"Edebiyat, hayatın dürüstçe itiraf edilmiş yalanıdır." – Oscar Wilde (muhtemelen viskisini yudumlarken)"

Kızların Alevden Yalnızlığı 15, Herkesin bir yarası

yazı resim

Hasan, haşlanmış patatesleri ağır ağır yiyordu, minnettarlıkla Haydar’a baktı, o sıra farkında değildi, gülümsüyordu, haydar başını ona çevirince hemen başını elindeki patatese çevirdi.
“Neden sırıttın?”
“Hiç” dedi yüreğiyle ona bakarken yakalandığı için utanmıştı.
Patates haşlamasını böyle sevmezdi; ama salata olarak bayılırdı, kim sevemez patates salatasını? Kaldığı mahallede ya da tanınır olduğu mahallelerde onu tanıyan yaşlı ya da bir sürü genç kadın vardı, çoğu Hasan’ı zihinsel engelli diye bilirdi, yarım akıllı. Bu iyi yürekli kadınlar ara ara birbirlerine ziyarete gider, oturup toplu olarak kutsal kitaptan bölümler okurlar, kan ter içinde kalırlar, sanki güreş yapmış gibi terlerlerdi, genç ve dinamik vaizin konuşması onları büyülerdi, bir kısmı yaşlı kadınlardan oluşurdu topluluğun. Özellikle belli aylarda devam ederdi bu hararetli toplantılar.
Ya da bir kadın gurubu diğerine misafirliğe gider. Çay içip pasta çörek yiyerek hasret giderip mutlu olurlardı, büyük kahkahalarla gülüp kendilerinden geçerlerdi. Bara gitmezler, meyhaneye gitmezler, gece kulübüne gitmezler, hiçbir yere gitmezler. Geçim telaşında ve dertleriyle boğuşurlar çünkü. Ve onlar güvenip sevdikleri Hasan’ı fark ederlerse ona plastik tabakla mutlaka bir şey verirlerdi, pastalar börekler…artık ne varsa yapılan. Hasan yer diye mutlaka dolapta bir tabak ona ayrılırdı. Onların yaptığı patates salatası çok lezzetli olurdu. Ve arada bazısı çay yollardı Hasan’a plastik bardakla. Ve o çay çok kıymetli olurdu. Tuzlu pastanın ya da pidenin yanında çay çok iyi giderdi, ayran da yollarlardı ama çay daha iyi giderdi. Çay sevgisi öyle zamanlarda çiçek açardı damarlarında
“Abi çay yok mu?” diye sordu kankaya sorar gibi samimiyetle.
Haydar, suratını ekşitti ve soğukkanlı biçimde cevapladı: “Bakarız; acele et vaktin doluyor.”
Haydar, ona zevzeğe bakar gibi baktı.
“Seni salak herif” diye düşündü, “hiç iş yapmadın çay soruyorsun. Çaycın mıyım?! Bu baş belasının tekiyse bu akşama kesin pes ettireceğim bunu.”
Hasan, verilen cevaptaki kalpsizliği hissetmişti. İnsanları çarçabuk sevip bağrına basan biri değildi; ama ilk kez bu adama karşı çok yürekli ve yufka yürekli hareket etmesi onu korkuttu.
O cevap onu üzmüştü. Dile getirecekti; tartışma çıkmasın diye susması iyiydi.
Üç patatesin birini saklamaya karar verdi, “az sonra gelirim. Tuvalet molası.”
Kulübeye doğru fırladı. Kulübe ona çok korkunç göründü. Tamir edilirse işe tarar olabilirdi. İçeri kendi evine girer gibi girdi. Ufak bir pencere vardı. Bir kısmı kırılmıştı, yarısı pervazda duran pencere siyahlaşmıştı tozdan. Oradan dışarısını izledi, bir şiirsellik vardı o daracık alana sığan ağaçlarda, gökyüzünde. Bir özgürlük duygusu vardı bunda. Külüstür ahşap sandalyeye oturdu. Pencereden dışarıyı seyre doyum olmuyordu, şöyle dedi kendine, “ilk gün ve bu sersem herif büyük ihtimal beni deneme testine sahip tutacak, pes etmezsem beni elinde tutacak. Dişimi sıkıp sabırla çalışacağım. Anneme küfür etse bile ses etmeyeceğim.” Biraz yamulmuş ve paslanmış tenekeyi ters çevirdi, sehpası oldu böylece, burada yemek yiyebilirim. Manzarayı seyrederek. Ayağa kalktı, raflara yöneldi, ahşap raf yeşile boyalıydı, çürümüştü bir kısmı. Duvara yaslıydı. Siyah poşeti rafa çakılı çiviye astı. Oradan sıçan fare alamazdı herhalde. Poşetteki patatesin kokusu burnuna çarptı. Ne olur ne olmaz diye bu patatesi saklamaya karar vermişti.
Eski, güzel günlerden bazıları gözünün önünden geçer gibiydi. Patates salatasını yemişti o köpeğini verdiği genç kadın, kısır ve çay getirmişti ona, katmer, gözleme, yazın başında. Çimene oturup yemişti. Termus çay doluydu, çayın mükemmel tadı, harabe bir evin girişindeydi, evin avlusu ağaçlarla doluydu, ağaçta ötüşen kuşlar vardı. Ne tatlıydı, engin bir zevk almıştı, iyi bir kadın onu düşünüp ansızın yiyecek içecek getirmişti saklama kaplarında, çok aç olduğu zamandı, kara kara “bir yerden yiyecek bulmam lazım” diye düşünürken, üşeniyordu, yorgundu, sıcağın geçmesini bekliyordu, gecesi iyi geçmemişti, adamın biri ondan çakmak istemişti, yok demişti, adam inanmamıştı, sigara içiyorsun vardır yalan atma demişti, gerçekten yoktu, adam onu dövmeye kalkışınca kaçmıştı, epey koşmuştu, yorulunca mahalle gençlerine anneme küfür etti
diye yalan atmıştı, gençler fırıldak gibi koşuyordu, Hasan yakayı zor kurtarmıştı.
Hasan, kulübenin yarım penceresinden sonsuzluğa bakarken başka manzaralar geliyordu gözünün önüne. Bir keresinde otobüsteydi, otobüs şehrin dış mahallerine ilerliyordu, hava soğuktu ve hasan otobüsten inmek istemiyordu, nereye gideceği belirsizdi, son durağa kadar giderdi artık, bir genç kız görmüştü, kız inecekti ve o an inmeye karar verdi, kızın peşinden indi otobüsten, kız tepelere doğru ilerliyordu bozuk yollardan geçerek, yağmur başladı bu sırada, arada belli bir mesafe bırakmış av köpeği gibi
kızı izliyordu, kızla konuşmayı düşünüyordu, ne diyecekti, bir rüya parlamıştı içinde, kızın oturduğu yeri öğrenecekti, kız hoş görünmüştü yüzüne, delice bir şey yaptığını düşünüyordu; ama takibi bırakmıyordu, kızın yakınları fark ederse çok sağlam dayak yerdi, kafaya koymuştu, kızın oturduğu evi öğrenecekti, genç kız köyün girişince iki katlı bahçeli bir eve saptı. Hasan sonra buraya gelmeye karar verdi, evi uzaktan seyrediyordu, evin pencerelerine dikti gözlerini, sigara içiyordu, ıslanıyordu; ama umurunda değildi, sigara bitene kadar kaldı, çok üşümüştü, ıslanmıştı ve geri dönüş için başka yola saptı, çamurluydu burası ama yakında bir kahvehane olmalıydı, orada soba olur, ısınırdı, iki çay parası vardı. Aptal olduğunu düşündü. Kıza yetişip bir şeyler diyebilirdi; ama o cesareti bulamamıştı, kendine kızdı, kıza yaklaşıp; ‘sana bir şey diyebilir miyim’ diyecekti. Kız da; ‘söyle bakalım’ diyecekti. (Tabi sert bir kız ise; ‘yürü git lan işine!’ Diye parlayabilirdi.)
Hasan da; ‘çok güzelsin’ diyecekti ve oradan uzaklaşacaktı, ‘hayatta yolun açık olsun.’ Otobüste otururken psikolojisi çok bozuktu ve ne yapacağını bilemez haldeydi, evsiz yaşamaktan bıkmıştı, içinden ağlamıştı. O kız onda bir heyecan uyandırmıştı bitik anında. Desteksiz ve yalnız başına yaşamaktan ve her güne öyle uyanmaktan çok bıkmıştı ve o kız kafasını toparlamasına yardımcı olmuş, Desteksiz ve yalnız başına yaşamaktan ve her güne öyle uyanmaktan iflas bayrağını çekmişti
ve o kız kafasını toparlamasına yardımcı olmuş, enkaz halinden çıkıp yeniden dönmüştü hayata. Yalnızlığın aleviyle yanıyor oluşundandı o takip. Hayatta en can sıkan şey yalnızlıktır.
Okuyan bir kıza benzemiyordu, herhalde şimdi evlenmiştir.

Hasan kamyonete atladı. Haydar ağzında sigara vardı, direksiyonu tutuyordu. Direksiyonu tek eliyle tutup açık camdan sigarasının külünü attı. Dönüp baktı hasana. İşte ilk günün. Nasıl hisler içindesin genç adam?
“Nasıl bir çakallık peşindesin bilemem ama bakışlarından belli ediyorsun her şeyi.” Diye düşündü hasan, o bakışa bakışını yaslayarak.
Şöyle dedi Hasan: “İş yapmak insanı kendine getirir ve psikolojisini düzeltir. Ama bozabilir de. Yıpratıcı iş insanı enkaza çevirir. Sanayi sitesinde ağır iş yapmaktan kaçan birçok insan turistik bölgelerde garson olarak çok iyi para kazanmaya yöneldi, dostlarım var. Ağır iş yapmıyorlar ve güzel para alıyorlar.
Haydar güldü: “Göreceğiz. Ama azimli olduğunu söylemiştin.”
“Kesinlikle öyleyim. İş yapıyorsan yediğin ekmeğin hakkını vereceksin.
İnsanlar genelde bir mesleği olsun diyorlar, evlatları için. Meslek öğrenmek mühim deyip dururlar. Mesele mesleği öğrenmek değil; o mesleği yaparsa para kazanabilecek mi, hakkını alabilecek mi? Alamayacak. O yüzden gençler meslek öğrenmek istemez. İş ağır bir de para kazandırmayan mesleği ne yapsınlar. Üç kağıtçı iş verenler olduğu sürece sanayi sitelerinde bir tane aklı başında genç çalışmaz. Ülkenin çoğu asgari ücretle çalışırsa sonuç bu. Asgari ücretle de geçinilmediğini o zalim iş verenler gayet iyi biliyor.
Haydar güldü: “Ekonomist gibi konuştun ya da sendikacı gibi.”
Haydar, aracı bir ormanın içine sürdü, sonra ormanda açık bir noktaya geldi. Kamyonetten indi. Kazık çakılı alanın içini kazma kürekle kazıyacaksın. Bir metre kadar.
“Ne için kazıyacağım?”
“Sen kazı. Gerisini boş ver. Kamyonetten al aletleri. Ben gelemezsem bu yoldan aşağı inersen kulübenin yolunu bulursun.”
Kamyonete bindi ve gitti.
“Ya nasıl bulurum, bir sürü yerden dönük durduk, dikkat de kesilmedim” diyecekti. “Aptal olduğumu düşünür” diye susmuştu.
Hemen işe başladı. Bir saat geçmişti ve kan ter içindeydi. Toprak çok sertti. Taşlıydı üstelik.

Yorumlar

Başa Dön