Sevgi sabırlı ve yürektendir, sevgi kıskanç ve övüngen değildir. -İncil |
|
||||||||||
|
Kış mevsimi girince en büyük korkum grip olmaktır. Grip deyip geçmeyiniz. Belki de hastalığın ağababasıdır o. Hiç bir şey göze görünmez; ama bir grip oldunuz mu vay başınıza gelenler! Önce AİDS ile meşgul oldu Dünya. Sonra kenelerin yol açtığı Kanamalı Kongo Ateşi korkuttu bizi. Ve ardı kesilmeyen çeşitli grip hastalıkları, Kuş Gribi, Domuz Gribi, derken şimdi de Keçi Gribi... Adından da anlaşılacağı gibi en inatçısı da bu gripti. Virüs vücuda girdi mi aylardır çıkmak nedir bilmiyordu. Bu inatçı öksürük illeti beni de yakaladı. Birkaç günde geçer dedim. İki hafta oldu geçmedi. Üç hafta oldu yok. Dördüncü haftanın sonunda doktorun yolunu tuttum. Derdimi anlattım. “Öksürük geçmiyor” dedim. “Bana güçlü bir öksürük şurubu ver” dedim. Muayene etti. Bana “Sizin derdiniz öksürük değil. Hemen acil olarak bir kardiyoloğa görünün. Sizin kalbinizde sorun var. Her an bir kalp krizi geçirebilirsiniz” dedi. Başımdan soğuk sular mı, kaynar sular mı döküldü ben de anlayamadım. Tam bir şok geçirdim. Alelacele Devlet Hastanesine gittim. Genç bir kardiyolog. Olanları anlattım. Hemen beni hastaneye aldı. O andan itibaren kendimi hasta yatağında buldum. Oysa kendimi doktora gidene kadar çok iyi hissediyordum. Şu an ise tamamen yıkılmış bir hasta psikolojisi içindeydim. Hemşireler etrafımda melekler gibi dönüyordu. İlgileri çok hoştu. Hele içlerinde biri vardı, “Elyeli” olduğunu söylüyordu. Güleç yüzlü, ufak tefek, sarışın, tatlı bir bayandı. O, her geldiğinde benim de yüzüm gülüyordu. Karşısındakine umut veriyor, güven veriyordu. Hastalığınızı unutuyordunuz. Unutamadığım şey ise, gecenin bir yarısında bir heyula gibi ben uyurken yanıma gelip, “Arkanı dön, iğne yapacağım ve kolundan kan alacağım” diyen esmer, azgın bakışlı, hiç gülmeyen, o sert sesli hemşire idi. Onu asla unutmayacağım. Nasıl unuturum? Vurduğu iğne ile canımı yakmış, aldığı kan ile de kanımı vampir gibi emmişti adeta. İki gün boyunca kolumu delik deşik etmişti. Tahliller, testler, iğneler, kan almalar, kaldığım sürece aralıksız sürdü. Doktor, çok iyi niyetli idi. İşinin ehli idi. Moral veriyordu. “Hiç merak etmeyin. Sizi eskisinden sağlam göndereceğiz. Önce teşhisi doğru koyup, hastalıktan emin olalım. Gerekirse Anjiyo yapar, kesin teşhisi koyarız. Sonrası kolay...” diyordu. Ben, anjiyodan falan değil de en çok o hemşire gelir de iğne yapar diye korkuyordum. Çünkü her iğne benim için tarif edilemez bir acıydı. Yapılan testler sonunda korkulacak, acil bir durum olmadığını söyledi doktor. İkinci gün taburcu etti. İleriki günler için Echo ve Efor testi randevusu verdi. Her ikisi de temiz çıktı. Doktor “Beklediğimden çok daha iyisiniz. Korkulacak hiç bir şeyiniz yok. Sadece kilonuza dikkat ediniz. Fazla kilolusunuz. Bir diyetisyene gidin. Bir de Kulak burun Boğazcıya görünün. İç kulakta bir sorununuz olabilir.” dedi. Doğruydu teşhisi. Daha iki ay önce kulak doktoruna görünmüştüm. İç kulakta sorun olduğunu söylemişti. Haplar, ilaçlar vermişti. Hala almaya devam ediyorum. Diyetisyene de gitmiştim. Öyle bir liste vermişti ki bana, beni bilenler bu listeyi görse gülmekten kırılıp geçerler. Çünkü her şey gram gramdı. Ölçülüydü. Bir dilim ekmek, bir kibrit kutusunun yarısı kadar peynir, 4 kaşık çorba, 1 bardak yağsız süt vs... Oysa bir oturuşta 4 kişinin yediği yemeği tek başıma yiyordum. Bir tüm ekmek, bana mısın demiyordu. Tabii hamur ve tatlı işlerinden de çok zevk alıyordum. Böreklere, çöreklere kesinlikle hayır diyemiyordum. Vesselam bana göre değildi diyet yapmak. Versem de iki ay sonra verdiğimin iki katını geri alıyordum. Neticede, Sayın Doktor “Hiç bir şeyin yok” dedi ya, kaldığım yerden devam edeyim dedim. Hastaneden çıkar çıkmaz soluğu bir lokantada aldım. Önce bir kelle paça ile işe başladım. Sonra bir tüm tavuk, Yanında salata, cacık, kola ve arkasından da 4 tane lahmacun. Baklavayı da unutmadım. Yemeği bir bardak demli çay ile tamamladım. Kendime daha yeni gelmiştim. Mutluydum. Kuşlar gibi havada uçuyordum sanki. Öyle ki kanımı emen hemşireyi dahi unutmuştum. Yine de ona bir teşekkür borçluyum. Çünkü o da görevini en iyi şekilde yerine getiriyordu. Yemekleri yiyince güçlenmiştim sanki. Öyle ki kıtlıktan çıkmış gibiydim. İşte özgürlük buydu. Var mı özgür olmak gibisi? Var mı sağlıklı olmak gibisi?... “Can boğazdan gelir” demiş atalar. Ama siz benim yaptığımı yapmayın. Unutmayın önce sağlık. Önce sağlık...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |