"“Kitap okuyanlar dünyayı gezer, yazmayanlar ise kayboldur haritada.” – Franz Kafka"

Kızların Alevden Yalnızlığı 12

yazı resim

Hava kararmıştı.
Kulübe önündeki sohbetleri çok uzun sürmüştü. Hep Haydar konuşmuş, yöreden, diktiği ağaçlardan, onlara nasıl baktığından söz etmişti.
Hasan, ilişki ilerledikçe ve derinlik kazandıkça bu sert ve acımasız görünen adamın başka boyutlarını büyük bir şaşkınlıkla keşfediyordu ve onun kesinlikle ürkütücü ve tehlikeli bir yanı olduğunu güçlü biçimde hissediyordu, ensesinden ne kadar güçlü kavrayıp kendine çekmişti, anlaşılan oyunu onun kurallarına göre oynamak şarttı ve dua edecekti içinden yanlış bir iş gelmesin diye başına, adinin tekine hiç benzemiyordu; ama belki de öyle bir yönü vardı, çok uyanık olmaya karar verdi, ama buna gerek yoktu, paranoyak olmaya hiç gerek yoktu, güvenilir birine benziyordu, yalnızca onu kıracak ve hayal kırıklığına uğratmamak için elinden geleni yapmalıydı. Bu yarma onu adam akıllı dövse sebepsiz yere hem de; karşı koyacak kapasitesi var mıydı, tavşan gibi kaçardı kaçabilirse, bu dağın zirvesine gelmek çok zaman almıştı ve aşağı yaya inmek çok zor olacaktı, artık başına ne gelecekse katlanacaktı, bir dost bulduğu için seviniyordu, sert adamda bir espri vardı. Büyük bir espri ve bunu ustalıkla saklıyor, bunu hiç beklenmedik anlarda ortaya çıkarıyordu, gülümsemesi güzeldi. Evet, yalnızlığı bir miktar da olsa yok sayılmasa da sohbet edebileceği biri olması paha biçilemezdi. Ona bir şeyler anlatan birinin olması, parlak bakışlı bir çift göz, dostça bakan, onun iyiliği için çırpınan biri cidden lazımdı ona ve bu adam onu bir işçi, köle ya da kanı emilecek bir inek gibi görmüyordu,
bu iri adamda yakınlık edebileceği bir pusula, adamca, erkekçe ve yiğitçe bir şey, bir ışık hissetmişti. O güzel bakışlar. O yeşil gözler güven veriyordu, babacan bir enerji vermişti ona. Sahtekar ve sefilin tekiyse tabi ki basar giderdi nasılsa, gülle gibi bir tokat indirip ama.
İri adam gidiyordu.
Hasan, endişeyle dedi ki: “Abi, hiçbir şey demeden gidiyorsun, burada tek başıma kalacağım, başıma bir şey gelirse, ne bileyim ayı olur buralarda kesin, kurt, saldırırsa ne yaparım?”
“Korkakları hiç sevmem demiştim, ne mi yaparsın savaşırsın. Aklın varsa kullanırsın korkudan donup kalmazsan. Bebek bakıcısı değilim. Neyin ne olduğunu kendi kendine öğren. Aklın zekan var bence, kendi kendine öğrenirsin.”
Haydar, kamyonete binecekti dönüp omuzunun üstünden baktı.
“Başının çaresine bak bir şekilde. Ben sonra uğrarım.” Göğe baktı, “yıldızlara bak karın kaslarım kadar güzel. Sanırım burada kendini bulursun, buralar öyle güzeldir ki insanı kendine getirir. Tadını çıkar. Buranın gecesi başka güzel gündüzü başka güzeldir, özetle burası huzurlu geceleri yarağım kadar güzeldir.”
Hasan korktu ve düşüncelere daldı.
“Neyin var Hasan, aklından ne geçti?”
“Aklıma bir şey geldi de; arkadaşlarımdan biri camiden ayakkabı çalmıştı. İmam onu üstüne
‘Haydar’ adı kazınmış sopayla kovalamış, sonunda yakalamış üç tane geçirmiş, ayakları kırılıyordu nerdeyse çocuğun. Yanlış kişiye vurdu tabi. Ayakkabı çalan çoktan kaçmıştı. Ama o onla geziyor diye ona dayak atmıştı.”
“Haydar adını yanlış yere kazımış o herif, ona karın kaslarımı göstermek isterdim.”
Haydar, sarı kamyonete atladı ve kamyonet karanlıkta gözden kayboldu.
“Hıı” dedi içinden, “delice laflar ediyor, şakaları benzersiz.” Yabanı, şu ilah gibi atmosferi penisiyle özdeşleştirmesi cidden delilikti. İğrençti. Güldü. Yıldızlardan söz edip karın kaslarım kadar güzeller demesi de sefilceydi, “geri zekalı ahmak herif” dedi içinden, güldü, “kafası güzel herhalde, ben anlayamadım, bir şey mi içti, bir madde mi kullanıyor?” Güldü, “en azından sıkıcı değil. Bu çok iyi. Ona ‘evlat’ diye hitap etmesi bir başka güzeldi.
Burası çok serindi ve kısa bir süre sonra çok üşümüştü, sanki kış ayıydı, yüksel kesinlerin serin olduğu aklına geldi. Haydar gittiğinden beri aynı yerde dikiliyordu ağaç gibi ve birkaç kez arkasını dönüp harap ahşap kulübeye bakmış; ama içeri girmek içinden gelmemişti. Ve giderek daha çok üşüyordu, ateş yakmaya karar verdi, evin içinde kırık masa ve tahtalar dikkatini çekmişti. Çakmak aleviyle içeriden yakabileceği türden tahtaları alıp çıktı. Her nedense sanki kulübe hayaletler ya da kötü bir ruh tarafından ele geçirilmiş gibi hissediyor, ev ondan olumlu hiçbir şey uyandırmıyordu, huzursuzdu orada. Neden böyle hissettiğini bilmiyordu. Şehirde yıkık ve berbat boş evlerde kalmıştı, ilk girdiklerinde korkmuş, sonra alışmıştı, bu korkunun böyle bir kordu olduğuna karar verdi.
Çürük, eski kısalı uzunlu tahtaları ayağıyla yerde kırıp parçaladı ve onları tutuşturdu, ateşin alevi giderek büyüdü ve sıcaklığı üzerini kapladı, bağdaş kurup oturmuştu ve sıcaklayınca ateşten uzaklaştı. Ateş çok iyi hissettirmişti, ateşe vahşi hayvanlar yaklaşmaz diye bilirdi. Korkuyla sağına soluna bakındı. Kendini güvende hissediyordu, simsiyahtı her yer, ateşin olduğu bölge aydınlıktı ama gökte yıldızlar parlıyordu. Gecenin sesini dinledi, çıt yoktu, uzakta bir gece kuşunun yanık çığlığını duydu, çığlık birkaç kez yer değiştirdi, kuş ağaçtan ağaca konuyor olmalıydı, bu denli sessiz, sakin bir atmosferde ilk kez bulunuyordu ve kalp atışlarını duyuyordu, güp güp gül. Ateş
yanan ahşabın çıkardığı çıtırtılarla bir öz tutturmuştu, alevlerin ıslıkları ninni gibiydi. Yumuşacık ve çok tatlı hissediyordu uykuya dalacak gibi. Alevler alevlere sarılıyor, kimi boyun eğip küçülüyor, öteki büyüyüp azgınlaşıyordu. Yakından bir böcek sesi duydu. Buna sevindi, dost saydı onu. Burasını sevmişti, işler yolunda giderse (ki gitmeyeceği kesindir) burada kalırdı, en azından kolay pes etmeyecekti, sabredecekti, sonuna kadar sabredecekti, baktı olmuyor basıp giderdi kimseyi kırmadan, ( belki de kavga ederek) pişman olmazdı, gözü arkada kalmazdı, ilk kez çok fazla sabredecekti; çünkü bu ıssız yerden ve harap kulübeden, tek başına olmaktan mutluydu, kimse onu burada rahatsız edemezdi, eh tabi Haydar ruh hastasının teki çıkarsa epey zorlanacağı kesindi. İlk kez epey çaba sarf edecekti; gerçek bir mücadele, bir ölüm kalım savaşı sergileyecekti; çünkü geriye baktığında; “ya ne kadar aptalmışım, zayıfmışım, kafasızmışım” diye düşünmemeliydi, şu an geçmişine baktığında kendini çok azimsiz, yetersiz, tembel, ahmak ve dayanıksız görüyordu, düşünceler uçuşuyordu beyninde, orda öyle yapmamalıydı, “öyle dememeliydim, evet, orada o haklıydı, evet, o zaman kendimi haklı sanırdım.”
Şimdi buradaki hayatı mühimdi ve geçmişte yaptığı hataları yapmamaya karar verdi, evet, artık sağlam ilerlemeliydi, hata yapmamalıydı, yaşadığı tecrübelerden ders almalıydı. Eskisi gibi vurdumduymaz sitilde ilerleyemezdi. Kendi üstünde, tepkilerinde değişiklikler yapmalıydı.
Haydar’ın ona sunduğu fırsatı çok iyi değerlendirecekti. Çok düzgün biçimde hareket edecekti, pişman olacağı hiçbiri şey yapmayacaktı, böylece bu yeri geride bıraktığında kendini suçlu, eksik ya da aptal gibi hissetmeyecekti.
Her kırsal yerde birçok güzel kız vardır, tenleri vücutları güneş görmemiştir, acaba onlarla temas kurabilecek mi, kim bilir belki burada bir şans elde ederdi, köylü kızın biriyle aşk yaşamak! Kendisini yıllardan beri alevli bir yalnızlık içinde yanarken hisseden dengi bir kızla tanışmak, ailesinin ve yörenin anlamadığı ve takmadığı o yalnız tatlı kızla bir an önce tanışmak istiyordu. Düşüncesi bile muazzam güzeldi! Güldü. Basit ve saf dünyalarında şehirden gelen Hasan gibi birine kalplerinde yer vardı herhalde, aşk ya da dost olarak.
Korkunç bir üşümeyle uyandı, donuyordu sanki, esinti vardı, ateş sönmüştü, birkaç köz külün altında kalmıştı. Burada duramazdı, kulübeye ilerledi, karanlıkta eski yatağa uzandı, garip, eski bir koku ilişti burnuna, gözlerini kapadı ve bebek gibi uyumaya başladı.

Yorumlar

Başa Dön