Bir deliyle aramda tek bir ayrým var. Ben deli deðilim. -Salvador Dali |
|
||||||||||
|
"Çaðlar ötesinden gülümser/Sýðmaz sarýða düþünceden taþkýn alný/Yaþamýn gizine kök salmýþtýr/Ap ak sakalý/Hakansa hakan, beyse bey/Vermiþ en okkalý yanýtlarý/Yýkmýþ/Ýncecik bir alayla/Yoksul sömürüsüyle/Zengini doymazlýða götüren duvarý/Bakmayýn bu asma kilidin aðýr duruþuna/Hocanýn kucaðý çaðlardýr açýk bize." Elimdeki kitap Nasrettin Hoca anýsýna derlenmiþti; Biryandan farklý þair ve yazarlarýmýzýn þiirlerini okurken, bir yandan geçmiþe doðru yukarýda alýntýladýðým dizelerle yol almýþtým..Þu Temmuz sýcaklarýnda sisli körfeze dalarken gözlerim, anýlarýmý havalandýrdým bir bir... Gülücük” adlý þiiriyle Erdoðan Karabýyýk bir yaþam öyküsü sunar gibi çaðlýyor gönül topraklarýmýza. Memuriyet anýlarý olmaz mý insanýn? Olur tabi ki… Çoðu insan çalýþýrken “sus pus” sabýr tespihi çeker. Nedeni, ekmeði önünden alýnacak kaygýsýdýr. Öyle ya padiþah gibidir o döner koltukta oturan kiþi, yok yok Osmanlý dönemindeki kadý gibidir. Bir sakalýný sývadý mý, yargýlar baþýndaki sarýðýn gücüyle insaný. Hatta; “Atýverin 100 falaka…Sonra da kapayýverin de dursun, 40 gün de gün ýþýðý görmesin… Bir tayýn ve bir bardak su verin, sonrasý Allah kerim, tayini vaciptir kuzeye” diyerekten verir kararýný kadý. Kadýlarýn, Osmanlý döneminde þeriat mahkemelerinin baþýnda yer aldýðýný ayný zamanda görev yeri ve çevresindeki düzenle ilgili yönetim ve denetim yetkileri sahip; Bu günde de olduðu gibi her türlü davadan sorumlu evlenme, boþanma, nafaka, miras, vs gibi davalara baktýðýný, mahkemelerin baþkanlarý ve yargýçlarý olduðunu hepimiz az çok biliriz. Seksenli yýllarda benim de tayinim çýkmýþtý. Nedeninin açýlýmýný yaparsam bu satýrlarý okuyanlarýn sinir katsayýsýnýn artacaðýna eminim. Ben yine de kýsaca yazmak istiyorum. Sayýn Evren öncesi ve Evren sonrasý ülkem insanýnýn ruhsal kimyasý da bozulmuþtu. O yýllarda her devlet dairesinin makam koltuðuna bir emekli subay mutlak yerleþmiþti. Benim de çalýþtýðým iþyerine bir Albay gelmiþ, döner koltuða oturmuþ, ama benim haberim yoktu. Yine bir sabah mesaiye baþladýðýmda henüz masama oturmamýþtým ki, çat kapý açýlýverdi. Gördüðüm sadece 43-45 numaralý bir erkek ayakkabýsýnýn tabanýydý. Ýster istemez dudaklarýmdan “hayvan!” sözleri çýkmýþtý. Çok þaþýrmýþtým! Kapalý kapý çalýnýr deðil mi? Özellikle de o kapý ardýnda bir saðlýk bölümü varsa… Odaya giren olmamýþtý, ama ben bu kaba davranýþa neden olan kiþiyi tanýmak için hýzla kapýya yöneldim. Koridorda küçük bir kalabalýk ve en önde yeni tayin olmuþ albay, ardýnda ona yað çeken her devrin adamý müdür yardýmcýmýzý gördüm. Öfkeyle haykýrdým: “Ayý olsa þu kapýyý çalmadan önce bir kükrerdi yahu! Bu ne kabalýk!” Sözlerim anýnda tesir etti. Makama davet edildim. Dik duruþumu korudum. “Asla onurumdan taviz vermem!” dedim. Ve durumum,”amire hakaret ve itaatsizlikten,” faxla Ankara’ya ferman edilmiþ, ardýndan jet hýzýyla Süleymaniye Kütüphanesi’ne sürgün edilmiþtim. Ardýndan da Topkapý Sarayýna… Ekmeðimden olmadým, ama yolumdan oldum. Her gün tam üç vasýta deðiþtiriyordum. Bu arada, aylýk giderlerimiz de artmýþtý. Tabi, Ýstanbul trafiði ve yorgunluk da cabasýydý. Tek tesellim ise “ya doðuya sürgün edilseydim, beterin beteri vardýr,” idi. Seksenli yýllarýnýn kadýsý yine insaflý davranmýþtý. Süleymaniye Kütüphanesinde ve Topkapý Sarayýnda çalýþtýðým yýllar hayatýmýn en anlamlý yýllarýydý. Okuma aþkým beni bu iki devlet dairesinde hiç yalnýz býrakmadý. Tarihin içinde yaþýyor gibiydim. Kimleri, hangi yazarlarý tanýmadým ki? Araþtýrma ve tez konularý için ter döken akademisyenleri mi, ünlü yazarlarýmýzdan A.Baki Gölpýnarlý, Aziz Nesin, Necati Cumalý, Cengiz Köse, Türkan Saylan, Ýbrahim Þumnu, vs., konuk olmuþtum onlarýn gönül sayfalarýnda. Ebru sanatýný, çini ve sedef sanatýný gözlerim ýþýyarak tanýþýrken, Mollalarýn yazdýðý kitaplarý tercüme eden yazarlarýmýzýn sohbetleriyle günler hýzla geçiyordu. Aný penceremi araladýðýmda ak saçlarýyla tonton gülüþüyle rahmetli A.Baki Gölpýnarlý ile söyleþim gözlerimin önüne geldi. Ona haksýz yere tek taraflý yargýlanýþým ve jet hýzýyla ertesi gün çýkan tayinimi anlattýðýmda, “Sen Ýstanbul Kadýsý Hýzýr Bey ve Fatih Sultan davasýný bilir misin kýzým?” diye sorduðunda çok utanmýþtým. Yaþýnýn 70’in üzerinde olduðunu söyleyen bu kýsa boylu, ak saçlý, tonton adama karþý yüzüm kýzararak, “bilmiyorum efendim,” diye yanýt vermiþtim. O ise belki de heyecanýmý fark edip konuyu farklý bir alana çekmeye çalýþmýþtý: Bir eliyle elimden tutmuþ, diðer elinin iþaret parmaðý ile oda kapýsýný iþaret edip, “þu kapýlar neden alçaktýr hiç düþündün mü, kýzým?” diye ikinci sorusunu sormuþtu. Ýki ay öncesi göreve baþladýðým Süleymaniye Kütüphanesinin her kapý eþiðinden adým atmadan önce birkaç saniye durur ve baþýmý belime kadar eðer içeri girerdim. Zira neden küçük yapýlmýþ, odalar neden 5-6 metre yüksektir sorularýna yanýt alamadýðým bu küçük kapý giriþleri; Küçük kýrmýzý ateþ tuðlalarýyla örülmüþ kapý çerçevesine, önceleri sýk sýk kafamý vuruyordum. Bir “ah” çektiðimde çalýþma arkadaþlarým bu acemi halime gülerlerdi. Þimdiyse bu merakýmý giderecek bir soru sorulmuþtu. Kim bilir ne bilgiler dökülecekti beyinden beyine, bir kum saati gibi… Sordum: -“Neden küçük kapý giriþleri yapýlmýþ hocam?” -“Ýçerideki kiþiye saygýyý bedenen göstermek için.” -“Saygý mý?” -“Evet saygý!” -“Ama efendim, kapýnýn küçüklüðü ile saygýnýn ilgisini çözemedim!” Verdiðim yanýta gülümsemiþti : -“Osmanlý kýlýk ve kýyafetleri gözünün önüne getirdiðinde en belirgin olaný onlarýn sarýklarýdýr deðil mi?” -“Evet, beyaz veya siyah soba borusu gibi…” Birlikte gülüþtük: -“Benzetmen hoþuma gitti kýzým. Ýþte o sarýkla insan eðildiðini düþün.” -“Hýmm, anladý mm…Padiþaha veya içeride bulunan kiþiye baþ eðme…” -“Evet kýzým baþ eðme…Sende baþ eðmezsen iþte böyle sürgünler yaþarsýn!” O gün yeni bir þey öðrenmenin mutluluðu ile eve varmýþtým. Uyku tutmamýþtý gözümü. Çünkü hazinelerin en güzeli olan bilgilerle doluydu belleðim. Düþünmeliydim, günü elemeliydim uyku öncesi. 80 öncesi ve 80 sonrasý milattan önce ve sonrasý gibiydi. Ve Ýsmail Karaahmetoðlu’nun 1996 basýmý “Güldüþün Güneþi” adlý þiir derleme kitabýnda okumuþ olduðum dizeler aklýmdan süzülmeye baþlamýþtý: Fazýl Hüsnü Daðlarca’nýn “Sarýk” adlý þiiri ne güzel anlatýyordu günümüzdeki sen ben çatýþmalarýný. Sanki dizelerindeki gibiydi yaþadýðým o an: “Neye yarar sarýk? Gözümüz kulaðýmýz üþümesin diyedir. Kiþi gülmesin diyedir. Püskül iyi sallansýn diyedir. Boyumuz onca uzasýn diyedir. Karþýlýk verdi bizimki: Sararken, Baþýmýz dönmeye yarar. Sardýktan sonra, Baþýmýzý döndürmeye…” ** Evet, o sarýk kimlerin baþýný döndürmedi, kimleri acýtmadý ki? Hala da acýtmaya devam ediyor. Yazýmýn ikinci bölümünde kaleme aldýðým Ýstanbul Kadýsý Hýzýr Bey ve Osmanlý Padiþahý Fatih Sultanla ilgili A.Baki Gölpýnarlý yazarýmýzla gerçekleþtirdiðimiz söyleþime devam edeceðim. Sevgiyle Emine PÝÞÝREN 11.07.2012
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Emine Piþiren, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |