640K bellek herkese yetmelidir. -Bill Gates, 1981 |
|
||||||||||
|
Gökyüzü, mavi atlas çarşafını yeryüzüne sermiş, gecenin hakkını vermeye çalışıyor. Etrafını aydınlatması için yeryüzünün üzerine ay ışığını çevirmiş, yıldızları da araya serpiştirmiş, çarşafın üzerine uzanmış, dinleniyor. Yıldızlar mavi çarşaf üzerinde rengârenk gülüşler oluşmasına sebep oluyor. Her bir gülüşteki kımıltılar gökyüzüne yansıyor. Gökyüzü sükûnetle yeryüzüne karşılık veriyor. Kapısının kilidi olmayan küçük oda içeride saklanacak bir şey olmadığının ispatı gibi. Odadaki yeşil renkli koltuk oldukça eski. Tam karşısındaki tahta sedir, koltuğa göre daha rahat. Üzerinde temiz örtüler özenle serilmiş. Tahta sedirin üzerindeki yastığın altında bir defter ve her gece yatmadan önce yazılan hayaller. “Sevgili Günlük… Yakında okullar kapanacak. Okumak, edebiyat öğretmeni olmak istiyorum. Bu sene hem çalışıp hem dershaneye gidebilirim. Üniversite sınavlarına bu şekilde hazırlanıp ilk hayalimi gerçekleştirebilirim…” diye başlayan ve her gece yazılan, birbirinin benzeri cümleler. Köşedeki sandık; üzerindeki yüklüğü taşıyor yük niyetine. Arada bir havalandırılan sandık, içinde sır saklar gibi geçmişin izlerini saklıyor. Duvara asılı kilim henüz yere serilmeye hazır değil. Onun yerine, yere serilen ve bütün odayı kaplayan kırmızı bir halı. Köşedeki küçük bir komedin boyundan çok işe yarıyor. İçinde odanın dağınıklığını toplayabilecek bir güç var. Ve üzerinde küçük bir radyo. Ben hayallerime özgürlüğümü iliştirmiş gibiyim. Bir kuşun kanadındaki oksijeni bile hissedebiliyorum. Yüreğim bir kelebeğin kanadındaki bütün renklere dokunan bir gezgin gibi. Gece kurduğum bütün hayallerim, gün boyu gözlerimi takip ediyor. Hafif esen yaz rüzgârı bana, deniz ve yosun kokusunu getiriyor. Salkım saçak hanımeli kokusunu eklemeyi ihmal etmeden. Her taraf bahar bahçe. Güneş bile benim için gölge bırakmadan doğup, batıyor. Sıradan insanlar sıradan bir yaşamı her gün evlerinin içinde kendileri şekillendirebiliyorlar. Bir yaşam ki, kendi çizgisinde dingin, sessiz ve sakin yaşanıyor. Ve bir yaşam ki bir anda baharın ortasında tek başına kalabiliyor. Çalınan bir kapı ve kapı ardında tanrı misafiri. Tanrı’ya hürmeten hemen içeri alıyorum. Tanıdık bildiğim, tanımadığım yüzler bir anda karşımda beliriveriyor. Önemsemiyorum. Hayallerim var peşinden gitmek istediğim düşlerimi süsleyen gamzeli bir sevgili. Öğretmen olup köydeki çocuklara bildiklerimi öğreteceğim. Zaman zaman saçlarını da tarayarak… Her gece yatmadan önce yarına ait düşlerimi sıralıyorum. Misafir bakışları üzerimde, fakat bu bakışlar ne kadar yoğun olursa olsun “bir süre sonra gideceklerdir elbet” diye düşünüyorum. Gitmiyorlar… Tanrı misafiri bir anda cebinden bir yüzük çıkarıp parmağıma takıveriyor. Yüzük eğreti. Elimi serbest bıraktığım an yere düşüveriyor. Tekrar alıp zorla parmağıma takıyorlar. Niye zorladıklarını anlamış değilim. Tuzağa düşmüş gibiyim. Yüzük parmağıma değil boğazıma geçirilmiş bir halka sanki. Kelimelerimden ziyade çıkarmak istediğim harflerin her biri bir darağacında asılı gibi. Toparlayamıyorum. Sol yanım değil ama içim acıyor anne diye feryat ediyorum duyan yok. Susuyorum çaresiz. Ben sustukça çocukça savurduğum balonlarım ağaç dallarına takılıp kalıyor. Gözlerimi istila eden gri bulutlara yenik düşmeyi bile umursamıyorum. Gökyüzü mavi rengini olduğu gibi denize yansıtmış. Masmavi denizin her hareketi beyaz köpükler oluşturuyor. Mavi deniz suyu, önce çekiliyor, gider gibi, denizi terk eder gibi çekiliyor. Biraz uzaklaşıyor, sonra gidişinin aksine hızla geri dönüyor. Gitmeye hazır değil, korkarak kendini kıyıya atıyor. Kuma sarılıp öylece kalıyor. Bu kalmaları gitmeleri ne zaman doğuracak kendiside henüz bilmiyor. Bütün gözler bakışlarını benden kaçırıyor. Arada bir, bir bakış yakaladığım zaman da başlar iki tarafa doğru dönüveriyor. Çaresizce çöküyorum olduğum yere. Gözlerim kapıya doğru yöneliyor. Belki… Peki, kim? Hiç kimse… O halde? Olsun yinede belki… Bitmek bilmeyen buhranlı gecelerde yaprağa tutunan çiğ tanesi gibiyim. Umutlarım gökyüzünde bir meleğin kanadında asılı. Semada gezinen bakışlarım bile ümitsiz. Doğru ve yanlışlarımı tek başıma ayakta tutmaya çalışıyorum. Sustukça ağzımdan göç eden kelimeler yüreğimde birikmeye başlıyor. Hüznümün asık yüzü yetmiyormuş gibi merhametsiz yüreklere de söz geçiremiyorum. Çaresizlik bir girdap gibi beni içine çekiyor. Ruhum kafeste, esir edilmiş. Tahtta oturanlar çığlıklarımın farkında değil.. Kalemimi bırakıp kasnak alıyorum elime ve kumaşa gözyaşlarımı işliyorum. Hayal yumağım attığım her ilmekte tükeniyor. Biten her motif beni de bitiriyor. Sönük bakışlarla biten hayallerimi birbirine ekliyorum.. Bir yandan giderken, bir yandan da halatla kıyıya bağlanmış tekne gibi uzaklaşmadan geri dönüyorum. Bahar mevsiminde yabancı bir şehrin yabancısıydım bende. Yalınkat sahte gülüşlere karşılık verecek gücüm dahi yok. Alacakaranlıkta göğe doğru kanat çırpan başıboş kuşlar tepemde uçuşuyor. Hepsi tırnaklarını yüreğime geçirmiş sanki. Bir gelin, üzerindeki eğreti gelinlikle ellerine bakıyor. Eğreti yüzüğü parmağından düşmesin diye dikkatli. Kına tutmamış ellerinde can, yüzünde tek bir ifade yok. Başı önde, ama bakışları çok ötelerde… Yabancı bir şehirde her şey bana yabancı. Bana ait hiçbir şey yok. Aradığım dalı tuttuğum an kıymıklar elime bayıyor. İçimdeki kanlı yaş o an dudaklarımdan sızıveriyor. Gözlerim tepkisiz artık. Ve kapıya yönelen bakışlarımı ümitsizce geri çeviriyorum. Küçük komedin üzerindeki radyodaki türküyü duyabiliyorum. Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım, Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama. Göklere Erişti Figânım Ahım, Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama. Başlanan yeni bir yaşamın anlamsız olduğu bir gerçekti. Ve bu anlamsız yaşamları sürdürmek gerekecekti. Elbet bir gecenin sonunda sabah olacak, güneş yeniden doğacaktı. Gölgeler bırakmadan beni takip edecekti yine. Isıtırcasına aydınlatırcasına. Gökyüzü gecenin gitme vakti geldiğini hatırlayınca etrafına baktı, Ayın kararsızlığına gülümsedi, yıldızın ışıltısına bir kez daha hayran hayran baktı. Ay da kararsızlığının sebebini biliyordu. Hüzün ve sevinç ayrılamayan iki parçalı bir bütün der gibi gecenin koynunda bir kez daha kararsızca döndü durdu. Ay hilal oldu, dolunay oldu gece boyunca soyundu, giyindi. Mum kokan bir gecenin sonunda sabah, gecenin kandillerini söndürdü. Elleri kına tutmayan bir gelin, kınasız elleri ile ıslak yastığının altındaki hayallerini çarşafına sarıp çöp kutusuna attı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Adsız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |