Bütün sanatlarda insanı şaşırtan bir yan vardır. -Alain |
|
||||||||||
|
"Gelecek günlerde iki torunumla Parklarda Gezmek isterim Onların ellerinde balonlar Benim elimde onların elleri ’Tanrım sana şükürler olsun’ diyerek O mutluluğu Yaşamak isterim" İşte iki yıl önce yazdığım "El Ele Gezmek İsterim" adlı şiirin son bölümünde duygularımı böyle aktarmıştım. O zamanlar bir yaşına gelmeyen Yiğitalp’le daha doğmamış Duru, şimdi koşuşturuyorlar. Ellerinden tutup parklarda gezdiriyorum da geri eve döndürmek bir sorun oluyor onları. Bu zamanda fotoğraf pek çok. Yüzlerce fotoğraf benim bilgisayarımda yüklü. Bizim çocukluğumuz nerede, şimdikilerin çocukluğu nerede! Benim ilk çektirdiğim fotoğraf, ilkokul diplomamdaki, köy okulunun duvar dibinde çekilmiş fotoğraf. Sonra aile olarak iki ya da üç fotoğrafımız var. O da yakın köylü, İlicekli Debrah’ın çektikleri. O adam da olmasa kimsenin o yıllara ait aile fotoğrafı da olmayacakmış. Ben de dedim ki kendi kendime, "Tamam, torunların doğumdan itibaren fotoğrafları çok; ama bir yazıyla onların bebeklik hallerini anlatayım da ileride keyifle okusunlar, "İyi ki bizi anlatmışsın dedeciğim." desinler. Duru...Duru...Duru..bir içim su. Adı gibi dusduru. Yaramazlıkları yavaş yavaş ortaya çıksa da sessiz sakin bir bebek. İki yaşına yaklaştığı bu günlerde en büyük yaramazlığı hep dışarıya çıkmak isteyişi. Eh büyüyor, bebeklikten, meleklikten çıkıyor ya artık. Annesi, babası ya da biz laf arsında "Geç oldu, artık gitsek..." dediğimizde bir şeylerle oynasa bile nasıl anlıyor bilmem hemen badi badi vestiyere doğru gidiyor, gocuğunu, ayakkabılarını kucaklıyor. Telaşla bir şeyler söyleyerek bir de kendince onları giymeye çalışıyor. Annesinin işi olduğu günlerde bize getiriyorum onu. Daha ben varmadan, önceden "Deden gelecek!" sözünü duyduğu için hemen neşeyle, heyecanla kapıya yaklaşıyor, annesinin giysilerini giydirmesini bekliyormuş. Başka zaman giydirilirken yaygarayı koparıyor; ama birilerinin onu dışarı götüreceğini hissedince hiç ses yok. Kapıyı tıklattığımda içeride adeta uçuyor sevinçten. Kapı açılınca hemen kucağıma geliyor. Şimdi benden yana çıkarı var ya! "Durucuk, dedeye bir öpücük!" diyorum. Hemen yanağını uzatıyor. Aynı lafı içerde otururken söylersem yüzüme bile bakmıyor. Bilmiş bilmiş gülümseyip kaçıyor. Neşeli olduğu zamanlarda, "Duru! Kulağımı tut!" diyorum, hemen iki eliyle iki kulağıma yapışıyor. Bugünlerde pek de iyi anlaşıyoruz. Uykuyu çok seven babasını, tatil günlerinde de sabah erkenden uyandırıyormuş. Ben de çocuklara her gidişimde, "Duru, bak unutma, babanı sabah altıda uyandır!" diyorum. O yine de insaflı davranıyormuş. Yirmi dört saat uyu desen uyuyacak olan babasını sekizden sonra uyandırıyormuş. Ben, neredeyse kırk yıldır sabah saat beş altı arası kalkarım. Damat da bunu bildiği için başlıyor hemen, "N’olacak, dedeye çekmiş, ha uykuculukta bana çekseydin kızım!" diyor. Konuşmaya tek tük sözcüklerle başlayacak herhalde. Birkaç gün önce "Duru, yanıma gel!" dediğimde hızlı hızlı" Gemem (gelmem)! " dedi. Konuşmaya başlama süresinde yanımızda olmayacak. Ancak bilgisayarda görüntülü konuşacağız onunla.Babasının görevi gereği yakında gidecek Duru’muz. Onun duruluğuna, uysallığına, boynunu kısıp kollarını sallayıp yürüyüşüne dayanabilecek miyiz bilmem. Duru, duru akan sular gibiyken bir de yaramazımız var: Yiğitalp. Daha bugün bir alışveriş merkezine gittik iki torunla. Orada bunlara yiyecek bir şeyler alayım derken bir de baktık Yiğitalp yok. "Amannn, Yiğitalp yok!" dedi hanım. Hemen salonun çıkışına baktım, masaların arasından doğru çocukların oyun yerine gidiyor. Biraz önce çıktık oradan; ama Yiğitalp bu, oyuna doyar mı? Konuşmayı da iyice ilerletti artık. Yanında yanlış şeyler söylemeye hiç gelmiyor. Üç yaşına bir ayı kaldı. Yazın babaannesi baktı, kışın da anneannesi bakıyor. Hafta içinde bazı günler onu gezdirmek için alıyorum. Tam bir araba hastası. Bizim, babasının, öbür dedesinin araba markalarını biliyor. Yolda giderken benim arabadan görürse "Numan dede, bak senin ayaban!" ya da "Mustuk (Mustafa) dedemin ayabası!" diye bağırıyor. İlle de öne oturacak. "Polis amcalar ceza yazar." diyerek ya da "Optima’ya (Optimum’a Yiğitalp öyle diyor.) götürmüyorum seni!" diyerek çocuk koltuğuna oturtabiliyorum. Evde epeyce oyuncak arabası var. Çoğu zaman onlarla oynar. Hanım da Yiğitalp’in hareketliliği biraz artmışsa, yaramazlığa başlamışsa "Haydi Yiğitalp, dedenle saklambaç oyna!" diyor. Bunu duyar da durur mu? Oynamaya başlıyoruz. Önce ben saklanıyorum. Biraz arayıp da bulunca basıyor narayı. Sıra kendisine gelince saklanmış oluyor. Kafa, gövde meydanda. Yalnız elleriyle yüzünü kapatıyor, "Yiğitalp nerdesiiin?" demeye kalmadan "Buydayım!" diye bağırıyor. Son günlerde bu saklambacı Duru da öğrendi. Trafik ışıklarına gelirken eğer kırmızı yanıyorsa bir bağırtı: "Dede duur! Kıymızı yanıyor!". "Aferim Yiğitalp’e!" diyorum. Buna da epey şişiniyor. Elbette yeşili beklemek de ve haber vermek de onun görevi. Halasının kızını Duru’yu çok seviyor. İlk karşılaşmalarda sarılmalar, öpmeler tamam.Ya oyuncaklarına el atarsa Duru! Ya da farkında olmadan onu iterse o zaman Yiğitalp’e göz kulak olmak gerekiyor. Kendisi Duru’nun tüm oyuncakları ile oynuyor. O varken Duru’nun kendi oyuncakları ile oynaması bile zor. Geçenlerde babaannesi "Benim sarı kuzum!" diye severken "Ben sarı değilim siyakım (siyah)." dedi.Geçen yıl ben dişlerimi yaptırırken soruyordu telefonda, hani konuşmayı da şimdiki kadar bilmiyor ya! "Dede, dişlerin bapıyo?". Yanında olumsuz söz söylemeye ya da davranışa gelmiyor, olduğu gibi kapıyor. Onlar artık yaşlılık dönemine adım attığımız şu yıllarda bizim hayat sularımız. Bebekken kokuları, sonra yürüyüşleri, sonra da konuşmaları. Kolay söylendiği için ilk söyledikleri sözcük de "Dede!" olursa değmeyin keyfimize. Dileğim odur ki anneleriyle babalarıyla sağlık içinde, mutlu yaşasınlar. Montaıgne’in bir denemesindeki şair Lucretus’un şu dizeleri ne kadar anlamlıdır: "İnsanlar, yaşatarak yaşar birbirini/ Ve hayat meşalesini, birbirine devreder koşucular gibi..." "Torun, yeni bir hayatmış /Tomurcukmuş bir ağaçta yeni patlayan/ ’Dede’ dediğinde/ Kondurduğunda yanağınıza bir öpücük/ Dersiniz ki: / Bu hayatın da tadı başkaymış" ................................................................................................................. 24 Mart 2011 Numan Kurt
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Numan Kurt, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |