Ben bir öğretmen değil, bir uyandırıcıyım. -Robert Frost |
|
||||||||||
|
Yorgundu... Çantasından çıkardığı tek anahtarla kapıyı açtı. Ayakkabılarını çıkarıp attı nerede olduğunu bilmediği bir köşeye. Pencereleri haftalardır yanmayan sokak lambalarına bakan odaya girdi. Tek tük geçen arabaların farlarıyla cadde bir an ışıyor, sonra tekrar karanlığa gömülüyordu. Pencerenin önünden çekilip köşedeki eski berjer koltuğa bıraktı kendini. Eski şeyleri severdi. Günlerce aramıştı bu eski şeyi. Bulduğunda çocuklar gibi sevinmiş, eve getirdikten sonra saatlerce oturmuştu o koltukta. Şimdiyse oturduğu koltuğun hangisi olduğunun ayrımında bile değildi. Duvardaki noktalardan her hangi birine bakıp, hiçbir şey düşünmeden saatlerce oturmak istiyordu. Telefonun sadece bir an iğrenç gelen sesiyle sıyrıldı duvardaki noktadan. Açmamalıydı. Noktalar göz kırpmaya başlamışlardı bile. Açmayacaktı... Yalnız kalmak istemiyor muydu? Telefon ısrarla çalmayı sürdürüyordu. Ancak sesinin iğrenç geldiği o an artık çok uzaktı. Bir anlık bir kararla telefona atıldı, hızla kaldırdı ahizeyi, nedenini bilmediği bir heyecanla, sesinin titrediğini hayretle ayrımsayarak, - “Alo...” dedi. - “İyi akşamlar. Mustafa’yla görüşebilir miyim?” - “Burası Mustafa’nın evi değil. Yanlış numara.” - “Pardon. Yanlış çevirmiş olmalıyım. Rahatsız ettim. İyi akşamlar.” Ahizeyi yerine koydu. Yatak odasına girip, üzerindekileri çıkardı. Yatağı açtı. Soğuktu... Koskocaman, iki kişilik bir karyola... Soğuktu... Yattı... Soğuktu... II Yorgundu... Otobüs boştu neredeyse. Yağmur çiseliyordu. Mayıs’tı... Bahar gelmişti. Baharın gelişini bağırır gibi, bir açıp bir kapıyordu gökyüzü. Otobüsten indikten sonra, eve varıncaya kadar daha da çok yoruldu sanki. Her taraf buram buram toprak kokuyordu oysa. Ne de severdi toprak kokusunu... Saatlerce yürürdü yağmur altında. Saçlarından süzülen sular, ensesinde toplanırdı. Anahtarını çıkardı küçük yeşil çantasından, sonra da çamurlu ayakkabılarını. Eskiden hiç çamur olmazdı ayakkabıları. En azından o öyle sanırdı. Kanepeye attı kendini. Noktalar hala orada, dün gece bıraktığı yerde duruyordu. Sanki daha da çoktular ve neden daha da siyahtılar önceki geceden?.. Sanki daha da yorgundu ve neden daha da güçsüzdü bir önceki geceden. Telefon da çalmadı. Kalktı... Soyundu... Yatağa girdi. Hala soğuktu yatak... Her gün bir önceki günden soluk, her gün bir önceki günden gri ve her gün bir önceki günden farksızdı. Ve yine soğuktu yatak... Noktalarsa artık her yerdeydiler... III Yorgundu... Apartmana girdi, ışığı yakmadan merdivenleri tırmandı. Kapının kilidini, alışkanlığının getirdiği seri devinimlerle açtı. Ayakkabılarını, parmaklarının ucuyla çıkarıp, ayakkabılarının bir önceki gece bıraktığı çamur izinin üzerine bıraktı. Telefonun yanına çömeldi. Montu hala sırtındaydı. Yeni gelmiş değil de, gitmek üzereydi sanki... Ahizeyi aldı, rastgele bastı tuşlara... - “ Alo....” - “....................” - “Alo... Alo.........” - “.........................” - “Alo... Cevap versene allahın belası...” Ne söyleyebilirdi ki kim olduğunu bile bilmediği bir sese, kendine bile cevap veremiyorken?... - “Cevap versene... Alooo....” - “.......................” - “Sapık!...” Ahizeyi yerine koydu. Dudaklarını gerdi yanağına doğru. Gülümsemeye çabaladı, beceremedi... Gözleri doldu. Noktaları çoktan unutmuştu. Yatağa uzandı, örtüyü bile açmadan. Uzandı soğuğun ortasına. Zaman gece yarısını aşmıştı. Kim bilir kaç zaman kımıldamadan oturmuştu telefonun başında. Telefon çalsın istemişti. Sadece istemişti. Lanet olası yatak hala soğuktu... IV Yorgundu... Kapıyı açtı. Ayakkabılarını çıkardı. Yüzyıllardır aynı şeyleri yapmış ve yapıyor olmanın bezginliği vardı gözlerinde ve ellerinde. Yaşam baş döndürücü bir hızla akıyordu çevresinde. Sanki yapacak hiçbir şey kalmamıştı. V Yorgundu... Kapıyı açtı. Ayakkabılarını bile çıkarmadan, odasına yöneldi. Çekmeceden çıkardığı bir kağıda kocaman harflerle; “YORULDUM... ÇOK YORGUNUM YAZDI...” yazdı. Kütüphanede duran ve eline nereden geçtiğini hatırlayamadığı küçük yeşil kum saatini çantasına attı. Kapıyı dahi çekmeden kaçarcasına çıktı evden... VI Yorulmuştu... Yorulmuştum... Yorulmuştuk... YORMUŞLARDI............................................................................................................................................................... mayıshazirandoksansekiz
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Zafer AKKAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |