..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yanlış sayısız şekillere girebilir, doğru ise yalnız bir türlü olabilir. -Rouesseau
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Nazmi Ünar




25 Mart 2001
Bir Hikaye Anlatayım Sana  
Nazmi Ünar
Güz geldi. Yine aynı sokaklardan geçiyorum. Hiçbir şey dünkü gibi değil, her şey yine değişmiş. Ağırlığını yaşıyorum, tanrıyı ispatlarcasına düşen yaprakların. Her saniye biraz daha kendime yaklaşıyorum.


:CEFB:
Güz geldi. Yine aynı sokaklardan geçiyorum. Hiçbir şey dünkü gibi değil, her şey yine değişmiş. Ağırlığını yaşıyorum, tanrıyı ispatlarcasına düşen yaprakların. Her saniye biraz daha kendime yaklaşıyorum. Belki de havalardandır, bilemiyorum ama bu aralar yaşadığım ikilemler beni daha da hassaslaştırıyor. Havalardan mı acaba? Sanki bu dönemde bir tek ben değil de bütün insanların hassalaşma dönemine girdiğini görüyorum.

- Özür dilerim bayan, bir şeyiniz yok ya!

Bu kalabalık içerisinde yürürken bir bayana çarpıyorsunuz. Bir anda ağlamaya başlıyor. Toplum hiçbir şey olmamış gibi yürürken veya davranırken, ben şaşkınlığımı gizleyemiyorum. İlginç.

- Gerçekten çok özür dilerim. İyisiniz değil mi?

İçimi garip bir suçluluk duygusu kaplıyor. Sanki o bayanın ağlama sebebi, benim. Ne yaptım ki ben. İçimdeki şaşkınlık yavaş yavaş, vicdanın sessiz ellerine doğru kayıyor. Bayan ona çarptığım için mi ağlıyor. Bu olmamalı. Olamaz . Çünkü normal değil. Yoksa, yaşadığı streslerin sonucu bir patlamamı bu. Yine ikilem yaşıyorum. Sıkıntı!

- Yardım edebileceğim bir şey var mı. Özür dilerim, gerçekten istemeyerek oldu. Ağlama sebebinizin ben olduğunu zannediyorum ve bu da benim gibi bir insanı çok üzüyor. Kötü bir şey yok değil mi bayan?

- Kardeşliklerini düşünüyorlardı, soğuk bedenlerinin tek bir vücut gibi uzandığı kara topraklarda.

- Efendim, anlayamadım.

- Her şey soğuk, artık çok soğuk.

Bayanın, sessiz kişiliğinden arınıp, konuşmaya başlaması beni mutlu etti. Bir o kadar da konuşmamasına alıştığım bir anda, o güzel sesiyle kulaklarımı doldurması beni şaşırttı. Fakat, düşünceleri beni düşündürüyor. Acaba başına ne geldi. Ona yardım etmekle bir hata mı yapıyorum. Ve isteyerek veya istemeyerek bunun içine doğru çekildiğimi hissediyorum. Yapılabilecek bir şey var mı. Sorular!

- Soğuk olan ne bayan. Üşüyor musunuz, havalardan mı?

- Soğuk olan ; bedenler. Burada ve orada. Fark etmez, her yer ve her şey soğuk.

Sanki kapalı bir kutu. Açılmak için gösterilen çaba, kapalı tutulmaya çalışan çabadan az. Bu nedenle bir kopukluk oluyor. O başka dünyada ben ise başka. Kopukluk!

- İsterseniz buradan gidip, bir kafede düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.

- Bir hikaye anlatayım sana, eğer vaktin varsa...




Bölüm 2
Burası benim gerçekten en sevdiğim yerlerden biridir. Gerek müzik olsun gerek gösterilen hizmet tek kelimeyle bir numara. Bayanın yürüyüşündeki ağırlık, yaşanmışlığın yansımaları gibi. Yaşadıklarından, ağırlaşmış, hafif kambur ve yavaş.

- Buyrun, bu masaya oturalım. Buranın en iç açıcı masası burasıdır. Hafif nemli yaprakları ve gri boyalı mavi denizi gören yegane yer.

- Teşekkür ederim delikanlı. Adınız neydi acaba?

İlk defa iletişime geçtiğimi hissediyorum. Bayanın sıcak ve olgun sesi, bana garip bir çocukluk ruhu veriyor. Kısa sevinçler!

- Adım Mesut. Sizinki nedir acaba?

- Beni adım da Hatice.

- Memnun oldum efendim.

- Ben de memnun oldum Mesut.

Artık bayanın anlatacağı hikaye için sabırsız bir durumda, ayaklarımı titrete titrete bekliyorum. Merak, dağdan yuvarlanmış bir kartopu gibi her an içimde daha da büyüyor. 20. yüzyılın sonlarında, bu tarz iletişimler ve tanışmalar pek gerçekleşmediği için, etkileşimler daha da yoğun oluyor, duyarlılığımın paralelliğinde. Duygusal sabırsızlık!

- İyi günler efendim, hoş geldiniz, ne içerdiniz?

- Hmm, ben bir soğuk kahve ve yanında brownie istiyorum. Çukulata soslu olsun lütfen.

- Siz ne istersiniz bayan?

- Bana da aynısından, lütfen.

Artık her şey hazırdı ve ben, belki de bencilce bir düşünce ama Hatice Hanımın hikayesini sonsuzlaştırmak isteğiyle yanıp tutuşuyorum. Kim bilir belki de yazacağım en güzel hikayelerden biri olur. Heyecan!

- Bana bir hikayeden bahsetmiştiniz Hatice Hanım. Sabırsızlıkla beklemekteyim.

- Pekala Mesut oğlum, anlatayım.Yıl 1998, yani bundan yaklaşık olarak 2 sene önce, ilk oğlum Hüseyin askere gidiyor. Ve şanssız bir kura sonucu ülkenin doğu sınırında görevlendiriliyor...

Sonunda hikaye başladı. Heyecandan soluk almaz bir hale geldiğimi görüyorum. Ve bütün gücümle, anlatılanlara konsantre olmaya çalışıyorum.



Bölüm 3

Güzel anam, buralar hasret kokuyor. Seni o kadar çok özledim ki bir bilsen. Acemilik dönemimi bitireli bir kaç gün oldu ve hemen görev yerimize gönderildik. Şu anda Diyarbakır'ın ilçesi olan Nusaybin'deyim. Ve bu mektubu da bulunduğum karakoldan yazmaktayım. Güzel evimizi, kardeşimi ve de seni göreceğim ilk anı sabırsızlıkla bekliyorum. Buralar için, şu sıralar söyleyecek pek bir şey bulamıyorum. Ama gördüğüm kadarıyla, şirin bir köy hayatı yaşıyor insanlar. Beni merak etmeni ve benim için endişelenmeni istemiyorum güzel anam. Ben burada çok iyi bir hayat yaşıyorum. Gerek köylüler olsun, gerekse komutanlar ve er arkadaşlarım, bana çok iyi davranıyorlar. Burada hepimiz kardeş gibiyiz. Bütün kudretimizle bu günleri atlatacağımıza inanıyoruz. Geri dönünce ilk işim seni o çok sevdiğin, Çamlıca' da ki çay bahçesine götüreceğim ve seninle uzun uzun konuşacağız. Bu sırada, canım kardeşime, onu çok sevdiğimi ve geldiğimizde eskisi gibi maçlara gideceğimizi söylemeyi de unutma. Güzel anam, şimdi nöbet vaktim geldi ve mektubuma ara vermek zorundayım. Seni ve kardeşimi çok çok sevdiğimi asla unutma. Vücudum burada olabilir ama tüm kalbim ve sevgim sizlerle...


Oğlun Hüseyin....


- Hüseyin, nöbet zamanın geldi. Erbaş gelmeden yerine geçsen iyi olur.

- Tamam Veysel, şimdi geliyorum.

- Oldu. Dikkatli ol, unutma dağa çıkan kurdu görür, gözünü dört aç.

- Peki...

Nöbete geçeli iki saati geçti. Her şey dün ve daha önceki günler gibi. Değişen hiçbir şey yok. Belki böylesi daha iyidir. Hiç karşılaşmadım diğerlerinin anlattıklarından, umarımda karşılaşmam. Bu akşam ne kadar da soğuk. Sanki ben de, bu soğukta sessizliğin nöbetini yapan bir görevli gibiyim. Ya sessizlik bozulursa. Ya anam ağlamaya başlarsa. İstemeden alınan kaderimin, diyetini ödüyorum sanki bu ıssız topraklara. Tek korkumdur, ben farkında bile olmadan sessiz ve derinden arkamdan ağlayanlar. Ölüm...

Günler yorucu, sessiz ve garip bir düşmanlıkla geçiyor. Yediğimiz yemekler, devlete ne kadar borcumuz olduğunu gösterircesine ağrıtıyor midemizi. Hiç arkadaşlarımın anlattıkları gibi değilmiş. Neyse ağlamanın vakti değil, belki bunları bulamayanlar da vardır. Günler sanki, daha yavaş geçercesine hafızama kazınmaya başladı. Geçen gün, gezici birlikten iki arkadaşımızı çatışmada kaybettik. Etrafımız ölüm bahçesi gibi, ölüm kokuyor buralar.

- Kim bilir belki yarın ki kurbanlar biz oluruz Veysel.

- Saçmalama oğlum, biz sapasağlam döneceğiz. Sen hiç merak etme...

- Merak etmiyorum, sadece yüzümde endişenin izlerini taşırcasına silahımı taşımak istemiyorum. Korkuya bu kadar yakın olmak, neden?

- Her şeyi nedenini sorarak mı yapıyorsun. Ödenmesi gereken bir bedel var ve biz de bunun bir parçasıyız. Ne yaparsan yap bunu değiştiremezsin.

- Umarım her şey bir solukta içilen soğuk bir limonata kadar çabuk geçer.

- Belki yarın , belki yarından da yakın.

- Belki de hiç...


İki ay sonra, herhangi bir gece...

Bunun verdiği gerginlikten uyuyamıyorum belki de. Yarın ilk defa çatışmaya gideceğiz. Ne olduğunu bilmeden yaşanılan süreler, artık kendini bilincin kollarına bırakmaya başladı. Evet, yarın ölüm kalım savaşı vereceğiz. İçim, karlar gibi eriyor her saniye. Ya heyecandan elim titrerse, ya da arkadaşlarımdan birini bir daha göremezsem. Nasıl yapacağımı bilemiyorum, bir türlü içimdeki korkuyu da yenemiyorum. Her şeyden öte, ben nasıl olurda bir insanın canına kıyarım. Parmağımın küçük bir hareketiyle, bir insanın yaşamına son vermek. Onu canlı canlı, saniye saniye izlemek. Yarasını, acıdan yoksunmuş gibi kaparcasına, kanını kesmeye çalışmasını izlemek. Belki de beni asıl etkileyen budur. Eğer böyle bir olay olursa, bunu özümseyebilmek ya da içime gömmek zorunda kalmayı, düşünmek bile beni huzursuz etmeye yetiyor. Saatlerdir gözlerim kapalı, ama bir türlü uyuyamıyorum. Bütün bu düşünceler, uykuma tecavüz ediyor. Buna dur diyemiyorum. Beynim, hapis olmuş bir kuş gibi. Beni kurtarın diye haykırıyor. Ama bir türlü içinden çıkamıyorum. Umarım yarın, düşünülen olmaz...


Bir gün sonra...


Çatışma yarım saattir devam ediyor. Bir saat pusuda beklemenin ardından, sonunda saldırı başladı. Sanki ömrümün yarısını burada geçiriyor gibiyim. Kurşunların gürültüsü kulağımı delercesine yankılanıyor. Bu ıssız toprakların bu kadar kanla beslenmesi beni deli ediyor.

- İyi dinleyin çocuklar, şimdi biz sol kanattan hareket edeceğiz. Bu sırada Hüseyin, Veysel ve Kadir bizi koruyacaksınız. Akıncılar, bizden önce sağ kanattan saldırıya geçecekler, daha sonra geriye çekilecekler. Onlar, akıncılara hücum ederken biz sol kanattan sızacağız. Siz de daha sonra ortadan gireceksiniz. Sığınağı ele geçireceğiz. dedi çavuş.

- Emredersiniz çavuşum.

Harekat başlamıştı. Bir türlü bitmek bilmeyen kurşunlar, korunağımız olan toprağa acımasızca düşüyordu.

- Hadi, hadi hareket edin, çabuk olun. Hüseyin, Veysel, Kadir, yerlerinize. Koşun koşun.

- Yerimizdeyiz komutanım. Beklemedeyiz.

Akıcınlar, biz yerimize gelmeden harekata başlamışlardı bile. Bir süre ilerledikten sonra geriye çekildiler. Karşı taraf, tuzağa düşmüştü Plan tıkır tıkır işliyordu. Daha sonra çavuş ve yanındakiler, soldan harekete geçtiler. Kurşunlar, yağmur olmuş yağıyordu üzerimize. Bilinçsizce, sürekli gördüğümüz her hareket eden nesneye ateş ediyorduk. Zaman, artık yoktu. Salise diyebileceğim zaman kavramı sadece kurşunlardan ibaretti. Tek düşüncemiz parmağımızın ucunun seri hareketiydi. Düşünülen gerçekleşiyordu ki, çavuşun yanındaki iki asker, Selami ve Ayhan bir anda yere düştü. Ne olduğunu anlayamadık. Parmaklarımız sanki kesilmişti. Ne ateş ediyor ne de onun için bir çaba harcıyorduk. Sanki beynim ve vücudum felç olmuştu. Şoku, çavuşun gür sesi bozuverdi.

- Çocuklar, haydi ileri. Seri olun. Hadi...

Bir anda önümüzde bizi koruyan toprak ayaklarımızın altına girmişti. Kurşunlardan kaçarmışçasına, deli gibi koşuyorduk. Oysa ki kurşunların ortasına doğru koşuyorduk. O sırada silahımdan çıkan bir kurşun, karşıda bir çığlık olarak duyuldu. Duruvermiştim. Ayaklarım bir anda boşaldı. Soğumuştum, vücudum beni daha fazla taşımayı reddetti. Herkes ilerliyordu. Köpek sürüleri gibi, avlanan kuşları yakalamaya gidiyordu. En son hatırladığımda, Veysel ve Kadir yanımdaydı.

- Ne oldu, Hüseyin, vuruldun mu, neden dizlerinin üstüne çöktün, iyi misin? Her şey bitti. Sığınağı ele geçirdik.

Konuşamıyordum. Sadece donuk bakışlarımla onları izleyebiliyordum.

- Komutanım, buraya gelin. Hüseyin, galiba bayıldı.

- Evet, evet bayılmış.



Bölüm 4



- İşte, Mesut Bey, aslında mektuplarda anlatılandan çok farklı bir hayat yaşıyormuş oğlum.

- Peki Hatice Hanım, size bir soru sormak istiyorum. Siz bunları nasıl öğrendiniz?

- Bana bunları oğlumun en yakın asker arkadaşı Veysel anlattı. Görülenle, görülmeyenin farkı yaşananlarda gizli.

Gittikçe içine çekildiğimi hissettiğim bu yaşam öyküsü, beni derinden etkilemeye başlamıştı. Acaba daha sonra neler olmuştu. Hiç susmaksızın anlatmasını ve merak eder bir halde Hatice Hanım'ın sözlerinin devamını bekliyorum.

- Velhasıl, bu olaylar ilerlerken, ben, oğlumun hasretini çekerken hiç düşünmediğim ve beklemediğim bir olay gerçekleşti. Küçük oğlum Kerem, bir trafik kazası geçirmişti ve hastaneye kaldırılmıştı. Durumu ciddiydi. Komaya girmişti ve tek yapılabilecek şey beklemekti. Kerem, bir hafta kadar komada yaşam mücadelesi verdikten sonra, sonunda yenik düştü. Hiç beklemediğim bir anda, beklemediğim bir yerden darbe almıştım. Üzülmenin ötesinde, sonsuzluğa gitmek, ölmek istedim. Biricik, günahsız oğlum bir kazanın kurbanı olmuştu. Ama güçlü olmam gerekiyordu, çünkü hep güçlü olmuştum. Diğer oğlum Hüseyin' i bu hayatta yalnız bırakamazdım.

Hatice Hanım'ın anlattıkları kanımı dondurmuştu. Evlat acısı, herhalde bir anne için yaşanabilecek en büyük acıdır. Bunları anlatmadan önce hiç eşinden bahsetmemesi, acaba o da mı vefat etti düşüncesini doğuruyordu içimde. Ama bunu soramadım. Hatice Hanım, sanki artık ben yokmuşum gibi anlatmaya devam ediyordu. Artık onun için ben herhangi bir nesneden farksızdım. Sadece içini döküyordu. Küçük küçük burnunu çekmeye başlaması, büyük bir ağlamanın habercisi gibiydi. Ama çok güçlü görünüyordu. Yaşamın verdiği acılar yüzündeki çizgilere yansıyordu. Mahzun bir şekilde sözlerine devam etti.




Bölüm 5


Hayatımın içerisinde böyle bir durumla karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Yaklaşık olarak bir buçuk sene geçti ve hala bitmek tükenmek bilmeyen kurşunlarla olan savaşım devam ediyor. Burada yaşadıklarımın, ruhsal yansımalarını içimde yavaş yavaş hissetmem, aslında kişisel bir çabayla ruhunu kurtarabilme yarışından farksız bir durum olmadığını gösteriyor. Bu halleri aslında çok farklı yerlerde de yaşayabilirdim. Ama yaşamımın süreci, bana bunun şimdi olduğunu haykırıyor. Onlarca çatışmada bir çok arkadaşımı kaybetmenin acısını yüreğime gömme çabası hiç de kolay değil. Aynı zamanda bir canı, cansız duruma getirmek yani öldürmek, onu ölümün sessiz kollarına isteksizce bırakmak ve bunların sonucunda acıyı vücudunda değil de ruhunda hissetmek. Bazen ölmemek için harcadığım çabayı, bazen ölmek için harcamak. Bir gün önce konuşabildiğin bir insanla, bir gün sonra konuşamama riskini alarak onunla iletişime geçmek. Bazen yediğin yemeğin tadını alamamak, aynı nezle bir insan gibi. Yavaş yavaş ilerleyen hastalığın tek çözümünün öldürmek ya da ölmek olduğunu bilircesine yaşamak. Öğrendiklerinin mi yoksa burada yaşarken mi gördüklerinin, gerçek hayat olduğunu ayırt edememek, ne kadar haykırsan da, isyan etsen de bazı şeyleri hiç öğrenememek...

Bazen böyle düşünceler içerisine giriyorum ve istemeden beni buralardan alıp götüren tek araç olduğu için düşüncelerime , iyi ya da kötü daha çok bağlanıyorum. Yarın, yine bir klasik olay gerçekleşecek. Evet, yine çatışma var. Ama bu seferkinin farkı, sınır dışında gerçekleşmesi. Çavuşun yaralı olması ve bir çok eski arkadaşımızın aramızdan ayrılması!! Görevi biraz zorlaştırıyor. Yarın bir kez daha ölüm kalım savaşı vereceğiz. Eskiden yaşadığım heyecan, yerini sabırsızlığa bıraktı.

- Yarın, sınır dışına çıkacağız, Hüseyin. Hayatımda ilk defa yurtdışına çıkacağım. İçimde garip bir heyecan var. Sen nasılsın, heyecanlı mısın?

- Yok be oğlum. Hadi artık yat sen. Ben de birazdan yatacağım. Işıkların bir süre yanık kalmasında umarım sorun yoktur, çünkü anama mektup yazacağım.

- Yine mi?

- Evet, her çatışma öncesi yazmak, sanki ona içimi döküyormuşçasına sevgi sözleri söylemem, beni o kadar çok rahatlatıyor ki anlatmam. Bak Veysel, seninle bir şey konuşmam gerek. Uzun zamandır aklımda, fakat bir türlü konuyu nasıl açacağımı bilemiyordum.

- Ee, nedir konu dostum?

- Veysel, konuyu uzatmayacağım. Eğer bana bir şey olursa,...

- Yani?

- Yani başıma bir şey gelirse, evime bir daha dönemezsem, anneme bakmanı istiyorum. En azından haftada bir kez filan görmeni. Bütün yükün kardeşime kalmasını istemiyorum. O daha okuyor. Senden ricam budur.

- Tabii ki dostum, bunu yaparım, eğer böyle bir şey olursa, ama eminim ki olmayacak. İkimizde sapasağlam döneceğiz ve bir gün çocuklarımızla oturup bu günleri konuştuğumuzda, çok güleceğiz kendimize.

- Söz ver bana Veysel.?

- İstediğin sözümse, sözüm söz dostum.

- Çok sağal Veysel, seni gerçekten çok seviyorum.

- Bende seni dostum, ben yatıyorum, yarın görüşürüz.

- İyi uykular Veysel.

- Sana da Hüseyin.


Canım anam, yine ben. Özlemim, senin bana gönderdiğin her mektupta daha da çok büyüyor. Artık, alnımın akıyla askerliğimi bitirip gelmek üzereyim. Kardeşimi ve seni göreceğim ilk an, işte o ilk an sanki yeniden doğacakmış gibi hissediyorum kendimi. Sanki yazdığım her mektup aynıymış gibi geliyor bana. Allahtan senin düşündüğün gibi değilmiş buralar. Çok sakin bir askerlik geçiriyorum. Bir de arkadaşlarının oğullarının anlattıklarıyla endişeleniyordun. Bak dediğim gibi hiç endişelenecek bir şey yok. Sadece günlerin geçmesini bekliyoruz. Hatta arkadaşlarla o kadar sıkılıyoruz ki bazen, benim gibi iskambil oynamayan bir adam bile oynuyor. Neyse bu sefer lafı fazla uzatmayacağım anneciğim. Seni ve kardeşimi çok ama çok seviyorum. Hasret bitiyor, yakında görüşmek üzere. Her şeyin olan ve seni dünyada en çok seven insan....



Oğlun Hüseyin



Bölüm 6


- İşte Mesut oğlum, yaşanılanlar sadece bu kadar. Bunları seninle paylaşmak istedim, sebebi ise belki de uzun zamandır kimseyle konuşamamamdır.

- Neden uzun zamandır kimseyle konuşmadınız ki Hatice Hanım, hem daha sonra ne oldu, bu kadar mı?

- Veysel' i iki buçuk aydır göremiyorum. Ne geliyor ne de arıyor. Acaba başına bir şey mi geldi, bunu da bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, hikaye bitti.

- Nasıl yani?

- Oğlum Hüseyin' den aldığım son mektuptu o. Ve bir daha hiç haber alamadım.

İnanamıyordum, bu olmamalıydı. Hüseyin ölmemeliydi. Hatice Hanım bunları yaşamamalıydı. Bu haksızlık. Bir canın yarattığı iki can da yok olmamalıydı. Donakaldım. Hiçbir şey yapamıyorum. Ne konuşuyor, ne ağlayabiliyor ne de yaşamın bu haksız adaletine isyan edebiliyordum. Sanki sandalyeme çakılmış gibiyim. Hareket etmek, yapılabilecek en güç istek şu anda. Başım dönüyor, hiçbir şey yapamamam, ne olursa olsun bu yaşanılanları değiştirememem, sancı veriyor kalbimin ta derinliklerine. Ya Hatice Hanım? O. Dayanılmazları duyumsayıp, içinde yok mu etti? Bilemiyorum, düşünemiyorum. Uyuştuğumu hissediyorum, beynim durdu sanki.

- Hüseyin bey, biraz önce giden bayan hesabı ödedi. Haberiniz olsun istedim. Hüseyin Bey!!!

- Efendim, he ne oldu?

- Bayan bütün hesabı ödedi. Onu söylemek istedim, yanlış bir zamanda mı geldim?

- Ne, nerede? Hatice Hanım nerede?

- Biraz önce gitti.

- İnanmıyorum.

Bütün kudretimi ayaklarıma verip, ayağa kalktım ve kapıya doğru koştum. Fakat Hatice Hanım, sanki yer yarıldı da içine girdi. Bir türlü bu kalabalıkta onu göremiyordum. Kafamı bir sağa bir sola çeviriyordum, bir taraftan da koşmaya çalışıyordum, haykırıyordum.


- Hatice Hanım, Hatice Hanım, Hatice Hanım. Hayııır...



Bölüm 7


Sabah olmuştu. Başka bir güne başlamıştım, yeni bir güne. Ama dün yaşadıklarım, kafamın içerisinden bir türlü çıkmıyordu. Sanki yine dünü yaşıyordum. Uykumdan kalktıktan sonra, tabii uyku denirse, başımda meydana gelen ağrı, beni uyarırcasına düne itiyordu. Bir türlü kafamdan atamadığım düşünceleri, biraz korku biraz çekingenlik ve biraz da bilinmezlik içerisinde yazmak için dün gittiğim kafeye doğru yol aldım. Sanki güz bitmişti, kış başlamıştı. Rüzgar biraz daha bilinçli esiyordu. On beş dakikalık yolu bir saatte kat ederek, kafeye geldim. Elimde kağıt kalem, yazabilmek için cesaretlenmeye çalışıyordum. Uzun bir süreden sonra yazmaya başlayamamanın etkisiyle, garip bir sinirden gazeteye atıldım. Ön sayfayı açtım. Genelde ilk, ön sayfadan başlarım okumaya. Gazeteyi açtığımda yaşadığım duygu karmaşası asla anlatılabilecek türden değil. Evet, hikaye bitmişti...


Türkiye gerçekten çok sevdiği bir değeri kaybetti. Hatice Konargül. Hatice Konargül'ü dün kaybettik. Türkiye' nin gelmiş geçmiş en değerli öğretmenlerinden biri olan Hatice Hanım dün, evinde ölü olarak bulundu.Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde şu ana kadar en fazla yılın öğretmeni seçilen Hatice Konargül' ün ölüm sebebi, intihar olarak gözükse de, polis geniş çaplı araştırma başlattı. Türkiye, bugün yasta...



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplumcu kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sedat Bey'in Acısı

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ayrılık Mektubu
Hiç Konuşmayacağım Bir Sevgili İstiyorum
Yüzleşme Bunalımı
Şehvet Düşkünü
Kemal'in Hikayesi
Seri İlanlar
Karmaşa Üzerine

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Ben kalbinle, günbatımında olacağım... [Şiir]
Seni Seviyorum [Şiir]
Umut [Şiir]
Birgün Yollarımız Ayrılırsa [Şiir]
Gittiğin Günden Beri [Şiir]
Sensin Benim İçimdeki Başak Tanesi [Şiir]
Geri Ver [Şiir]
Ne Fark Eder ki [Şiir]
Hiçbir Şey [Şiir]
Garip [Şiir]


Nazmi Ünar kimdir?

Yürümeliyim, düsünmeliyim yürürken de, sonra bir parça aglamaliyim, sonra uzanmaliyim daglara, hüzünlenmeliyim bazi zamanlar, içim kan aglarken de gülebilmeliyim, bikmadan usanmadan, elimi açip gökyüzüne haykirmaliyim, yagmur yagdiginda her adimimi atarken ruhumu sayiklamaliyim, yeni bir güne yeniden baslamaliyim, sevismeliyim, sonra bir sigara yakmaliyim, bir kus gibi uçmaliyim kanatlanip, bir araba gibi hiz yapmaliyim gerektiginde, bazen de istemeden uyuyakalmaliyim, ruhum rüyalarin derinliklerinde, sonra kalkmaliyim, bir bardak su içmeliyim, bir tatli söz söylemeliyim herkese, GÜNAYDIN, ben uyandim.

Etkilendiği Yazarlar:
?


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Nazmi Ünar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.