Kurguyla gerçek arasındaki ayrım, kurgunun mantıklı olmak zorunda olması. -Tom Clancy |
|
||||||||||
|
”Yalnız kalmak istiyorum. Sessiz, sedasız, patırtısız kafa dinlemek istiyorum. Sanki savaş meydanlarından çıkmış her yanı yaralar içinde yaralı bir şövalye gibi Sessiz, kavgasız yalnız kalmak istiyorum. Yalnız kalmak istiyorum. Çok yoruldum, yalnız kalmak istiyorum. Farkında olmadan çok mücadele vermişim hayatla. Yenildim galiba bıraktım kendimi ona, hayata, o nereye sürüklerse. Ben çektim küreklerimi geriye, Götürsün istediği yere. Yalnız kalmak istiyorum Aşklardan uzak, sevdalardan saklanırcasına, Yalnız kalmak istiyorum.” MUSTAFA NARİN. (Şadıman) Yalnız kalmak istiyorum der şair. Israrla, kelimenin üstüne basa basa “yalnız kalmak istiyorum” diyor. Yalnızlığın kendisine vermiş olduğu coşkuyu bile paylaşmayı istemeyecek kadar yalnızlığı tercih etmesi ve duyacağı huzuru ve hüznü bir arada yaşamaya başlaması, karamsarlığa atılan ilk adım olarak algılamak yerine, yalnızlığın insana öğrettiklerinin farkına varması yaşamını bir kat daha değerli kılacaktır elbet. Yalnızlığı nasıl yaşar insan? Kafa dinlemek için mi yalnız kalmak ister insan, yoksa kendini savaş meydanlarında ağır yenilgiyle uğramış bir şövalye gibi yenilmiş ama başı dik mağrur bakarak mı? Kavgasız kalmayı istemek korkudan değil yorgunluktan olsa gerek. Ve tek çıkış yolunun yalnız kalmak olmadığını bilerek, kendi kendine teslimiyettir yalnızlık. Hayatı ağaç arasına sıkışmış bir ümit gibi görüp ve payımıza düşeni çekiştirerek de olsa alabildiğimiz kadar almayı başarmış olmanın verdiği sevinç duyduğunuz yorgunluğa kesinlikle değecektir. Burada sır sadece fark edebilmekte. “Kazanıp kaybetmekte satranç oyunu gibiyiz” der Mevlana h.z Her zaman şahı bulup “mat” demenin imkânı yok. Elbet hayatı çekiştirirken kopukluklar olacaktır. Ama bu kopukluğu görüp vazgeçmek yerine tekrar denemek yorgunluğa bir mola olacaktır. Yaşamı biriktirmeli insan her ne şekilde zuhur ederse etsin insanın elinde biriktirdiği bir yaşamı olmalı. ............. ”Bir tren bile demirden yapılmış, Rayların üzerinde dosdoğru yol alırken Benim yol almaya çalıştığım hayatım sanki Sanki kasislerden oluşmuş engebeli bir arazi gibi… Çukurlardan kaçmam mücadelesi ile geçiyor zamanım. Bir türlü yol alamıyorum. Geleceğime, hedeflerime iç çekiyorum canım, Ne olacak sonum. Ve her iç çekişimde içkimden bir yudum kanıma karışıyor. Yalnız kalmak istiyorum… Dudağımı kanatıyor dişlerim. Ulaşamayacağım geçmişimin hıncını alırcasına içimi kanatıyor yazdıklarım İçimi kanatıyor duygularımı parçalarcasına. Sıkıldım be canım, artık bende sıkıldım kendi içimi kendime yazmaktan. Boşalsın heceler, boşalsın özgür kalsın içim… Tarif edemediğim aşkımı tarif etmek istiyorum artık. Hayat bırak artık beni senden çok şey istemedim ki. Beni bırak be hayat senden çok şey istemedim ki.” MUSTAFA NARİN (Şadıman) Gül mevsimi geçip gülşen harap olunca gül kokusunu nereden alalım? Elbette gül suyundan” der, Mevlana h.z. Gül mevsimi değil diye gül kokusundan mahrum olmak gerekmez elbet. Gül suyuna bakmak gerek. Yaşamın verdiği yorgunluğa bakıp hayıflanmak geçen yaşamı görmezden gelmemize sebep olacaktır sadece. Ve boşa dökülen gül suyu gibi boşa geçen zaman. Ve gül suyu döküldükçe ne kokusunu hissedeceğiz. Ne de boşa aktığının farkına varacağız, ta ki şişe bitinceye kadar. Hayata asıldığımız kürekleri geriye çekmek ve beklemek yorgun ve yalnız beklemek, sadece ziyan olan hayatın bir parçası olacaktır. Hayata doğru yol alırken çektiğimiz küreği sevmek gerek elbet. Ve sevgi… Yaşamı anlamalı kılan öğedir sevgi. Bu duygu olmadan yaşayamaz ki insan. Ondan uzak kalması mümkün olmayan bir olgudur sevgi. Nereye gizlenilirse gizlenilsin gelip buluverir insanı. Karanlık yerde saklanıversen bile karanlığı sevmeye başlarsın “seni sakladığı için” işte böyle bir şeydir sevgi. Ve aşk… Tam olarak ne anlama geldiği tarif edilememiş bırak be şair bırak aşk tarifsiz kalsın. “Biz umumiyetle aslanlarız”(1) bir aslan gibi güçlü, kendinden emin, yenilmez, her türlü düşmanla baş edebilecek bir aslan. Bulunduğu ortama hakim, lider, etrafında bulunanların kendini güven içinde hissettikleri bir aslan. Bir aslan gibi yaşamak, kendini bir aslana benzetmek, öyle görmek, müthiş bir duygu elbet. Ama… “Ama bayrak üzerinde resmedilmiş aslanlar. Onların zaman zaman hareketleri hamleleri rüzgârdandır”(2) İşte aslana “dur bakalım biraz, dur da kendine gel” diyen can alıcı nokta burası. Bu dizeler. Evet, dur bakalım! Yalnız değilsin, başıboş ve tek başına değilsin. Rüzgârın hamleleri var. Nasıl görüneceğine ancak rüzgâr müdahale edebilir. Kendini aslan gören bizler güç ne kadar bizde? Hayata doğru yol alırken elbet engebeler, kasisler olacaktır. Elbet yorgunluklar, bezginlikler, iç çekişler, yaşayacağız. Demir bile bükülüp ray olmayı becerebiliyorken bizim bu bezginliğimizi o soğuk tren raylarına anlatmayı başarmamız gerekecek, elbette savaşmak gerekecektir. Bir aslan gibi yaşamak için, bir aslan gibi onurlu ve bir aslan gibi gerektiği zaman kükreyerek yaşamayı öğreneceğiz. Aksi halde aslan olmanın ne anlamı olacak ki. Ya da kendini bir aslan gibi hissetmenin ne anlamı kalacak. İnsan olarak bizi diğer mahlûkatlardan ayıran özelliğimiz düşünme yeteneğimizdir. Her ne kadar çok bilinen bir söz gibi olsa da üzerinde yeterince tefekkür etmediğimiz inancındayım. Bizden farklı bir mahlûkat ele alalım. Misal: inek olsun bu mahlûk. Sade bir bakış açısı ile bakıldığında bütün gün ot yer, su içer ve yatar. Kendisine sorduğumuzu farz edelim. Sayın inek siz niye yaratıldınız ne işe yararsınız? Dili olsa, konuşabilse eminim ki şöyle diyecektir. Benim etimden faydalanırsınız, sütümden onlarca çeşit yiyecek elde edilir. Derim yaşamınızı kolaylaştıracak eşya olarak kullanılır. Ve bir çırpıda bizim bile aklımıza gelmeyen birçok şey sıralar. Sonra inek dönüp bize sorsa peki sen niye yaratıldın? Senin yaradılış gayen ne? Ne cevap veririz acaba. Sizi bilmem ama benim aklıma hiçbir şey gelmedi şu an. Bu sorudan yola çıkılarak tutunduğumuz dala biraz daha sıkıca sarılmak bir çıtırtı hissettiğimizde, kendimizi bırakmak yerine yapışırcasına tutunmaktır hayat. Gözüne kestirdiği avı için yaptığı ilk hamle gırtlağına dişini geçiren aslan gibi, hayatın ucundan tutmak yerine gırtlağına yapışıp hiç bırakmamak gerek. Ta ki bir av gibi pes edinceye kadar. Ve inatla istemek, eğer bu hayat bizim ise eğer yaşayan biz isek, eğer payımıza düşeni almayı başarabilmişsek inadına beklemek çok şey beklemek gerek. Alıp almama noktası tamamen tevekkül etmenize kalmış artık. Takdir onun… Bir gün “sen ne yaptın” sorusu ile karşı karşıya kaldığımız zaman “istedim, bıkmadan, usanmadan, hayat için, yaşam için bende payıma düşeni istedim” cevabını göğsümüzü gere gere vermeliyiz bir aslan gibi… Yaşamdan bir şey beklememek yerine inatla beklentileri gerçekleştirmek için gayret edip, ağaç arasındaki yaşama biraz daha asılmak gerekecektir Yalnız kalmak istiyorum der şair. Israrla, kelimenin üstüne basa basa “yalnız kalmak istiyorum” diyor. Yalnızlığını haykırırken bile istediği şey yalnız kalmamaktır. Aslında istediği tek şey yalnızlığını paylaşmaktır. Peki, yalnızlığı bile paylaşarak yaşamak, yalnız kalmak istememenin bir kanıtı değil mi diye bir soru aklıma geliyor. Siz ne dersiniz? Adsız Not:(1)ve (2) mesneviden alıntıdır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Adsız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |