yaşlanmışlığı yapan onu Rahim Dede. Birkaç yıl önce çevre komşuluklara inat muhtarlığa aday olmuşluğu, bırakın çevre mahalleleri Günebakan sayımından daha az oy aldığını öğrenip, Günebakana ve hatta hayata küsmüşlüğü var. Artık onun köpekleri gözüyle bakılan mahallenin azmanlarına yemek vermek dışında evden çıktığını gören çok az. Hikayeleri ile büyüyor şimdiki genç nesil Rahim Dede nin. Yukarıdaki kaleye karşı kim oynayacak kavgası olağan oğlan çocukların, kızlar daha çok evdeler. Ahmet var bir de, akraba evliliği sonucu olduğundan bihaber bütün sokak sakinleri. Sokağın neşe kaynağı çoğu zaman. Reşit yaşlar oynaşınca hormonlarıyla atıyor kendini sokağa. Ama bir attı mı kaçışıyor bütün oğlan çocukları, ahmetin ayakkabıları aynı değil onlarla ve top oynamak sevmez Ahmet. Kötü bakılmışlıktan yüzünden çok önce seçilen çıkık elmacık kemikleri, kemikleri sızlarken herkesin soğuktan karlara yatmaktan ıslanmış penye pijamaları ile koşmaya başladı mı sokaktan aşağıya doğru, onu durdurabilen tek şey kendini atmadan işlek caddeye Faik oluyor. Fındık, badem dolduruyor cebine ahmetin. Ahmet’in eli cebinde mutlu mesut çıkıyor aynı yokuşu sokakta ölüm sessizliği. Sokağa sövüyor Faik, hayatına, Allahına sövüyor önünü kesmezsen. Kahvenin içi her akşam sis pus, her akşam sanki başkaları fakirmiş gibi, hala gazozuna tavlalar, çok özel bir televizyon kanalında görüntülenen sosyete kadınına ya da mankene iç geçirmeler. Birden çöküveriyor gece Günebakana. Gece gündüzden daha mı güzel ? karar vermek gereken bir konu günebakan için. Temizlik, yemek hazırlığı ve komşu dedikodusu ile geçen günün ardından, dersini çalışmayan çocuğa çimdik atmak ile kocaya çay yetiştirmek arasında mekik dokuyan günebakan kadını biraz para biriktirmek derdinde. Kenara koymak istiyor parayı, basma pazen almak istediği renk, karşı komşunun evindeki sehpa örtüsü için boncuk almak, kızına çeyize başlamak için 0,5 numara tığ biraz da ip belki. Gün çöküyor gökten günebakanın üstüne, gece doğuyor. Bundan yıllar sonra, belki birçok on yıl. Bebek yokuşundaki lüks sitelerden birinin içindeki, o siteye göre normal sayılacak bir dairenin, sadece 1-2 yıl öncesinin modası ile döşenmiş mutfağında, neredeyse mutsuz bir şekilde akşam yemeğini yerken Serkan, gece doğuyor bebek yokuşuna. İşleri fena değil işte, keyfi kötü fakat, bunca mücadele, zorlu olduğunu sandığı bir hayat ve üstün beklentileri… Babası kendisi için bıraka bıraka bir esnaf tezgahı bırakırken ona, bütün zorluklara rağmen üniversite kazanıp okuyor Serkan. Üniversiteden tanıdığı, sevdiği kızla evleniyor. Çok çalışıyorlar bu günler için. Çocukları var 2 tane, biri kız diğeri oğlan. Oğlan bu senenin modası ayakkabıları ile top oynuyor sitenin top sahasında. Dışarıya bir göz atıyor Serkan. Boğanız üzerine üşüşmüş martılar, hangi gezi teknesinden ekmek atan var diye aranıyor uzun uzun. O sırada 2 nesil önce kendi atasının yaşadığı, gelip geçtiği günebakanda herkes evlerinde olmalı. İkinci çaylar servis ediliyor olmalı, ya da ödev diye geç yatma telaşındaki çocuk hırpalanıyor olmalı. Serkan bilmiyor Günebakanı, belki kendi hırslarında belki utandıklarından, kimse anlatmıyor Günebakanlı yılları Serkana. Ağasını atasını bilmiyor Serkan, çok güncel hırslarla büyümüş, büyütülmüş. Gerçi inancı ne olursa olsun birçok insan bilmiyor Günebakanı, hayatın merkezinin orası olduğunu. Adem’in Günebakana doğduğunu, İsa’nın yeniden yeryüzüne ineceği zaman Günebakana ineceğini, sırat köprüsünün kurulacağı gün günebakandan karşı yakaya üçüncü boğaz köprüsü olacağını o köprünün. Üstünden , altında, yanından ve hatta her gün ıskalayarak geçen binlerce insan dolu Günebakanı, ama o alınmıyor. Duruyor sadece, durmalı çünkü o hayatın merkezi, herkesin hikayesinin başladığı yokuş.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Fatih, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |