..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Doğru şeritte olsanız bile, olduğunuz yerde kalırsanız er geç ezilirsiniz. -Will Rogers
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > ayşe başak




12 Ekim 2009
Benim Adım Mücella  
ayşe başak
Gözün baktığı yerlerin, kişilerin ardında neler yatar? Düz, sıradan insanların hikayeleri de vardır. Bakmak değil görmek gerekir çoğu zaman.


:BDAD:
Benim Adım Mücella…

Benim adım Mücella… Tek “c” ve çift “l” ile yazılır efendim. Bir öykü istiyorsunuz benden. Evet, biliyorum efendim. “hayal ürünü değil” tamamen gerçektir efendim. Ne kadarına inanabilirseniz o kadarı gerçektir efendim…

Mücella hanımı ilk gördüğüm yer Pasaport iskelesinin yanı başındaki banklardan biri olmuştu. Daha sonra ki ikinci, üçüncü görüşüm de oradaydı. Her gün aynı saatte vapurdan indiğimde, Mücella hanım da oradaydı. Ve sanırım her gün aynı saatte gelen aynı martılara bayat ekmek atıyordu.

Onu ilk gördüğüm gün ilk defa mı gelmişti oraya bilmiyorum.Tahminim aslında Onun daha öncede orada olduğuydu.benim daha önce görmemiş olma nedenim ise fark etmemekten ziyade Ona ihtiyacım olmamasından kaynaklanıyordu.hani aslında hep çekmecenin sol arka tarafında duran ancak acil zamanlarda aklımıza gelen o eski şişe açacakları gibi..

Mücella hanım , o gün ve daha sonraki günlerde üzerinde aynı füme rengi uzun hırka, siyah pantolon ve saçlarını gizleyen hasır şapka ile karşıladı beni..Güneş ve yağmurdan eskimiş hasır şapkanın renginden mi, sabahın o ilk ışıklarının oyunundan mı bilmiyorum – belki de zamanın ve hayatın darbelerindendir – saçları daha önce hiç görmediğim bir renkteydi..kızıl, kahve, beyaz karışımı bir renk…sonradan bu rengin zamanında kızıla boyandığını, ardından boyanın gitmesiyle gerçek saç renginin ortaya çıktığını ve yaşının ilerlemesi ile beyazlarla birlikte bu tuhaf rengin meydana geldiğini düşündüm..

Yağmurun oyun oynar gibi yağdığı bir şubat günü vapur iskeleye yanaşırken gördüm onu ilk olarak… İnsanların hızlı adımlarla geçtiği o soğuk sabahta tek başına bankta oturmuş tüm dikkatiyle martılara ekmek atıyordu. Ekmekleri kapmak için kimi zaman birbiriyle yarışan o iki martı, Mücella Hanımı her ziyaret ettiğimde orada oldu. Mücella Hanım, kimi zaman onları beslememe izin verdi. Kimi zaman ise anlaşılmaz bir hırçınlıkla getirdiğim sıcak simitleri kabul etmedi.

Tanışmamızın ilk gününde, küçük çekingen adımlarla yanına sokuldum, oturdum. Yüzüme bakmadı. Laf olsun diye havanın soğukluğundan, yağmurun karasızlığından, baharın gelmesine az zaman kaldığından, denizin dalgasının iyi olduğundan, şimdi sabah çayı içmenin ne kadar güzel olacağından, hükümetin yine sigaraya zam yaptığından- elinde hiç yakılmamış bir sigara tutuyordu – ‘yazın çok sıcak olacak…’ söylentilerinden bahsettim. Bana mı söylüyorsun demedi. Ta ki…

Ta ki …“Martıların ismi var mı teyze ?” sorusunu sorana kadar. Bu soru ağzımdan çıkarken saçmalığına hayıflanmıştım. Sait Faik öyküsü değil ki bu martının bir adı olsun, onunla dost olunsun… Ama soru biter bitmez bana döndü. O zaman gözlerini gördüm… Mavinin karanlığına gömülmüş gözlerini, acının çerçeve yapıp, korkunun izlerini bıraktığı gözlerini… “içerim” dedi. “Bir sıcak çaya hayır demem.”

Yolun karşısında ki liman kahvehanesinden iki çay geldi. O zaman sigarayı yaktı. Çay tabağının yanında ki şekerleri cebine koydu. Çayından küçük bir yudum, sigarasından derin bir nefes aldı. Ve yeniden martılara ekmek atmaya devam etti.

Kırk dakika boyunca benimle başka bir şey konuşmadı. ‘Teşekkür’ bile etmedi. Torbanın içindeki ekmekler bitince, toplandı Alsancak’a doğru yürümeye başladı. Arkasından bakakaldım. O gidince martılarda çığlık çığlığa denize doğru süzüldü…


Bu durum konuşmadan ama çay ve sigara içerek tam beş gün boyunca devam etti. Ben aynı vapurla Pasaporta geldim. O aynı bankta aynı martılara ekmek attı. Çayı seviyordu. Kahvenin çırağı çayları tazelemeye geldiğinde hiç itiraz etmeden içti çayları. Şekerleri cebine koydu. Sorduğum sorulara cevap vermedi. Bana soru sormadı. Sadece bir gün torbasını katlayıp giderken durdu. Yüzüme baktı. “Gelecek misin yarın?” dedi. Başımı salladım. “gel” dedi. “sana martıları anlatırım…”

Mart ayına iki gün kala sağanak yağmurun İzmir sokaklarını tüm hıncıyla yıkadığı bir pazar günü yine aynı bankın üzerinde oturduk… Benim üzerimde yağmurluğum, Onun üzerinde yine aynı füme rengi uzun hırka… Kocaman siyah bir şemsiye ve yine aynı martılar… Çaylar geldi. Sigaralar yakıldı. “Martılar…” dedim. “Martılar, yoğun yağmur yağdığında çıkmazlar sanırdım”. “Bunlar gelir” dedi yüzüme bakmadan. “bunlar gelir”…Ve anlatmaya başladı.

“Benim adım Mücella efendim. Tek c ile iki l ile yazılır efendim. Bu gördüğün martılar bana tanrının hediyesi. Onlardan ben sorumluyum. Bana emanet etti onları. Neden mi? Nedeni uzun… Nedeni vicdanda, nedeni bir ağır ceza… Yeni çıktım ben hapishaneden çok çok uzun yıllar yattım dört duvar arasında. Önceleri sayardım günleri… Yıllar geçtikçe geceler sabaha, sabahlar haftalara karışınca vazgeçtim. Bir önemi yoktur o damda perşembenin ya da pazarın. Her gün aynı işkence… Yok yok öyle birinin yaptığı işkence değil bu. Bu, insanın kendi beyninin işkencesi, unutmak istediğin anları yeniden hatırlama çabası. Mevla’yı bulmak için ateşler içinde kalırsın, yalvarırsın affet beni diye olmaz. Bilirsin suçunu. Bilirsin ki kul sana ceza keser der ki; “45 yıl yatacaksın burada” başın önünde kabul edersin efendim yapacak bir şey yoktur. Sonra Allaha sığınırsın. “Allahım” dersin “affet beni güzel Allahım” sonra inanırsın affedildiğine. Ama vicdan… Ah o vicdan efendim. Tüketir bütün gücünü insan olmaktan çıkarsın.

Ekmekler bitti. Yağmur yavaşladı. Karşıyaka tarafından salınarak gelen vapura doğru kanatlandı iki martı. Mücella Hanım gözleri yaşlı döndü. “Ben…” dedi, “ben kızımı öldürdüm. Hem de henüz iki aylıktı.” Kalakaldım yanı başında. Dudaklarım kilitlendi. Gözlerim gözlerine takılı kaldı. Gözlerini ayırdı gözlerimden denize giden martılara baktı. “zamanında ki sen hatırlamazsın tabii çok gençsin, bütün gazeteler evlat katili diye haber yapmıştı beni… “Genç anne iki aylık bebeğini öldürdü…” Cani dediler bana elbette canilikti yaptığım. Henüz iki aylıktı. Seviyordum onu. Elif demiştik adına. Salim, kocam –uzun zaman önce terk etti beni- kaçırmıştı beni. Çok sevmiştik birbirimizi. Gözüm gözünde elim elinde tam dört yıl mutlu yaşadık. Sonra Elif düştü rahmime. Büyük mutluluktu bizim için tam kırk hafta büyük heyecanlarla bekledik. Çok zor oldu doğum 12 saat çektim sancıyı. Bedenimden koptu parçalar. Çığlık çığlığa geçti doğum. Ben bitkin, kopmuş, parçalanmış, yatakla bir bütün halinde yatarken kollarımın arasına koyuverdiler Elif’i. İşte o an o an hayat yeniden başladı. Tüm acılar dindi gitti efendim. Çocuk doğurdun mu hiç ?” Soruyla birlikte silkelendim “Yok…” dedim. “Hiç düşünmedim.” “Acıktım” dedi. Yerinden kalktı. ‘Gel’ dedi kafasıyla, peşi sıra yürümeye başladım.

Pasaport’tan Alsancak’a doğru yürüdük hiç konuşmadan. Eski Rum evlerinin hala ayakta durduğu sokaklardan birine saptık. Hayli bakımsız evlerden birinin önünde durdu. Demir kapıyı itekledi. Kapının hemen ardından bir kara kedinin kafası göründü. Kedi yeşil meraklı gözleriyle bana baktı sıçrayarak yer yer kırık merdivenlerden yukarı çıktı.

Dumanı tüten çorbayı içtikten sonra bir sigara yaktı. “O zamanlar buraları başka türlüydü. Evlerin arka bahçeleri neşe içinde ki insan sesleri ile yıkanırdı. Komşuluk vardı o zamanlar. Herkes birbirinin evine davetsiz girer çıkardı. Doğumdan sonra ki günlerde Elif’in bakımını sokağın yaşlıları ile birlikte üstlenmiştim. Çok gençtim. Eh, ana da başımda olmadığından başta Müzeyyen Hanım olmak üzere tüm komşular sırayla ders verdi bana. Altı nasıl değişir, gazı nasıl çıkarılır, ateşi nasıl düşürülür. Efendim zor şey oncacık bebeğe bakmak. Ne derdi var anlamazsın. Ağlar karnı acıktı sanırsın hâlbuki altını kirletmiş olur.” Sustu. Mavi gözleri tavana döndü. Yutkundu kocaman. Devam etti;

“O gün ben burada bu pencerenin önünde oturdum. Bütün gece ağlamış uyumamıştı. En nihayet uyudu sanıp indim aşağıya bir kahve yaptım dirilmek için, bir lokma ekmek peynir yuttum ilk. Tam kahve fincanını ağzıma götürdüm ki Elif çığlık çığlığa… Sanırsın etinden et koparılıyor. Elimde yemeni koşuverdim yanına. Kucağıma aldım salladım, salladım salladım. Susmadı. Yemeni vardı elimde. Sonrasında bir an karanlık çöktü gözlerime. Daha fazla, daha hızlı salladım. Susmadı. Karanlık geçmedi gözlerimden. Yemeni ile kapadım ağzını yine salladım, salladım. Sustu… Uyudu sonra. Uyudu. Hep uyudu…”

Anlatırken içmeyi unuttuğu sigarası parmaklarının arasında son demindeydi. İzmariti aldım söndürdüm. Ne yapacağımı bilmez sofanın ortasında dikilirken yeniden başladı anlatmaya…

“Elif’in ardından Salim’de gitti. Bir can aldım ben kendi evladımın Azrail’i oldum. Kırk beş yıl yattım ama ya vicdan… Vicdanım benim hala suçlu olduğunu söylüyor. Kanunlar beni cezalandırdı cezam bitti. Belki Allah da affetti orasını bilemem. Ama ben benim içimde hala tutsağım efendim. Ben evlat katili bir caniyim efendim.”

Ne söyleyebilirdim ki Mücella Hanım’a… Uzanıp omzunu tuttum. Anladım demek istedim. Yapamadım. O sustu. Ben sustum. Kapıyı açtım. Kara kedi açık kapıdan dışarı çıktı. “Çıksın, gelir o geri ama aralık bırak kapıyı” dedi içeriden. Kapıyı aralarken tekrar seslendi. “Elif ile Salim…” dedi. Durdum bir ayağım ilk basamakta kaldı. “Martılar…” dedi. “ Biri Elif, diğeri Salim… O yüzden her sabah gelirler sağanak yağmurda bile…”

Ayşe Başak KABAN 2005–07–09



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın bireysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kaptan Memo

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Çırak

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Yerde Yatan Ölü Kadınlar [Deneme]
Aşk Duygusal Felç Halidir [Deneme]


ayşe başak kimdir?

Yazmak. . Beş duyu gibi. . . O eksikse, ben eksiğim. . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © ayşe başak , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.