"Yazarlık, kelimelerle savaşmaktır; en iyi anlarımızda bile, çoğu zaman silahlarımız mızraktır." – Virginia Woolf"

Kızların Alevden Yalnızlığı 9

yazı resim

Haydar, kamyoneti delice sürmeye başladı, yoldan çıkıp tarlaya sürecek gibi manevralar yapıyordu, bir sağa bir sola, ani fren, hızını arttırmıştı.
“Abi ne yapıyorsun, yavaşla lütfen, dolu arkası! Boş yere gebermeyelim.”
Haydar güldü: “Kamyonet şu an uçurumdan aşağı yuvarlanacak, kapıyı da açamıyorsun diyelim. Kafamdan geçen son düşünceler ne olur.”
“Bilmem” dedi, bu bir fırsattı ve onu güldürmeye karar verdi: “Altıma yapmayayım da.”
Haydar güldü.
Hasan ise çaktırmadan kapı açma kolunu ittirip açmayı deniyordu.
“Öyle açılmaz. Bırak. Atlayayım dersen kafan gözün patlar. Sakin ol. Korkma. Bir şey olmayacak.”
Yavaşlayıp hızlanıyor, lastikleri yakıyordu, toz duman oluyordu yol.
Haydar oyuna son verdi: “Ne tepki vereceğini merak ettim. Korkaklarla işim olmaz. Eğer korkak olsaydın atlardın. Kol bozuk, çok bastırmak gerekecekti. En zor ve tehlikeli durumlarda verdiğin tepki mühimdir. Gerçek karakterin bu anlarda ortaya çıkar. Pisliğin biri misin nesin? Maskelerin ardındaki kişi kim? Bana isyan edip küfür edebilirdin. Hak ederdim. Ama etmedin. İsyan edeni hiç sevmem.”
Haydar, sesini kesti, mahzunlaştı, yola daldı, düşüncelere. Huzur veren sakinlik vardı, sadece aracın ritmik motor sesi. Hasan, rahat etmişti. Umarım iyi biri çıkardı, deliye benzemiyor ama delice şeyler yapıyordu. Belli ki çok uyanık biriydi. Çok dikkatli olmalıydı, bu ilginç adamı sitiliyle sevmişti. İlk kez böyle biriyle tanışmıştı. Sarsıcıydı. Orijinal bir karakteri vardı. Hiç beklenmedik şeyler yapan adam serüven gibi biriydi. Ve Hasan böyle şaşırtıcı şeyleri severdi. Bu adam diğerleri gibi geçim sıkıntısından, pahalılıktan, siyasetten ya da spordan dem vurabilirdi. Yollarda yapılan bildik sıradan muhabbetlere girmiyordu, zehir gibi bir düşünce kapasitesi ve yaşam tecrübesi olduğunu sezmişti Hasan. Ondan bilmediği şeyleri öğrenip geliştirebilirdi kendini. Bir şeyleri sayıklayan, zırvalayan, birilerini kötüleyen, kişisel gelişimi donup kalmış biri değildi. Parlaktı ve her an kendini gözleriyle, bakışlarıyla, ses tonuyla hissettiriyordu. Çok parlak bir güneş gibi. Enerjikti. Çok güçlü, ışıldayan çelik ya da sihirli bir şeyden, bir mabetten güç alıyordu sanki. O moral ve yaşama azmi, gücü nereden geliyordu? Fırsat verirse öğrenecekti hepsini.
Kamyonet ıssız yollarda döne döne ilerledi kimi zaman yoğun ağaçların tünel oluşturduğu yollardan. Ve araç bir toprak yola girdi.
Kamyonetten indiler, Haydar sigara yaktı ve çevreyi izlemeye başladı.
Burası tarlalarla doluydu, yolun bir kısmında dizi dizi tek katlı birkaç ev vardı, evlerin çevresi dikenli tel ve tahta çitlerle kaplıydı, evler ağaçlarla çevrelenmişti. Ortaklıkta bahçede otlayan ineklerden başka bir canlı yoktu. Yolun diğer tarafı tarlalarla doluydu, ve toprak yol uzayıp gidiyordu düzlükte. Burada her şey çok yalın ve basitti. Hasan ağarçların ardında bir yapı gördü, giri saçla kaplı, birikettle örülü yapı ahır olmalıydı. Orada dönüp duran bir güvercin gördü, bu güvercin taklacı olmalıydı, Hasan bir ara taklacı güvercin bakmıştı, benzersiz, mükkemel bir hisle doldu kalbi. O tarafa gidip güvercinleri görmek, sahibiyle tanışmak için can attı.Çocukluğunda gördüğü ve uyandığın da kaya gibi güzel hissettiği anlara gitmişti. En saf ve en temiz zamanlarında kayboldu ruhu.
Haydar ise ağır ağır ilerlemişti bahçenin yol tarafına bakan tahta çit kapısına. Dönüp baktı hasana.
“Hasan” diye seslendi. Hasan duymadı.
“Hasan bak hele ya!”
Hasan, fırlayıp geldi korkarak.
“Aracı çekeceğim buraya. Çimento torbalarını şuraya güzelce diz. Sakın birini patlatma. Patlatırım seni”
“Abi ya torbada sıkıntı varsa üretim kaynaklı ve elimde patlarsa?”
Haydar gülümsedi; “şakasına söyledim, bir torba için sıkıntı yapar mıyım canım?” Yalnız, bu çocuğu tutmuştu Haydar, kafası iyi çalışıyor ve verdiği cevaplarla şaşırtıyor ve onu durduruyor, hatta büyüleyici biçimde donduruyordu sanki. Oysa Haydar ondan böyle cevaplar beklemiyordu ya da ummuyordu.
“Neye diktin orada gözlerin?”
“Taklacı güvercin uçuyor; görmedin mi?”
“Haaa, şu kuş sevdası. Bilirim. Belki de sana alırım, kim bilir?”
“Gerçekten mi?”
“Bakarız sonra.”
“Sen yeter ki işini düzgün yap. İşine yüreğini ve ruhunu kat.”
Hasan, sevinçten havaya uçtu, ayakları yerden kesildi adeta. Ama belli etmedi bunu. Sol elini yumruk yapıp sıktı, “adamsın! işte bu!” dedi içinden, “doğru insanı buldum!”
Haydar, kamyonete bindi, aracı çevirdi ve kasa kapıya dönük oldu ve boşaltma yerine yakındı.,,,
Bahçenin kapısının önünde durdu araç.
Hasan işe başladı azimle.
Bir ara dikkatini çekti. Haydar asfalt yola iniyordu.
Hasan on beş torba çimento indirmişti, karnı çok acıkmıştı, ekmek aracı köfte araçtaydı, koltuktaydı; bulamadı. Çimene oturdu ve kuşu izlemeye devam etti ve kuş takla atarak orda bir yere indi, Hasan uzun bir süre bekledi ve kalktı yerinden. Haydar’ın kaybolduğu noktaya ilerledi. Haydar, yolun kenarında sırtını bir ağaca vermiş oturur vaziyette uyumuş kalmıştı.
“Haydar abi” dedi sakince, kucağında ekmek arası köfte poşetini ve kucağına düşmüş köfteyi gördü.
“Bu benim köftem orada işi ne?” diye düşündü.
Haydar, uyandı.
“İçim geçmiş.” Düşen köfteyi fark etti. Onu aldı ve Hasan’a şöyle dedi; “yakala! Köfteyi ona
atacak gibi yapıp; “cıvvvvuvv uçak piste iniyor” diyerek köfteyi ağzına attı. “Bir piç arkadaşım vardı, bayram şekerlerimi çalar ve sana uçak göstereyim der, bu numarayla ağzına atardı, ahhh! Bu da nedir? Ne kadar güzel yavrucuk!” Hemen yanı başındaki otların arasındaki sarı çiçeğe bakıyordu; “bu çiçek andız çiçeğidir. Faydalıdır. Balgam söktürücü, öksürüğe iyi gelir, çayını yaparlar.” Geğirdi, köftenin soğanı fazlaydı, ama çok lezzetliydi. Ayağa kalktı. Sigara yaktı. “Bir de Eber Sarısı var. Bu çiçek yok olması tehlikede türlerden. Koparmanın cezası 244 milyardır. Sakın koparma. Düğün çiçeklerini koparmanın cezası yoktur ama. Normalde asla koparmam ama senin için kopardım!”
Yan yana ilerliyorlardı,
“İş bitmiştir umarım.”
“Bitti.”
İçinden şöyle söylendi: “Seni zavallı hasta pislik!”
“Kuş indi mi?”
“İndi.”
“Ya arıza mı nedir ya abi benim köftemi nasıl yersin!?” diyordu içinden ve yan yan ona bakıyor, kızgınlıkla dişlerini sıkıyordu.
Haydar, bunu fark etti: “Bir sorun mu var Hasan?”
“Yok abi.”
“Köfteyi yedim bir ağırlık çöktü üstüne. Çok lezzetliydi.”
Hasan, alev alev sinirlendi. Onun gırtlağına yapışmak isteyecek kadar.
“Köftemi çalıp nasıl yersin?! Bari yarısını bıraksaydın!”
Birkaç adım sonra şöyle düşündü;
“Mantıklı sebebi vardır belki. Salim abi beni yolladı dedim, herhalde köfteyi de ona yolladığımı sandı.”
Sormayı düşündü; ama bu meseleyi çözmeye kalkarsa iyi şeyler olmayacağını sezdi, bazı şeyleri asla çözmeye çalışmayacaksın, zamanla kendi kendine çözülür çünkü.
Ağzından sinirle ters bir şey çıkarsa hiç tanımadığı bu iyi adamı kaybedebilirdi. Ama canı çok acıdı. Köfteyi yiyemediği için. Büyük hayali boşa çıkmıştı. Kendine kızdı. O nutuk atarken çatır çutur yemeliydi köfteleri.
Canı sıkılmıştı; ama Haydar’ın bu hareketini saymazsak gözden çıkarılacak biri değildi. Eğlenceliydi ve Hasan onu geren köfte meselesini yavaş yavaş unutmaya başlamıştı. Belki de yarım ekmek köfteyi yemesi gereken kişi oydu. “Bir buket düğün çiçeğine karşılık yarım ekmek köfte verdiğini say.” Güldü.
“Neye güldün?”
“Hiç.”
“Söyle söyle.”
“Bende kalsın.”
Yarım ekmek köfte çok yemişti; ama ilk kez düğün çiçeği almıştı, ilk çiçek hediyesiydi! Bu açıyla bakması içini rahatlatmıştı. Mide kaynaklı, açlık kaynaklı düşünmemek kaybettirmezdi

Yorumlar

Başa Dön